FETÖ’ye ‘Kıskaç’ operasyonu
11 Şubat 2011 Cuma günü TSK’nın 163 subayı Balyoz kumpasıyla tutuklanmıştı. O gün Silivri’de olan emekli generaller Ahmet Yavuz ve Ergin Saygun ile Avukat Hüseyin Ersöz bugüne kalan acıları anlattı.
Biz unuttukça çöktü kara bulutlar üstümüze…
18 yıl önce Trabzon’daki Santa Maria Kilisesi’nde suikasta uğrayan Rahip Santoro ile bağlantılı suikastları anlattığım yazıma işte bu sözlerle başlamıştım. Ne yazık ki, 18 yıl sonra medyada yer bulamıştı Rahip Santoro… Üstelik cinayet aydınlatılamadığı halde!
Rahip Santoro’yu anlattığım yazıyı aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:
Bugünkü Santa Maria kilisesinden 18 yıl geriye Rahip Santoro’ya: Üç cinayetin yürek yakan hikayesi
Bugün yine unutmamamız gereken bir güne gideceğiz;
Tarih: 11 Şubat 2011 Cuma.
Silivri’deki duruşma salonunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 163 subayı vardı.
Bugün FETÖ’cü oldukları tescillenen hakimler ve savcılar o gün Silivri’de adeta TSK’yı yargılıyordu.
Öncelikle Balyoz kumpasının nasıl başladığını hatırlayalım.
Balyoz davası kapatılan ve gerekçeli mahkeme kararıyla “FETÖ’nün yayın organı” olarak tanımlanan Taraf gazetesinin 20 Ocak 2010 tarihli haberinde yayınladığı “Balyoz Harekât Planı” başlıklı belgelerle gündeme gelmişti.
FETÖ’den Silivri Cezaevi’nde yatan Taraf gazetesi muhabiri Mehmet Baransu’nun elindeki beş bin sayfalık belgeleri İstanbul adliyesine teslim etmesiyle birlikte İstanbul savcılığı belgelerle ilgili soruşturma başlatmıştı.
21 Aralık 2010’da başlayan Balyoz davasında 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, eski Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) İstanbul Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan, emekli Orgeneral Ergin Saygun ve Orgeneral Bilgin Balanlı’nın da aralarında olduğu 250’si tutuklu 365 sanık vardı.
FETÖ İstanbul yargısını tam olarak ele geçiremediği için 21 Aralık 2010’da başlayan Balyoz davasında tutuklamaları hemen yapamadılar ve eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan 26 Şubat 2010’da ilk tutuklanan isimlerdendi.
O süreci biraz hatırlayalım.
Avukat Hüseyin Ersöz’e Balyoz davasının “kırılma anlarını” sordum:
“İlk kırılma anı Hakim Oktay Kuban’ın 2010 yılının Nisan ayında vermiş olduğu tahliye kararıydı. Bu davada ilk kez hukuksuzluklara dikkat çekilmesini sağlayan karar Oktay Kuban’ın verdiği tahliye kararı olmuştur. İkinci aşama Haziran 2010’da Yılmaz Alp’in verdiği tahliye kararları olmuştur. Çünkü Oktay Kuban’ın kararına itiraz ettiler ve 12 Ağır Ceza Mahkemesi yeniden tutuklama verdi. Yılmaz Alp ise bu tutuklama kararlarıyla ilgili itirazı inceleyip tahliye vermişti. Yılmaz Alp’in bu kararı sayesinde 2011 yılındaki tutuklama kararına kadar dışarıda kalabildiler. Sonra arada yakalama kararı çıkarttılar, Hakim Şeref Akçay’ın mahkeme başkanı olduğu 11. Ağır Ceza Mahkemesi bu yakalama kararlarını kaldırdı. Bu da kırılma anlarından biriydi. Bilirkişi raporları hukuka ayrılıkları teker teker ortaya koydu, bu raporlar kırılma anlarından biriydi. Avukatların bilirkişi incelemesi talep etmesi ve mahkemenin bunun reddetmesinden sonra avukatların mahkemeyi protesto edip duruşmaya katılmaması kırılma anlarından biriydi. Dönemin İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ve yönetim kurulunun duruşmaya gelip mahkeme başkanıyla yaptığı konuşma kırılma anlarından biriydi.”
11 Şubat 2011 tarihine gelindiğinde Silivri’deki duruşma salonunu dolduran subaylar tutuklanacaklarından habersizdi. Ancak mahkeme heyeti karar için ara verip de salonun kapılarını kapattığında herkes kararın ne olduğunu anlamıştı.
Avukat Hüseyin Ersöz FETÖ’nün hakimlerinin ağzından dökülen tutuklama kararlarının okunmasını şöyle anlattı:
“O gün duruşmadaydım. Bütün yargılanan askerler duruşma salonunun tam ortasındaki alanda iddianamenin okunmasının tamamlanmasını bekliyordu. Neredeyse tamamı iddianame okununcaya kadar duruşmalara katıldı. İddianamenin okunmasının tamamlanmasından sonra duruşma savcısı Savaş Kırbaş mütalaasını açıklayacağını söyledi. 163 kişinin ismini sayarak kaçma şüphesi olduğunu söyleyerek tutuklanmalarını talep etti. O dakikadan sonra duruşma salonunda gergin bir hava başladı. Avukatlar olarak biz söz alıp mütalaaya karşı savunma yapmak istedik. Çünkü cumhuriyet savcısının tutuklanma talebinin delilleri karartma ya da kaçma şüphesine dayanmadığını kayıtlara geçirmek istiyorduk. Ancak mahkeme heyeti talebimizi kabul etmedi. Mahkeme heyeti söz vermeyince avukatlar tarafından sert tepki gösterildi. Sonraki aşamada mahkeme heyetinin kararını açıklaması için duruşmaya bir süre ara verildi. O sırada mahkeme başkanı Ömer Diken savcının talebinin tutuklamaya sevk olduğunu ve kimsenin kaçmaması için duruşma salonunun kapılarının kapatılması talimatını verdi. O dakikadan sonra duruşma salonunda herkes kararın mahiyetini anlamış oldu. Ömer Diken, Murat Üründü ve Ali Efendi Peksak’tan oluşan mahkeme heyeti duruşma salonuna geldi. Kararlarını okumaya başladılar. Tutuklama kararı çıkacağını anlayan avukatlar bu kararla ilgili tepkilerini dile getirdi. Bu avukatların içinde ben de vardım. Avukatlara söz hakkı vermeden karar açıklamanın hukuka aykırı olduğunu söyledik. Mahkeme heyeti itirazlara dikkat etmeksizin isimleri okuyarak tutuklama kararını açıkladı. Duruşma salonundan tepkiler yükseldi, ancak mahkeme heyeti kararı açıklar açıklamaz hızlı şekilde duruşma salonundan ayrıldı. O sırada jandarma personeli bütün sanıkların etrafını çevirerek duruşma salonunun arkasındaki nezarethaneye götürmeye başladı. Oradan da Silivri Cezaevi’ne götürüldüler.”
Duruşma salonunda dakikalarca 163 subayın ismi tek tek okunmuştu. Sonra da hepsinin tutuklandığı açıklandı. Salonda bir yandan tutuklanan subaylar, bir yandan avukatları karara itiraz ediyor ve bağırıyordu.
Bir subay o gürültünün içinde bir anda Harbiye Marşı’nı okumaya başladı:
“Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız,
Tufanları gösteren, tarihlerin yâdıyız,
Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti,
Cehennemler kudursa ölmez nigâhbanıyız.”
Sonra 163 subay birden tek ses Harbiye Marşı’nı okuyarak tutuklama kararına karşılık verdi.
Neydi bu yaşanan, ne anlama geliyordu?
O gün o duruşma salonunda tutuklanan emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz ile bugüne kalan acıları konuştuk:
“O gün olağanüstü bir güvenlik tedbirini almıştı mahkeme heyeti. Davanın bir sahtekarlık olduğu belliydi ama buna rağmen hakim ve savcının davayı sürdürme niyetlerinin bir operasyonun parçası olarak karar almak olduğunu anlamıştık. Sonra arkasından tutuklama kararları gelince güldük ağlanacak halimize… Büyük bir tuzaktı. O tuzağa herkes düştü. Silahlı Kuvvetler sadece provasını yaptığı şeyleri iyi biliyor, ilk defa provasız bir durumda kaldı ve o provasız duruma da cevap veremedi, diye düşündük. Ve Cumhuriyet’in başına gelene de ağlamaya başladık, tabi ki fiziki bir ağlama değil. Karardan sonra ise hep birlikte Harbiye Marşı’nı söyledik. O gün sanırım Cem Gürdeniz eşlere yönelik olarak bir konuşma yaptı ve ‘nöbet sırası sizde’ dedi. ‘Vardiya Bizde’ platformunun ilk adımı orada atılmıştı. Yeni bir mücadele başladı.
Bu yaşananların sonunda kötürüm edilmiş bir Cumhuriyet, komşularla sorunlarını çözemeyen bir ülke, adaletini kişilerin keyfine bırakmış bir yargı sistemi, ne olursa olsun dini kalıplarla düşünen insanların hassasiyetinin her şeyin önüne geçirildiği bir yönetim ortamını doğurdu. Büyük bedeller ödememize neden oldu ve hala da bu bedelleri ödüyoruz. 163 subayın tutuklanması sonra 15 Temmuz darbesini getirdi, darbe de başkanlık sistemi gibi ucube bir sistemin kabul ettirilmesine neden oldu. Şimdi de keyfi bir yönetim, hukuksuz bir ülke yürüyüp gidiyor. Hukuksuz derken kanun var tabii ama kanunlar siyasi iradenin arzularına göre şekilleniyor. Türkiye askeri vesayeti bitireceğim diye bir sevdanın peşine düştü. Evet, ucuz bir askeri vesayet vardı, öyle Türkiye’ye pahalıya mal olmayan askeri vesayet vardı. O gidince demokrasi gelecekti, ama onun yerine bir sultanlık rejimi geldi. Türkiye’ye hayırlı olsun, bakalım bu girdaptan nasıl çıkacağız. Bunun farkına varamayan bir kesim de var. Çeşitli çevreler Türkiye’yi istediği gibi kullanıyor. O tutuklamaların olduğu günün bedeli çok ağır, çünkü ertesinde Suriye’yle gelinen noktayı görmüş olduk.”
Ve ekliyor Ahmet Yavuz; “163 kişinin tutuklanmasının da 163’üncü maddenin rövanşı olduğunu zaten anlatmaya çalıştılar.”
Neydi 163’üncü madde?
Söz konusu 163’üncü madde “Laikliğe aykırı olarak devletin sosyal veya ekonomik veya siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare eden”lere 8 yıldan 15 yıla kadar ağır hapis cezası verilmesini öngörüyordu.
“Dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse”ye de 5 ila 10 yıl arasında ağır hapis cezası verilmesini emrediyordu.
Eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Ergin Saygun ise hakkında tutuklama kararı verildiği gün GATA’da tedavi görüyordu.
Ergin Saygun’a hasta yatağında tutuklama kararını öğrendiğinde ne hissettiğini sordum:
“Ben o gün hastanedeydim. O duruşmada bulunamadım. Ancak tabii orada olan arkadaşlarımdan o günü dinledim. Çok zor bir dönemdi. Zor günler yaşadık, hem biz hem ailelerimiz, çocuklarımız anlatılabilecek gibi değildi. Bize bunları yaşatanları da Allah nasıl biliyorsa öyle yapsın.”
Balyoz kumpasıyla yargılanan subaylar beraat etti ve özgürlüklerine kavuştu. Ancak o davadan daha sonra hakkındaki beraat kararının bozulmasıyla yargılanan ve halen cezaevinde olan bir subay var: Eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan.
28 Şubat davasından tutuklu olan Çetin Doğan yaşına ve hastalıklarına rağmen halen cezaevinde tutuluyor.
Çetin Doğan’ın eşi Nilgül Doğan Balyoz kumpasının başladığı 2010’dan bu yana yedi yılını cezaevinde geçiren eşinin yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Balyoz davasında beraat etmişti ama yedi kişiye temyiz davası açtı mahkemenin olmayan savcısı. Devam ediyor hala o dava. 14 senedir biz bu kumpas davalarıyla uğraşıyoruz. Cumhurbaşkanı da bu davanın kumpas davası olduğunu söylemişti. Onun üzerine zaten mahkeme beraat kararı verdi. Fakat, hala adliyelerde Fethullah Terör Örgütü’nden olan birileri var ki Cumhurbaşkanı’nın kumpas demesine rağmen bu yedi kişiyi temyize götürdü. Bu kabul edilemez. 14 senenin yedi senesini eşim cezaevinde geçirdi, önce Balyoz arkasından 28 Şubat. Yani ben ne diyebilirim. Benimle beraber bütün yakınlarım, bütün sevdiklerim herkes isyanda. 83 yaşına gelmiş, bu vatan için ömrünü feda etmeye çalışmış, devamlı bu uğurda bir sürü hastalık sahibi olmuş insanları cezaevinde tutuyorlar. Yani ben ne diyeyim? Artık gerçekten söz bitti. 28 Şubat’tan yargılanan beş generalin dosyayı sekiz aydır Cumhurbaşkanının önünde duruyor, imzayı bekliyor. Ben Cumhurbaşkanı’na bu dosyaları imzaya çıkarmadıklarına inanıyorum. Cumhurbaşkanı’nın yanında hala Fethullahçı kafada olan birileri kin ve nefret duygularını kusuyorlar, başka bir şey olamaz. Cumhurbaşkanı’nın önüne çıksa, bu generallerin hasta olduğu, yaşlı olduğu, adli tıp raporlarıyla da ispatlanmış, herhalde imzalar öyle değil mi? Adalet herkese lazım, bekliyoruz.”
Geçen 13 yılda o günkü acılardan çıkarılacak çok ders var.