AKP’nin seçim sürecindeki emekli fiyaskosu
Ekonomi yönetimi kuru olabildiğince kontrol altında tutarak faizdeki artış ihtiyacını sınırlamaya ve Erdoğan’la daha az müzakere etmeye, onunla karşı karşıya gelmemeye çalışıyor.
Merkez Bankası’nın geçen hafta yaptığı 500 baz puanlık sürpriz faiz artırımı önceki Başkan Hafize Gaye Erkan dönemindeki ilk artırımlar gibi yine övgüye boğuldu ama bana kalırsa çok önemli bazı çelişkiler var.
Önce hakkını teslim edelim, kontrolden çıkma eğilimi gösteren enflasyonla mücadele için politika faizinin kullanılmasına (ve başta kamu harcamalarında kesinti olmak üzere başka şeylere) ihtiyaç duyulduğu açıktı, bu açıdan alınan karar doğru yönde atılmış bir adım. Ama bu kararın Merkez Bankası ve ekonomi yönetiminin bundan önceki iletişimiyle çelişkiye düştüğü de açık.
Politika faizinde 500 baz puanlık artırım, Merkez Bankası’nın faiz artışlarının sonuna gelindiği sinyalini vermesi, ardından Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in 5 Mart tarihinde yaptığı “Merkez Bankası yeterli sıkılaştırma yaptığını düşünüyor” açıklaması ardından geldi.
Öte yandan Merkez Bankası’nın bankalarla arasındaki işlemlerde faizi 300 baz puan daha artırma yetkisini alarak eski Başkan Erdem Başçı döneminden hatırladığımız koridor sistemine dönmesi 500 baz puanlık artışın yetmeyebileceğinin baştan kabullenilmesi anlamına da geliyordu.
Bu çelişkiler daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi Merkez Bankası’nın net bir yol haritasının olmadığını bir kez daha ortaya koydu, tepki fonksiyonun belirsiz olduğu bir kez daha görüldü.
Altı çizilmesi gereken ikinci nokta para politikasının sadeleştirileceği yönünde verilen tüm sözlere rağmen basit ve ortodoks bir modele dönülmeyeceğinin ortaya çıkmış olması.
Zaten Hafize Gaye Erkan döneminde bu durum açıkça görülüyordu; aynı ekip Erkan’ın (ve hatta Kavcıoğlu’nun) yolundan giderek yan yolları, arka kapıları ve faiz dışı dolambaçlı araçları (Bankalara sözlü talimatlar dahil) kullanmaya devam etti.
Son faiz artışının sürpriz etkisi yaratmakla birlikte piyasalardaki olumsuz havayı tümüyle dağıtamamış olması da bana kalırsa bununla yakından ilişkili.
Üçüncü nokta, kararların (son karar gibi çok kritik olanlar dahil) siyasi iradeyle belli bir müzakere sonucunda ve muhtemelen son dakikada alındığına dair görüş ve algının güçlenmesi. Böyle olmasa bu kadar ciddi tutarda rezerv satılmaz ve karar öncesinde yönlendirme yapılarak piyasanın sakinleşmesi sağlanabilirdi.
Aslında son yıllarda yaşananlar Türkiye’de klasik anlamda bir Merkez Bankası ve Para Politikası Kurulu’nun olmadığını gösterdi. Son karar da gösteriyor ki Para Politikası Kurulu fiilen bir “Kur Politikası Kurulu”na dönüştü.
Neden böyle düşündüğümü izah edeyim…
Daha önceki açıklamalarından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz artışlarını aslında kurdaki artışlardan daha kötü ve tehlikeli bulduğunu biliyoruz. Son dönemde bu konuda duruşunu değiştirmiş gibi görünse de bu düşüncesinden tamamen vazgeçtiğini gösteren bir açıklama yapmadı. Bu nedenle ekonomi yönetimi kuru olabildiğince kontrol altında tutarak faizdeki artış ihtiyacını sınırlamaya ve Erdoğan’la daha az müzakere etmeye çalışıyor, karşı karşıya gelmek istemiyor.
Bu aslında çok uzun zamandır böyle, Berat Albayrak dönemindeki 128 milyar dolar hikayesinin arka planında da bu olgu vardı.
Şu anki Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek her ne kadar Cumhurbaşkanı’nın tam desteğine sahip olduklarını söylese de bunun kayıtsız şartsız bir destek olmadığı, kısıtların ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sabrının sınırı olduğu açık.
Muhtemelen bu nedenle geçen haftaki faiz artırımı öncesinde kuru tutabilmek için rezerv harcandığını ve önceki Bakan Nureddin Nebati döneminin mikro müdahalelerin raftan indirildiğini gördük. Mehmet Şimşek’in göreve gelir gelmez çıktığı ve birkaç kez tekrarlanan Körfez turları da muhtemelen döviz girişi ile kuru kontrol altında tutarak dezenflasyonu olabildiğince düşük bir faiz artışı ile başarma planıyla yakından ilgiliydi.
Yapılan son artırım algıyı ve beklentileri ne kadar değiştirebilecek, göreceğiz. Ancak geçen yıldan beri yapılan hatalar ve kaçırılan fırsatlar sebebiyle faiz-sıkılaşma konularında denge noktasından uzaklaşılmış olabilir. Bu faiz seviyesinin bizzat enflasyonu tetikleyici bir rol oynaması da söz konusu olabilir.
Dünyada “Faizi ne kadar yükseltirsen enflasyon o kadar düşer” diye bir model yok. Ekonomi oran ve denge işi; ayar kaçınca yan etkiler ve hatta ters etkiler görülmesi sıklıkla karşılaşılan bir durum.
Bu riski elimine etmesi için Merkez Bankası’nın asli görevine odaklandığına tüm paydaşları inandırması, Para Politikası Kurulu’nun gerçekten para politikası kararları alıp etkin iletişimini yapması, diğer alanlardan (Mali alan vs.) gereken desteklerin acilen gelmesi gerekiyor.
Aksi takdirde uzak olmayan bir gelecekte başta yabancı yatırımcılar olmak üzere piyasa bu faizi de beğenmeyip yeni faiz artırımı talepleriyle kapıyı çalar…