Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası konserlerine başladı
Barok müzik dünyasının yıldızı Accademia Bizantina 40. yılını kutluyor. Üstelik ilk kez sahne aldığı İstanbul AKM ve CSO Ada Ankara'daki iki konserle. Grubun başkemancısı Alessandro Tampieri ile topluluğun müzikal yolculuğunu konuştuk.
Accademia Bizantina 40. yılını İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’ndeki konseriyle kutladı. İtalya’nın Ravenna kentinde kurulan ve başlangıçta çağdaş müzik yapan topluluk geçirdiği dönüşümle bugün artık dünyanın sayılı barok orkestralarından biri. Adının etkisiyle Bizans dönemi müziği yaptığını düşünebilirsiniz ama aslında pek de öyle değil. Topluluk ismini kurulduğu kentin tarihinden alıyor. Zira Ravenna İtalya’da Bizans hakimiyetinin uzun yıllar boyu sürdüğü ve geride küçük bir Ayasofya bıraktığı bir şehir.
Bugüne kadar başta Grammy adaylığının yanı sıra Diapason d’Or, MIDEM, Prix Classica, Gramophone gibi en prestijli ödüller kazanan Accademia Bizantina rotasını tamamen barok müziğe çevirdikten bu yana Antonio Vivaldi ve Arcangelo Corelli gibi İtalyan ustaların eserlerini seslendirmeye odaklandı. Topluluk Carnegie Hall ve Lincoln Center, Barbican Center (Londra), Théâtre des Champs Elysées gibi dünyanın en ünlü tiyatro ve festivallerinde sahne aldı. Concertgebouw, Bozar, Pierre Boulez Saal, Staatoper Berlin, Kölner Philharmonie ve Elbphilharmonie Hamburg gibi prestijli salonlarda konserler verdi. Son derece üretken bir topluluk olmaları sayesinde sadece pandemiden bu yana dört albüm kaydı yayınladılar. Üstelik de bunu mükemmelliyetçi tavırlarından da taviz vermeden gerçekleştirdiler.
Konser vesilesiyle İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde buluştuğumuz Accademia Bizantina grubunun başkemancısı Alessandro Tampieri ile topluluk hakkında konuştuk. Grup kurulduğundan bu yana bünyesinde yer alan ve 16 yaşından itibaren de topluluğun bir parçası olan Tampieri daha önce defalarca geldiği İstanbul’da yeniden bulunmaktan son derece mutlu olduğunu söyleyerek başladı konuşmamıza. İstanbul ve Ravenna’nın bu ortak kültürel miras üzerine de biraz konuştuktan sonra kayıt düğmesine bastım.
-Accademia Bizantina 40 yılı geride bıraktı. Grup üyeleri zamanla değişse de bir müzik topluluğu için bu uzun bir süre. 40 yaş neler hissettiriyor size?
Elbette bu bizler için harika bir şey. Ancak aramızda konuşurken şunu fark ettik ki bu aslında o kadar da uzun bir süre değil. İlk kurulduğumuz günleri anımsıyorum. Grubun en genç üyesi olarak ekibe katılmıştım. O zamanlar 14 yaşında bir genç müzisyendim. 1984’teki ilk konserlerinde yoktum zira yaşım buna yetmiyordu. Sahnede grupla birlikte çalmak için mecburen yaklaşık iki yıl bekledim. İlk başlarda bugünkünden çok farklıydık. Çağdaş müziğe adanmış bir topluluktuk. Ancak zaman içerisinde bir nevi kendiliğinden değişti bu. Tam manasıyla bir barok orkestraya dönüştük. Bu 40 yıllık yolculukta tüm sürece tanıklık eden üç kişi kaldık.
-Grubun ismini sormak istiyorum. Accademia Bizantina dikkat çekici ve iddialı bir isim. Ama baktığımızda grup Bizans müziği yapmıyor. Bu isim ortaya nasıl çıktı?
Sizin de bahsettiğiniz gibi Ravenna, İtalya’da Bizans mirasını yaşatan bir kent. Günümüzde de tarihi yapıları ve mozaikleriyle bunu görmek mümkün. Biz, hepimiz Ravennalıyız. Grubun adı pek âlâ Accademia Ravenna olabilirdi. Ancak bunun biraz sıradan kaçacağını düşündük. Sizin de dediğiniz gibi çekici ve iddialı bir isim arayışı sonucunda kentin köklerine dem vurmayı tercih ettik. Bazen kafa karıştırıcı olabiliyor. Bizimle ilk kez karşılaşanlar Bizans döneminin müziğini yaptığımızı sanabiliyor. Ama biz her şeyimizle bir barok topluluğuyuz.
– Kökleri 400 yıl öncesine dayanan bir müzik türünden bahsediyoruz. Bir dönemin pop müziği sanki özelliğini hâlâ sürdürüyor gibi. Dünyanın dört bir yanında konser veren albümler yayınlayan bir topluluksunuz. Siz bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Barok tarzı, yaklaşık iki yüzyıl boyunca müziğin en önemli ifade biçimiydi. Müzikle kendini ifade etmenin en önemli biçimiydi ve kesinlikle döneminin popüler müziğiydi. Ritmin çağdaşlığına baktığımızda ben, barok müziği bugünün müziğiyle de eşleştiriyorum. Ebette iki tür aynı değil. Ancak en nihayetinde de kökleri aynı.
– Üretken bir topluluksunuz. Bu ay ‘Invocazioni Mariane‘ adlı albümünü yayınladınız. Albüm de daha önce de işbirliğine imza attığınız büyük bir isim var; Kontrtenor Andreas Scholl. Bu birlikteliğin sonucunda ortaya nasıl bir albüm çıktı?
– Kalbimizin tam içinden gelen bir albüm oldu. Bu gerçekten klişe bir söylem değil. Albümde yer alan parçaları Andreas Scholl ile birlikte sekiz yıl öncesinden çalmaya başlamıştık. Avrupa’da farklı salonlarda albümde yer alan parçaları bir bütün halinde seslendirdik. Sonrasında “bunu neden albüm kaydı olarak da yayınlamıyoruz” dedik ve Andreas Scholl ile birlikte kaydettik.
– İstanbul’daki konseriniz Vivaldi eserlerinden oluşuyor. Bestecinin Timur ve 2. Beyazıt’ın mücadelesi için yazdığı ‘Il Tamerlano’ adlı bir operası var. Bunu albüm olarak da kaydetmiştiniz. Günün birinde burada dinleme fırsatımız olur mu?
– ‘Il Tamerlano’ bizim de çok sevdiğimiz, seslendirmekten zevk aldığımız bir eser. Tarihi hikâyesini de biliyoruz. Günün birinde neden olmasın ki? İstanbul’u çok seviyoruz. İlk kez sahne aldığımız AKM’yi test etme fırsatımız da oldu. Gelecekte bunu tekrarlamayı çok isteriz.
Alessandro Tampieri’nin ardından Accademia Bizantina konseri vesilesiyle Atatürk Kültür Merkezi Sanat Yönetmeni Remzi Buharalı’ya da sorularımızı yöneltme fırsatımız oldu. Tabii AKM’nin kazandığı Bravo Ödülü için de ayrı bir parantez açtık.
– AKM yeniden açıldığı 2021’den bu yana dikkat çekici etkinliklere ev sahipliği yapmayı sürdürüyor. Bu noktada İstanbullu bu özel mekânı yeniden sahiplendi mi? İlgiyi nasıl değerlendirirsiniz?
– Burası sadece opera ya da bale gibi büyük organizasyonlara değil, farklı etkinliklere de evsahipliği yapabilecek şekilde tasarlandı. İnsanlar yıllarca buraya dair özlem besliyordu. Bu özlemin kaynağı da büyük eserlerin sahnelenmesindeki eksiklikti. Zira böylesi büyük etkinlikler için donanımlı bir mekâna ihtiyaç var. AKM, bugün sadece İstanbulluları değil, buraya gelen yerli yabancı misafirlerin takip edebileceği etkinlere sahip. Dünyadaki örnekleriyle yarışan bir seviyedeyiz. Hem Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı etkinlikler hem de köklü festivallerin düzenlendiği AKM, sanatseverler nezdinde büyük ilgi görüyor. Etkinliklerimiz bizi memnun edecek şekilde dolu dolu gerçekleşiyor.
– Henüz üç yıllık olsa da yeni haliyle AKM’nin yurtdışındaki yansımaları ve marka değeri nasıl?
– AKM yapısı geriği uluslararası normlarda bir yer. Dolayısıyla hem Türkiye’den hem de yurtdışından gerçekleşen etkinlikler de bu minvalde. 2021’de açıldıktan sonra AKM, yurtdışındaki örnekleriyle yarışan değil, onların bir adım önüne geçen bir merkez oldu. Artık dünyanın her yerinde fark edilen bir kurumuz. Geldiğimiz noktada artık yurtdışındaki sanatçı ve menajerlerden konser vermek için teklifler geliyor. Öte yandan AKM, ödüllerle de adını duyuruyor. 19 Mart’ta Moskova’da gerçekleşen törenle En İyi Konser Salonu dalında prestijli Bravo Ödülü’nün sahibi olduk. Buradan da görüyoruz ki AKM, dünya çapında fark edilen bir konuma geldi.
Accademia Bizantina topluluğunun başkemancısı Alessandro Tampieri ve AKM Sanat Yönetmeni Remzi Buharalı ile yaptığımız söyleşinin ardından sıra konsere geldi. İtalyan topluluk tamamı Vivaldi eserlerinden oluşan bir seçkiyle sahnedeydi. Büyük ilgi gören konserde, İtalyan barok dönem bestecisinin ‘Dört Mevsimi’nin yanı sıra daha az bilinen eserleri de müzikseverlerle buluştu. Topluluk, sahnedeki performansıyla neden barok dünyasının en önemli topluluklarından biri olduğunu bir kez daha gösterdi. Konserin sonunda büyük alkışlarla sahneye çıkan topluluk, bu kez bir Corelli bestesiyle gecenin kapanışını yaptı.