Uzun bayram tatili nedeniyle İstanbul’un kalabalıktan uzak sakin bir tatil geçireceğini düşünenler yine yanıldı. Güzel bahar havasının etkisiyle İstanbul’un parkları, bahçeleri, tarihi ve turistik mekanları hıncahınç doluydu. Bu bayram sadece İstanbul’da yaşayanlar değil, Türkiye’nin her tarafından gelenler İstanbul’da buluşmuştu. Bayramda toplu taşımanın ücretsiz olmasının etkisiyle bazı noktalarda izdihamlar yaşandı.
Haberler kalabalıktan sokakta yürünmez hale gelen İstanbul görüntüleriyle doluydu. Now Haber’de Eminönü’nü ilk kez gören 17 yaşındaki Çağdaş Kelleci adlı gencin röportajı gözüme ilişti. Ailesi ile Eminönü’ne gelen genç ilk kez Boğaz’ı görmenin şaşkınlığı içindeydi.
Genç kendisiyle yapılan röportajda mahallesinden geçen 142F otobüsünden bahsetti, ki sanıyorum Esenyurt’ta oturuyordu. Sonra Ekşi’de bu haberle ilgili yazılan yazıları okudum, haberin fake olduğundan öfke ve hakarete kadar dünya kadar yorum yazılmıştı. Ne yazılırsa yazılsın gerçek şu ki bu şehirde yaşayıp Boğaz’ı, denizi görmemiş binlerce kişi var.
İnsanların hayatlarını derinden etkileyen yoksulluk sadece temel ihtiyaçlara erişimi değil bir nesli sosyal hayattan ve kültürel imkanlara erişimden de yoksun kılıyor. Gelir adaletsizliğinin geldiği son noktada temel ihtiyaçlardan eğitime ve kültür faaliyetlerine kadar gençler hızla yoksunlaşıyor.
Geçen gün bir taksiye bindim ve şoföre Arnavutköy’e lütfen dedim. O arada bir telefon geldi, telefonu kapatıp etrafıma bakınca bambaşka bir yolda olduğumu fark ettim. Şoföre nereye gidiyoruz dedim? Abla Arnavutköy dedin ya dedi! Tamam ama bu yol Arnavutköy yolu değil ki dedim, abla Arnavutköy dedin oraya gidiyoruz işte dedi üsteleyerek, Başakşehir’i geçince dedi. Hayır oraya gitmiyoruz Boğaz’daki Arnavutköy’e gidiyoruz dedim, hani var ya Kuruçeşme ve Bebek arasında, şoför bana kızarak abla öyle bir yer yok ki İstanbul’da, bir Arnavutköy var, o da Başakşehir’den sonra dedi. Sonunda navigasyonu açıp gideceğimiz yeri işaretledim. Maalesef İstanbul’un gerçekleri bunlar.
Her erguvan mevsimi mora boyanmış ağaçları görmek için yolumu Boğaz’dan geçiririm. İstanbul’da baharın simgesi erguvanlar şenliklere, kitaplara, şiirlere konu olmuştur.
Öyle ki Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir kitabında “bizim iklimde gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa o da erguvandır. O, şehirlerimizin ufkunda her bahar bir Diyonizos rüyası gibi sarhoş ve renkli doğar. Dünyanın tekrar değiştiğini, tabiatın ağır uykusundan uyandığını haber vermek ister gibi zengin, cümbüşlü israfıyla her tarafı donatır, bahar şarkısını söyler” der. Hatta Tanpınar erguvanları görmek için her yıl Anemas Zindanları’na yaslanmış Manavkadı Camii’ndeki erguvan ağacını görmeye gidermiş.
Tıpkı her bahar İnşirah Yokuşu’ndaki beyaz köşkün bahçesindeki manolyanın açmasını bekleyen Mehmet Yılmaz gibi o da erguvan ağaçlarının açmasını beklermiş.
Ben de her yıl erguvanları ve mor salkımları hasretle beklerim. İstanbul’un çiçeğidir erguvan, her ne hikmetse bir dönem erguvanlar yok edilip yerlerine hurma ağaçları dikilmişti. Eğer İstanbul’daysanız erguvanları, mor salkımları, laleleri görmeye Boğaz’a bir gidiverin, erguvanları en güzel görebileceğiniz Aşiyan’a, Emirgan’a, Bebek’e, Çamlıca’ya uğrayın, hayatımızda kaç baharımız kaldı ki görebileceğimiz. Bari bu yıl baharı kaçırmayın.
Ben küçükken her hafta sonu ailece Boğaz’a giderdik. Gezinin son noktası ya Hristo ya da Kıyı Lokantası olurdu. Ancak Boğaz yolundan ne zaman geçsek babam bir yerde korna çalardı. Bu hafta ablam ve yeğenimle Aşiyan sahilinde yürürken bu eski İstanbul söylencesini hatırladık. Eski İstanbulluların bildiği ama şimdilerde unutulan bu hikâyeyi size yeniden hatırlatmak isterim;
Bir rivayete göre genç bir delikanlı gece geç saatte Aşiyan Mezarlığı’nın önünden geçerken mezarlığın önündeki asırlık ağacın yanında ağlayan bir genç kızla karşılaşır, kız ağacın yanına çömelmiş hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Delikanlı genç kızın yanına gider ve yardım edip edemeyeceğini sorar. Genç kız yakın bir zamanda tam da bulundukları yerde bir trafik kazası sonucu arkadaşlarını kaybetmiştir ve üzüntüsünden ağlamaktadır. Delikanlı kızı teskin etmeye çalışır. Hava soğuktur, delikanlı ceketini çıkarır ve kızın omuzlarına koyar. Bir süre sohbet eder konuşurlar. Gün ağarırken genç kız artık eve gitmesi gerektiğini söyler. Sessizce oradan ayrılır Aşiyan yokuşunu tırmanmaya başlar. Delikanlı genç kızdan o kadar etkilenmiştir ki onu sessizce evine kadar takip eder.
Aradan günler geçer, delikanlı sürekli genç kızı düşünmektedir. ‘Aşk denen şey bu olmalı’ der ve genç kızı yeniden görmek için o gece öğrendiği adrese, genç kızın evine gider. Kapıyı çalar ve ismini bile bilmediği genç kızı sorar. Kapıyı açan kadın “Kızım iki yıl önce vefat etti” deyince delikanlı şaşırır, henüz birkaç gün önce tanışmışlardır. Tanışma hikayelerini anlatırken kadın üzüntüyle kendinden geçer. Delikanlı ise duydukları karşısında şoke olur.
Aile sakinleşince olayı detaylarıyla paylaşırlar: Kızları iki yıl önce iki arkadaşlarıyla eğlenmeye çıktığı bir gece eve dönerken yolun az aşağısında trafik kazası yapmışlar ve kazada üçü birden hayatını kaybetmiştir. Delikanlı hala anlatılanlara inanmakta güçlük çekiyordur, genç kızla birkaç gün önce tanıştığına ısrar eder. Genç kızı tanıştıkları zaman üzerindeki kıyafet detayına varıncaya kadar tarif eder. Tarif ailenin vefat eden kızlarına uyduğu gibi anlatılan tarifteki kıyafet de genç kızın kaza gecesi üzerinde olanın aynısıdır. Fotoğraflar gösterilir ama delikanlı ısrar eder: “İki yıl önce ölmüş olamaz, daha geçen gece tanıştık, konuştuk…”
Aile genci ikna edemeyince delikanlıyı da yanlarına alarak kızlarının mezarına giderler. Delikanlının tanıştıkları gece üşümesin diye genç kızın omuzlarına bıraktığı ceket mezarın üzerindedir.
Genç adam bu duygusal gerilime daha fazla dayanamaz, aklını yitirir… Aşiyan Mezarlığı çevresinde dolaşır durur… Aile kızlarının ardından önce anneyi, sonra da babayı kaybeder. Ancak babanın bir vasiyeti vardır.
Her kim Aşiyan’da mezarlığın oradan geçerse o noktada hayatını kaybeden üç can için üç kez kornaya bassın, Aşiyan aşıklarının bu hikayesi nesilden nesile anlatılsın. …
İşte bugün hala Aşiyan’dan geçerken üç kez kornaya basan birini görürseniz bilin ki eski bir İstanbul söylencesini yaşatıyordur.
İstanbul ve erguvan demişken kadim dostum Saffet Emre Tonguç’un her yıl düzenlediği ve artık geleneksel hale gelen Erguvan Zamanı Boğaz turunu kaçırmamamızı tavsiye ederim. Belki Saffet’ciğim bir turuna Boğaz’ı ilk kez gören Çağdaş Kelleci adlı genci ve ailesini de davet eder.
1 Aralık 2024 - 16. Yüzyılda bir papaz, 21. yüzyılda bir papazın kızı Avrupa tarihini değiştirdi
17 Kasım 2024 - Bu gemiyi birlikte yüzdüreceğiz
10 Kasım 2024 - Nuri Şahin Beşiktaş’a transfer olsa kimin takım arkadaşı olacaktı?
3 Kasım 2024 - Hangi sergi daha açılmadan 32 bin bilet sattı?