Rachel Kushner: Barda deneyimlediklerim Melville okumak kadar önemliydi

18 Nisan 2024
Bu haber 7 ay önce yayınlandı

ABD'li yazar Rachel Kushner, bir hapishane geçen bir roman yazmak için gönüllü olarak hapishaneye girdi. Ortaya müebbet hapse mahkum olan bir gece kulübü dansçısının hikayesini anlattığı 'Salon Mars' kitabı çıktı. Kushner 10Haber'e konuştu.

Rachel Kushner: San Francisco’nun çok sert bölgesinde gece kulüplerinde çalıştım. İlk işim barmenlikti. Sabah 06:00’dan 14:00’e kadar çalışıyordum. Orada öğrendiklerim, üniversitede almadığım bir eğitimdi.

Kaliforniya. Silikon Vadisi’nin kalbi, ülkenin ve dolayısıyla dünyanın refah düzeyi en yüksek kentlerinden biri. Ama bir yandan da ülkede suç oranının en yüksek olduğu bölgelerden biri. Bir yazar düşünün, sistemin en gözardı edilen yerine, bir hapishaneye giriyor. Oradaki mahkumların hayatlarını, dışarıdan nasıl koptuklarını ve aslında içeriye nasıl bağımlı hale getirildiklerini anlatmak ama en çok da anlamak için…

Heyecanlı bir Hollywood filmi konusu da olabilirdi bu, emin olun hepimiz izlerdik. Ama Kuzey Kaliforniyalı yazar Rachel Kushner sağ olsun, ‘Salon Mars’ isimli romanıyla gerçeğin kurgudan daha ilginç olduğunu bir kere daha kanıtlıyor.

1968 doğumlu Kushner, öykü ve makaleleriyle New Yorker, Paris Review ve Harper’s gibi mecralarda yazdı. Bizim de aşina olduğumuz bir isim. İlk romanı ‘Küba’dan Teleks 2008’de, ikinci romanı ‘Alev Püskürtenler’ 2013’te Can Yayınları tarafından yayımlandı.

Hep yazmak istemiş Kushner. Hayatın, okullardan çok daha iyi bir eğitim verdiğine inanıyor. Çalışmalarının büyük bir bölümü insan hakları, eşitsizlik, marjinalleştirilen gruplar ve sömürülenlere odaklanıyor. Kushner, insan hakları üzerine haberler yapan biriyken bir gün hemen yanı başındaki bir gerçekliği fark ediyor; hapishaneleri.

‘Salon Mars’ okuru sağlam sarsıyor

‘Salon Mars’ta okuru, iki kez ömür boyu hapis cezasına çarptırılan 29 yaşındaki Romy Hall ile tanıştırıyor. Filmlerden aşina olduğunuz gibi haksız yere cezalandırılmış ya da fedakarlıkla suç işlemiş bir ‘masum’ değil Rommy, gerçekten de masum değil. Ona kızabilir, belki müstahak bile diyebilirsiniz ancak kesinlikle empati kurmayı bırakmak istemiyorsunuz. Bu da Kushner’in bir yazar olarak kitaptaki en büyük başarısı.

Zaten herhangi bir hapishanenin iyi olmasını beklemezsiniz. Ama hem sinemada hem de edebiyatta ABD’deki hapishane algısı kan dondurur. Zalimliğin, istismarın ve eşitsizliğin mesken tuttuğu yerlerdir. Kushner’in romanı da okuru sağlam bir şekilde sarsıyor. Görmemek için başını çevirmenin çok daha kolay ve yaygın olduğu hapishanelere ve suçlulara çeviriyor.

‘Salon Mars’ Kaliforniya’daki hapishanelerde yasaklandı

2018’de ABD’de yayımlanan roman Booker ve Prix Médicis étranger dahil birçok ödüle aday gösterildi ama tartışmaları da beraberinde getirdi. Öyle ki Kushner’in romanı Kaliforniya’daki hapishanelerde yasaklandı.

The Guardian, kitabı ve yazarın üslubunu, “Ancak Kushner’ın gözlemleri dikenli tel gibi, mizahı gökyüzü kadar koyu… Bu keyifli bir roman olmayabilir ama sizde izde bırakacak” şeklinde övdü. The NY Times ise kitabın okurun kalbini kırdığını, kızdırdığını ama önceki romanlardaki gibi ezilenlere ve sömürülenlere ses verdiğini vurguladı.

ABD’da hayli ilgi gören, kısa süre önce de Begüm Kovulmaz çevirisiyle Siren Yayınları tarafından Türkçede yayımlanan kitabın yazarının peşine düştük ve Siren’den Erol Aydın’ın desteğiyle muradımıza erdik.

ABD ile aramızdaki saat farkı sağ olsun Kushner sabah kahvesini içiyor, ben mesai sonrası ada çayımı yudumluyorum. Uzakları yakın eden Zoom’dayız. Niyetim çok uzatmadan sorulara geçmek ama o hızlı davranıyor. Kitabı nasıl bulduğumu merak ediyor. Daha sonra birkaç kere hem kitabı okumaya hem de bu röportaja vakit ayırdığım için teşekkür ediyor, “Benim için önemli” diyerek.
Artık sıra bende. Ve daha ilk soruya verdiği yanıttan Kushner’in hikayesini de kendisini de anlatma konusunda oldukça cömert olduğunu anlıyorum, keyifle arkama yaslanıyorum. O da her fırsatta Türkiye, her iki ülkedeki seçim gündemi, hapishaneler hakkında sorular soruyor hatta okuyabileceği kaynakları gönderirsem çok mutlu olacağını söylüyor. Hal böyle olunca tüm bu merakı, sohbet boyunca konuyu getirdiği yere, kitabı yazma amacında da ne kadar samimi olduğuna inandırıyor: “Ben de başka hayatlarda suç işlemiş biri olabilirdim. Ne olursa olsun onları görmek istiyorum. Hepimiz de görmeliyiz.”
Buyrun Kushner’i tanımaya, ‘Salon Mars’ı neden yazdığını anlamaya ve aslında bildiğimiz ABD hapishanelerine bu kez farklı bir gözle bakmaya…

Rachel Kushner ile Zoom’da konuştuk.

‘Salon Mars’, hapishanede geçen bir roman. Hapishaneden ABD nasıl görünüyor?
Bu soru için teşekkür ederim. Chow Chilla, romandaki Stanville’i örnek aldığım hapishanenin adı. Maksimum güvenlikli bir yer, dördüncü seviye mahkumlar orada. Ve her şey çok otomatik. Cezaevi avlularının üzerinde geceleri gündüzü yaratan ışıklar var. Mahkumlar geceyi, yıldızları asla göremiyor. Hapishane dışındaki biri için hayatın nasıl bir his olduğunu deneyimleme yetenekleri çok sınırlı. Endüstriyel tarımın tam ortasındalar, dolayısıyla etrafı badem bahçeleriyle çevrili. Ama aynı zamanda psikolojik olarak da hapishanenin insanlar için başlı başına bir gerçeklik olduğunu düşünüyorum. Pek çok insan içe dönüyor ve dış dünya yerine hapishaneyle yüzleşiyor. Ama insanlar televizyon izliyor ve dış dünyada neler olup bittiğini görüyorlar. Bana şunu söyleyen insanlar oldu: “Tanrım, sokaklardaki şiddete ve Los Angeles’taki evsizlere baktığımda, burada daha iyi olduğumu düşünüyorum.”

Hapishanede kalmak isteyenler var yani?
İşlerin karıştığı ABD’de dışarıda olmak yerine hapishanedeki hayatlarının daha istikrarlı olduğunu düşünüyorlar. Bir şekilde hapishanede kalmayı isteyen insanlar var. Belki de orada durumlarının bizim burada olduğundan daha kötü olduğunu düşünmek de rahatlatıcıdır. Mesela dışarı çıkıyorlar ve hemen ardından şartlı tahliyeyi ihlal ediyorlar, başka bir suç işliyorlar ve sonunda geri dönüyorlar. Ama bunun gerçek nedeni orada bir düzene sahip olmaları. Bu dünyada pek çok insanın hayatta kalması çok zor. Öte yandan ABD’deki hapishane sistemini de eleştirmek gerek sizi dünyaya hazırlamıyor. Norveç’te birkaç hapishaneye gittim. Oradaki sistem insanların başarıyla topluma yeniden entegre olmaları anlamında daha model bir hapishane sistemi şeklinde. Ama burada hapse giren insanların büyük çoğunluğu hapishaneye geri dönüyor. İnsanlara hapisten çıktığında neler olduğunu gördüm. Hiç kimse olmak, hiçbir beceriye sahip olmamak ve dış dünyada olup bitenden tamamen farklı bir sosyal gerçekliğe uyum sağlamak çok zor. Hapishanedeki insanlar şeref ve saygı gibi sosyal protokollere takıntılıdır, sizden de bu saygıyı görmek isterler.

Bu romanı yazarken hapisaneye gözlem için gizli kimlikle gittiğinizi okudum. Doğru mu?
Tam olarak gizli kimlik olduğunu söyleyemem. Zaten gönüllü olarak insan hakları çalışmaları yapmak günlük hayatımın bir parçasıydı. Yani bana kitabı yazmak için gizlice mi girdin diye sorarsanız, yanıtım “Tam olarak değil” olur. Müebbet hapis cezası çeken insanlarla insan hakları çalışmaları yapıyorum. Onlarla arkadaş olmak hayatımın bir parçası. Şimdi de gönüllü çalışmaya devam ediyorum. Geçen hafta San Francisco’da iki avukat ve 11 yıldır savunduğum, arkadaş olduğum ve desteklemeye çalıştığım bir kadınla bir Zoom toplantısı yaptım mesela…

Kitabınızın hapishanelerde okunması yasaklanmış, hala yasak mı?
Kaliforniya hapishanelerinde yasakladılar, evet. Kitap 2018’de yayımlanmıştı, durum hala böyle mi emin değilim. Ama içerikten ziyade New Yorker dergisinden bir yazarla gelmiş olmamdı. New Yorker’ın kadrolu yazarı Dana Goodyear’ı birlikte çalıştığım insan hakları grubuyla birlikte onu hapishaneye getirdim. İçeri gazeteci getirmemeniz gerekiyor ama ben bu kurala inanmıyorum. Mesela neden medyayı karartmak zorundalar? Yapmadıklarını söylüyorlar ama kesinlikle yapıyorlar. Ve böylece onun geldiğini öğrendiler ve hapishanede daha fazla gönüllü çalışma yapmamı yasakladılar ve kitabımın hapishanedeki insanlar tarafından okunmasını yasakladılar. Bu, kadın cezaevindeki cezaevi yönetiminin intikam eylemiydi.Bu kararı veren kişinin aslında kovulduğunu düşünüyorum çünkü o hapishanede çok sayıda suiistimal var, gardiyanların hapishanede kadınlara karşı cinsel tacizi var. Ve şimdiye kadar bunu unutmuş olabilirler.

İdeal bir düzende kural bellidir. Biri suç işlediyse cezalandırılır, hapishaneye girer. Siz suçluların hikayesini anlatıyorsunuz. Neden yaptınız bunu?
Romantize etmemek önemli. Elbette hapishanede sadece masum kurbanlar veya siyasi tutsaklar yok. Kaliforniya’nın ciddi bir suç olarak değerlendirdiği şeylerden dolayı hapse giren herkes gerçekten ciddi bir şey yapmıştır. Sanırım devletin görünmez kıldığı insanların da birer hayatları olduğunu düşündüğüm için bu romanı yazdım. Kendime dedim ki çağdaş roman deneme zamanı geldi, bugün nasıl yaşadığımızı bize anlatan roman yaz… Kaliforniyalı biri olarak, kendi Kaliforniya romanımı yazmak istedim.

Neden onları görmemiz gerektiğiniz düşüyorsunuz?
Gece yarısı hapishaneye giden otobüs yolculuğu boyunca onları takip etmek ve görünmez olmadıklarını anlamak istedim. (Roman, Romy’nin iki yıl kaldığı cezaevinden başka bir adrese transfer edilmesiyle başlıyor) O insanlar içerdeler. Açıkçası hayatımın büyük bir bölümünde onlarla çalışmak ve bu kadar yer vermek etik olarak dayanıklılık gerektiriyor. Tabii onların da çok sabırlı olmaları. Ama onları unutmamız gerektiğini düşündüm. Çünkü insanları unutup hayatımın tadını çıkarmak zaten çok kolay. Cezalandırılması gereken eylemlerde bulunan insanları düşünmek ve her gün hatırlamak mı? İşte o gerçekten çok ağır.

Tanıdığınız suça karışmış biri var mı?
Lisede hapse giren bir arkadaşım vardı. Birini bıçakladı. Hapse girdiğinde orada nasıl bir hayat süreceğini ve nasıl lider olunacağını bildiğine karar verdi. Öte yandan şunu da söylemek istiyorum: Eğer hayatınızın, sizin değerli olduğunun öğretilmediği bir ailede büyürseniz diğer insanlar için de aynı şeyi düşünmek kolay hale gelir. İşte o insanlar, şiddetin sorunlarına çözüm olacağını düşünür. Şiddete yönelme dürtüsü genellikle birkaç dakika içinde gerçekleşir. Sonra hayatınızın geri kalanı boyunca bunun bedelini ödemek zorunda kalırsınız. Ben bu hatayı yapan, beş dakika boyunca sorunlarımın çözümünün şiddet olduğunu düşünen birine duyduğum şefkati düşünmek istedim. Lisedeki arkadaşımdan bahsetmiştim, o kendine hapishanede bir hayat seçti. Ama şunu da söyleyeyim, hapishaneyi “iyi bir şekilde” bitirdiğinde dış dünyaya adapte olacak becerilere sahip olamıyor.

Türkiye’den Kaliforniya’ya bakan biri olarak aklıma ilk olarak Silikon Vadisi geliyor. Sanki her şey yolundaymış, refah seviyeniz çok yüksekmiş gibi. Gerçek Kaliforniya nasıl bir yer?
Kaliforniya, ABD’yi besleyen; endüstriyel tarımın kalbi olan bir bölge. Kaliforniya ekonomisi, ABD’nin geri kalanının toplam ekonomisinden daha büyük. Sadece Kaliforniya şu anda dünyanın dördüncü en zengin ülkesi. Son istatistiklere göre Almanya’dan daha zengindi diye hatırlıyorum. İnanılmaz güzel coğrafyamız var; karlı dağlar ve vadiler, beş bin yıllık ağaçlar… Bir yazar olarak yazabileceğim harika şeyler vardı. Ama gerçekten etrafıma bakmak istedim ve ‘Salon Mars’ı gördüm. Ofisimin pencerelerine bakıyorum, şu an dünyanın en büyük ceza mahkemesine yürüme mesafesindeyim. Gerçek roman buydu. Kendime sordum: Kaliforniya’daki en fakir insanlar neden sadece uzun süreli cezalar için hapishaneye gidiyorlar?

‘Salon Mars’ adındaki gece kulübünde kucak dansı yapmaktan Stanville Hapishane’ne müebbet hapis cezasını çekmeye giden ana karakter Romy Hall’u anlatıyorsunuz. Romy’i siz nasıl anlatırsınız?
Bu kızın kim olduğunu ve içeri girdiğinde hangi dünyayı kaybettiğini gerçekten hissetmek istedim. Hapishanede ona kalan tek şeyler anıları ve kim olduğunu gözden geçireceği sonsuz bir zamandı. Kitabın bir yerinde soruyorum: “Herkese ne oldu? Peki nereye gittiler? Peki şimdi neredeler?” Çoğu zaman kendi çocukluğuma da bu soruyu soruyorum. Herkes nerede? Birlikte büyüdüğümüz, plajda, şenliklerde parti yaptığımız bu insanlar… Kimileri ergenlik çağlarında gerçekten çok parlaktı ama hayatları pek de yolunda gitmeyenler de oldu. Romy de onlardan biri.

‘Salon Mars’ üçüncü romanınız. Hikayeyi başa saralım. Yazmaya nasıl başladınız?
San Francisco’luyum, yani Kuzey Kaliforniya’da büyüdüm. Her zaman yazar olmak istemiştim. Fakat ekonomi politik okudum. Aktivizme, siyasete ilgim hep vardı. 90’larda üniversiteden mezun olduğumda ekonomik bir durgunluk vardı, ABD’de işsizlik çok yüksekti. Çalışmak istemiyordum ama hayatımı geçindirmek zorundaydım. Ailemin de etkisiyle bohem bir yaşam tarzıyla büyümüştüm. Ben de bilmediğim bir dünyayı dolaşabilmek için her şeyi yaptım. San Francisco’nun çok sert bölgesinde gece kulüplerinde çalıştım. İlk işim barmenlikti. Sabah 06:00’dan 14:00’e kadar çalışıyordum. Orada öğrendiklerim, üniversitede almadığım bir eğitimdi.

“Hayat okulu” diyoruz biz de buna Türkçede…
Sanırım hayat okulu dediğiniz şey, benim temel eğitimim oldu. Kitaplarda ya da okulda öğretilmeyen eğitim biçimlerine çekildim her zaman. Büyük ihtimalle ailemin büyük bir etkisi var bunda. Gerçekten bohem insanlardı. Onlar için edebiyat ve şiir dünyası, yetenek ve hatta deha dünyasıydı. Çevremizde her zaman marjinalleştirilmiş yerlerden gelen fakat belki de kitaplarda yer bulamayan insanlar vardı. Az önce bahsettiğim barda deneyimlediklerim, Herman Melville’i (Moby Dick’in ABD’li yazarı) okumak kadar önemliydi benim için.

Barlarda çalıştıktan bir süre sonra New York’a düşüyor yolunuz. Dergilerde yazılar yazmaya başlıyorsunuz. Neden taşındınız?
Yüksek lisans yapmaya karar vermiştim. Bu iki yıllık süreç bana yazmak için fırsat verecekti. Bir burs kazandım. Ayrıca New York ruhunu yaşamak istiyordum. Orada çok daha sofistike insanların olacağını tahmin ediyordum. New York daha büyük bir ortamdı. San Francisco çok daha küçük ve kırsal geliyordu. Ama Colombia’daki ortamın beklediğim gibi olmadığını gördüm. Muhafazakar ve kısıtlayıcıydı. Yine de destek veren hocalarım vardı. Tabii bir grup sanatçıyla da tanıştım. Sosyal gerçekliğim bu oldu. Yazarlar yerine görsel sanatçılarla çevrildi etrafım. New York’ta yaşayan bu genç insanlar, aile, para gibi şeylere sahip gibi görünüyorlardı ve bu hepsi bir sosyal sınıf, sosyal kökenin bir parçasıydı.

Sizi nasıl etkiledi bu yeni sosyal çevre?
Açıkçası dışında olduğumu hissettim, çalışmak zorunda kaldım. En sonunda kendimi bir sanat dergisinde editör olarak buldum. O yıllarda ilk romanım üzerinde çalışmaya başladım. En sonunda da romana odaklanmak için işi bıraktım. Birisini seçmeliydim ve bu romanım oldu. 2003’te New York’tan Los Angeles’a taşındım. İlk romanım ‘Küba’dan Teleks’ (Can Yayınları) yazdım.

Bu yazarlara ekstra bir sorumluluk yüklüyor gibi. Neden önemli olduğunu düşünüyorsunuz?
Aslında biraz kahin gibi olmalısınız demek istiyorum. Ama bu özel bir beceri. Bazı yazarlar bunu yapar bazıları farklı yöntemler tercih eder. İnsanlar yaşadıkları dönemle ve gerçeklikle şekillenirler.

Kitap boyunca aslında tek bir sorunun peşinden gidiyoruz. Suç nedir, kim karar veriyor?
Bu soruyu neden sorduğunuzu anlıyorum. Benim de peşinden gittiğim ilk sorulardan biri buydu. Aslında bu çok temel bir soru. Şöyle ki bir aktivist değilim, yazarım. Romanlar, görülmeyeni görüleni aktarmanın yanı sıra adalet ve toplumumuzda neler yapılması gerektiğine dair bir tartışmadan ziyade, her şeyin karmaşıklığını anlatısal bir hikaye olarak ortaya koyan bir alan.

Ben de hapishaneyle ilgili yazdım. Haber olarak da yazdım. New York Times’a hapishanelerin kaldırılması hareketi hakkında uzun bir yazı hazırladım ve iki yılımı harcadım. Angela Davis, Ruth Wilson Gilmore ve Siyah radikal feminist hareketin örgütlenme, hapishane ve toplum olarak nereye gittiğimiz konusunda vizyon sahibi olan bu kişiler üzerinde çalıştım ve röportajlar yaptım. Ama romanlar bunun için uygun bir alan değil. Masumiyetin doğası hakkındaki felsefi soruları yanıtlamak da öyle. Çünkü derin ve neredeyse imkansız… Ama farklı bir soruya cevap aradım: Suçluluk ekseninde değerlendirlenler genelde alt sınıftan. Bu sınıftan herkes bu eylemi gerçekleştirmiyor ama genel kanı bu yönde. O halde biz de kendimize şunu sormalıyız: Hapishaneler yalnızca alt sınıftan insanlarla dolu, neden?

Nasıl bir cevap buldunuz?
Cevaptan ziyade kitap benim için daha çok bu bölünmüş kararın nasıl alındığına, şiddetin sorunlarınıza bir çözüm olduğuna inanmaya yönelik bir yolculuk. Romy de bir sorunu olduğuna ve bu sorunun çözülmeyeceğine inanan insanlardan biri ve öfkeyle patlıyor ve açıkçası gerçekten mazur görülemeyecek ya da silinmeyecek bir şey yapıyor. Zaten açıklanamaz şiddet eylemleri gerçekleştiren insanlarla çok zaman geçiriyordum. Artık benim de bu konuda bir şey yazmam gerekiyordu.

Hapishaneye gitmek, suçlularla bir araya gelmek sizin için nasıl bir deneyimdi?
Karşımda biri var ve anlayabileceğim ya da açıklayabileceğim her şeyden çok uzak bir şey yaptı. Ama onunla oturuyorum, düşünüyorum ve bu mesafeyi aşmaya çalışıyorum. Pek çok insan için bunun girilmesi yasak bir bölge olduğunu düşünüyorum. Hapishaneler suçlular için yani hayatta kötü seçimler yapmış insanlar için. Umarım hapishane sayesinde daha iyi seçimler yapmayı öğrenirler. Benim için durum bundan daha karmaşık, çünkü gerçek şu ki eğer bu şekilde yetiştirilmeseydim hangi kararları verirdim, neler yapabilirdim bilmiyorum.

Rachel Kushner’den Salon Mars: Amerikan rüyası paramparça olurkenRachel Kushner’den Salon Mars: Amerikan rüyası paramparça olurken

Salon Mars
Rachel Kushner
Çevirmen: Begüm Kovulmaz
Siren Yayınları, 2024
roman, 328 sayfa.

  • 1

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.