Dört aydır içerideydiler: 1 Mayıs tutuklusu kalmadı
Maksim Gorki, Emile Zola, Saramago, Suat Derviş, Mahmut Yesari, Orhan Kemal,, Pınar Öğünç... Ekmek kavgasından ilham aldıkları romanlar yazdılar. Emeğiyle varolmaya çalışanların öykülerini anlattılar... 1 Mayıs'ta bu kitapları tekrar hatırlatıyoruz.
Edebiyat tarihi işçi sınıfının mücadelesini ve hak arayışını konu edinen romanlarla dolu. 10Haber, 1 Mayıs'ı emekçilerin hayatını anlatan, onların sesini duyuran yazarlardan bazılarını anarak kutluyor.
Edebiyat tarihi işçi sınıfının mücadelesini ve hak arayışını konu edinen romanlarla dolu. Elbette tüm külliyatı buraya sığdırmak mümkün değil. Birini yazsak diğeri eksik kalacak. Ancak 1 Mayıs’ı emekçilerin hayatlarını anlatan, seslerini duyuran yazarlardan bazılarını anarak kutlamak istedik.
O halde Orhan Kemal’le başlayalım. Orhan Kemal işçi sınıfının yazarıdır. Kalemi daima işçilerin yaşadıklarını, uğradıkları haksızlıkları ve mücadelelerini yazar. 1949’da yazdığı ilk öykü kitabı ‘Ekmek Kavgası’ sadece ismiyle bile çok şey anlatır. Bu nedenle herhangi bir kitabını seçmek diğerlerine haksızlık olur. Emekçilerin hak mücadeleleri, mecbur bırakıldıkları yoksulluk ve yaşam koşulları söz konusu olduğunda bunun Türk edebiyatına nasıl yansıdığını okumak isteyenler yazarın ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’, ‘Vukuat Var’ , ‘Hanımın Çiftliği’, ‘Kanlı Topraklar’ ,‘Devlet Kuşu’ ve ‘Gurbet Kuşları’nı okuyarak başlayabilir.
Takvimler 1928’i gösteriyor. Münevver toplumun alışkın olmadığı bir erkek ortamında, fabrikada işçidir. Münevver kendisi gibi emekçi olan Murat’a aşıktır. Her ne kadar aşk hikayesi gibi görünse de Mahmut Yesari’nin ‘Çulluk’ adlı bu romanı edebiyat tarihimizin ilk işçi romanı kabul edilir. Aşk hikayesinin arka planında fabrikadaki işçileri, zorlu yaşam koşullarını, emekçilerin hayatlarını, kadın erkek ilişkilerini anlatır yazar bu romanında.
Portekiz edebiyatının öncülerinden Jose Saramago yoksul bir köylü ailenin oğlu olarak büyüdü, maddi yetersizlikler yüzünden eğitimini yarıda bıraktı, tarlalarda da çalıştı çevirmenlik de yaptı. 1998’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Saramago ne yazdıysa ülkesinde olan bitenden, insanların yaşadıklarından ilhamla yazdı. En ünlü romanı ‘Körlük’ten hemen sonra yazdığı ‘Umut Tarlaları’nda Alentejo eyaletinde yaşayan ve hayatta kalma savaşı veren bir ailenin öyküsünü yirminci yüzyılın başından alarak 1974 Devrimi’nin öncesine kadar getiriyor.
Toplumcu gerçekçi anlatıları ve kadın özgürleşme hareketini romanlarına konu alan yazarlardan biri Suat Derviş. Yazar ve gazeteci Derviş bu romanında da bir aşk hikayesi anlatsa da aslında fabrikada çalışan işçi kadınları, yoksulluğu ve güvencesizliği anlatır. Romanın baş kahramanı Nazlı çok güzel bir kadındır. Aynı zamanda yoksuldur, alkolik bir babası vardır. Bir dokuma fabrikasında çalışır. Roman da Nazlı’nın hayatını merkeze alsa da bu fabrikada aslına sömürülen işçilerin hayatlarına konuk oluyor okur.
Ayrıca bu kitabın ilginç bir yayın macerası var. Romanın sonunu Kemal Tahir yazmış. Neden derseniz: O dönemde çalıştığı gazete Suat Derviş’i muhabir olarak Sovyetler Birliğin’e gönderir. Romanı tefrika halinde yazan Derviş de taslaklarıyla birlikte tüm notlarını Kemal Tahir’e verip sonunu yazmasını ister. Tam olarak hangi bölümden itibaren Tahir’in satırlarını okuduğumuzu bilmiyoruz ancak dikkatli ve sadık Derviş okurları üsluptaki farklılığı anlamakta çok da zorlanmayacaktır.
Öykülerindeki kahramanların başlarına inanılmaz olağanüstü olaylar gelmiyor ya da dünyanın en orijinal karakterleri değil hiçbiri. Hatta çok tanıdıklar, çok ulaşılabilirler. Bir iç çamaşırı dükkanında çalışan genç kadınla esnaf lokantasının motokuryesinin ilişkisi, iki plaza çalışanının kendilerine kurduğu dünya, kentsel dönüşüme uğrayan binanın temelinde gizlenen bir iş cinayeti… Öğünç bugüne, bize, emek ve sermaye çelişkilerine ayna tutuyor. Bu arada kitaptaki Plazada Huzur ve Çimento adlı iki öyküye işaret düşelim, kitabı elinize aldığınızda belki öncelik vermek istersiniz.
Bir hatırlatma da Pınar Öğünç’ün yaratıcılığını üstlendiği ‘Sen Ben O’ isimli podcast serisi için. 10 bölümlük bu seride farklı konuklar hayatlarından bir anıyı ya da genel olarak hikayelerini anlatıyor. Konuklar arasında 25 yıldır valelik yapan Murat Bayım ünlü olmak için İstanbul’a gelen Azerbaycanlı bir sokak müzisyeni, setlerde figüranlık yapan öğretmen emeklileri var.
19. yüzyılın en önemli klasiklerinden ‘Germinal’ Emile Zola’nın da en ünlü romanı. Roman Fransa’da zor koşullar altında çalışan madencilerin hayatını anlatır. Ağır çalışma koşulları, yoksulluk ve adaletsizlikle mücadele eden işçilerin hayatlarını aktaran Zola bizzat kendi gözlemlerine de yer veriyor kitabında. Maden ocaklarındaki grevlere gidip gözlem yapıyor, işçilerle birebir görüşüyor. Maden işçilerinin çalışma koşullarını bu kadar çarpıcı bir şekilde aktarması da sırtını bu kişisel gözlemlere yaslıyor. ‘Germinal’ her ne kadar yüzyıllar önce yaşanan olayları anlatsa da bugün hala işçi sınıfının çözülemeyen sorunlarını anımsatıyor, bir arpa boyu yol gidemedik mi sorusunu incelikli bir şekilde akıllara bırakıyor. Roman 1993’te aynı isimle beyazperdeye de uyarlandı.
Rus edebiyatının en önemli yazarlarından Maksim Gorki’nin tüm kahramanları hayatın içindendir. İşçi sınıfını, nasıl sömürüldüklerini, mücadelelerini baskıcı rejime rağmen yaptıkları eylemleri anlatır. Bunun en iyi örneklerinden biri de Çarlık Rusyası’nın kanla bastırdığı 1905 devrimine adadığı ‘Ana’ romanı. Gorki bu romanı 1906’da sürgündeyken yazdı.
Roman sömürülen ve hakları için mücadele eden binlerce işçiden biri olan Pavel’in annesi Pelageya’nın, oğlu ve işçi arkadaşları sayesinde dünyaya farklı gözlerle bakmaya başlamasının hikayesini anlatır. Pelageya başlarda annelik içgüdüsüyle oğlunun zarar görmesini istemez, yaptıklarından, yapacaklarından ve fikirlerinden korkar. Ancak oğlu tutuklandıktan sonra işler değişir. Pelageya yaşadıkları düzeni gördükçe dünyaya başka gözlerle bakmaya başlayınca oğlunun ilkelerine inanır, devrimin meşalesini taşıyan kadınlardan biri olur.
Akın Bakioğlu’ndan Büyük Madenci Yürüyüşü’nün detayları…Türkiye işçi sınıfı hareketinin tarihindeki en “büyük” olaylarından 1991 madenci grevini ve Ankara’ya doğru çıkılan uzun yürüyüşü anlatıyor.
Deniz Gürler’in fabrika işgallerinin işçi sınıfı mücadelesine katkılarını tartışan, mücadeleye yeni bir perspektif sunan ‘İşgal, Direniş, Üretim!’. Gürler 20. yüzyılda görülen işçi denetimi ve fabrika işgal hareketlerini gerek tarihî gerek ekonomik yönleriyle ortaya koyarak çeşitli dönemlerden örnekler veriyor. Üstelik bu örnekler dünyanın dört bir yanından. Yazar, Arjantin, Brezilya, Uruguay, Venezuela gibi Latin Amerika ülkelerindeki deneyimler başta olmak üzere Yunanistan, Türkiye, İtalya, ABD, Mısır, Endonezya gibi farklı ülkelerde yaşananlara göz atıyor. Arka kapaktan, iştah açıcı, kısa bir alıntı:
“Bugün ‘İşgal et, diren, üret’ sloganı her dilde aynı anlama gelmekte ve aynı zamanda bir çağrı niteliği taşımaktadır. Ne mevcut deneyimler özyönetimin tamamlandığı projelerdir ne de hareket işçi sınıfının diğer örgütlenme ve mücadele araçlarının bir ikamesidir. (…) Bertolt Brecht’in dediği gibi ‘Savaşan kaybedebilir, savaşmayansa çoktan kaybetmiştir.’”