Hişt hişt Erdal Öz’den mektup var!

Erdal Öz ile Zülfü Livaneli'nin dostlukları 1970’lerde Ankara’da başladı. Araya sürgünler, hastalıklar ve memleket meseleleri girdi, ancak dostlukları 10 yıllar boyunca devam etti. İkilinin mektupları 'Sazın Teli Koptu' adlı bir kitapta toplandı.

Kültür Sanat 8 Mayıs 2024
Bu haber 5 ay önce yayınlandı
Zülfü Livaneli ve Erdal Öz’ün on yıllara yayılan dostluk hikâyesi “Sazın Teli Koptu” Mayıs’ta Can Yayınları’nda.

Türkiye 6 Mayıs tarihini Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edildiği gün olarak hatırlıyor. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının verdikleri mücadele onlarca kitaba konu oldu, yaptıkları nesilden nesile aktarıldı. Ancak bizzat Deniz Gezmiş’in isteğiyle yazılmış bir kitap var ki, yeri başka…

Yazar ve Can Yayınları’nın kurucusu Erdal Öz’ün ‘Gülün Solduğu Akşam’ı kitabı Ankara Mamak Askerî Cezaevi’nde tanıştığı Gez­miş’in isteği üzerine tuttuğu notlardan oluşuyor. Öz o dönem cezaevinden çıkıyor, elindeki notlar bir kitap için yeterli olmuyor, bu kitabı ancak yıllar sonra yazıyor. Ve kaderin garip cilvesine bakın ki Erdal Öz de bir 6 Mayıs günü hayata veda ediyor.

18 yıl önce aramızdan ayrılan Erdal Öz’den geriye ‘Gülün Solduğu Akşam’ da dahil olmak üzere öyküleri, romanları, Can Yayınları ve bir de mektupları kaldı… Can Yayınları yazarın ölüm yıldönümünde sürpriz bir haber paylaştı. Öz’ün dostu Zülfü Livaneli’yle mektupları, anıları, yazıları ve söyleşileri ‘Sazın Teli Koptu’ adlı bir kitapla okurla buluşacak.

Yıllara direnen dostluk

Onlarınki 1970’li yılların Ankara’sında başlayan, araya giren sürgün yıllarıyla pekişen bir dostluktu. Sohbetleri Ankara’daki Büyük Sinema pasajındaki Sergi Kitabevi’nde başladı, 12 Mart zamanında parmaklıklar ardında devam etti, Livaneli’nin Stockholm’deki yıllarında daha da güçlendi. Livaneli’nin 1973’te İsveç’e göçmesiyle mektuplaşmaya başlayan ikili 1984’te Livaneli’nin Türkiye’ye dönmesine kadar yazışmayı sürdürdü.

Yıllar geçiyor, ülke değişiyordu -ya da bazı şeyler hiç değişmiyordu- ancak Öz ve Livaneli dostluğu tam badireleri atlatıyordu. Edebiyatın buluşturduğu iki dost kendi alanlarında Türkiye’nin önde gelen isimleri oldular. Erdal Öz’ün ölümüne kadar devam etti bu dostluk.

Kitabın ismi de Zülfü Livaneli’nin 2006 yılında hayata veda etmesinden sonra yazdığı ‘Erdal’a Ağıt’ başlıklı yazısından. Livaneli  dostunun ölüm haberini aldığı anı şu sözlerle anlatmıştı: “İstanbul’daydım. Akşam acı acı çaldı telefon. ‘Erdal Öz öldü!’ dediler. Bir cam kırıldı birden, bir martı çığlık attı, bir sazın teli koptu! Kırk yıllık anılar geçti gözümün önünden. ‘Seni hiç unutmayacağız namuslu, yürekli, yiğit arkadaşım benim’ diye mırıldandım. İçim kan ağlıyordu.”

Mektupların ve yazıların orijinallerine sadık kalınarak yayımlanacak olan kitabı Cem Akaş hazırladı. Erdal Öz, Livaneli’nin mektuplarını saklamış, düzenlemiş. Belli ki o da bu mektupları yayımlamayı düşünmüş. Öz’ün Livaneli’ye yazdığı mektuplardan yalnızca ikisi yayınevinde ulaşmış. Akaş bu boşluğu doldurmak için Liva­neli’yle uzun bir söyleşi yapmış. Bu ay raflardaki yerini alacak kitap Öz ve Livaneli’nin dostluklarına ışık tutmanın yanı sıra Türkiye’nin bir dönemini de anlatıyor.

‘Gülün Solduğu Akşam’dan tadımlık

‘Sazın Teli Koptu’dan Zülfü Livaneli’nin Erdal Öz’e yazdığı mektuplardan biri şöyle:

Stockholm, 20 Şubat 1974

Dostum merhaba,

Uzun zaman geçti aradan. Sonunda şöyle bir merhaba diyebildik uzaktan da olsa. Bugüne dek çok istediğim halde, senin adına düşünmem, yazmaktan alıkoymuştu beni. Kasım’da bir İsveç radyo ekibiyle haber göndermiştim, fakat bulamamışlar seni. Kitabını ve gazeteyi alınca sözlerle açıklayamayacağım dostça bir sıcaklık içimi ısıttı. Acılar ve suskunluklar içinde kesildi görüşmemiz. Şimdi bu aradan sonra seni ününün ve işinin doruğunda selamlamak ne güzel şey. Keşke hayat hep böyle he­yecanlar ve sevinçlerle dolu olsa.

Gazetede romanını okuyorum. Parça parça okumak bir azap oluyor benim için. Ne koşullarda oluştuğunu biliyorum yapıtının; açıklamak zorundayım ki geciktireceksin, yapmaya fırsat bulamayacaksın diye korkuyordum. Çünkü senin sorumluluğun büyüktü bu yazma işinde. Hani eskimiş kutsal kitaplarda söylendiği gibi: Bu iş sana açıklandı ve sana verildi, görevini en iyi biçimde yerine getirdiğinin tanığıyız.

Yıllar boyu cins romanlarda bir şey arıyordum. İnsanın, insan oluşu, tek başınalığı ile “çok başına” yani toplumsal oluşu. Bu ancak bireyin bir izdüşümü gibi, topluluğun ortak davranışının belkemiği gibi ele alınmasıyla gerçekleşebilirdi. Sonunda bunun çözümünü 19’uncu yüzyıl roman geleneğiyle Brecht estetiğinin sentezinde bulmuştum. Aynı işi bilinçle başardığını görmek felaket etkiledi beni. Evet, Nuri, hem Nuri’dir, hem Nuri değildir. Bir roman kişisine bu tekil ve çoğulu yüklemek, Nurileri hem olanca zayıflığı ve kanlı canlılığıyla anlatmak, hem de toplumsal bir mozaiğin kum taneleri gibi göstermek ustalık işi. Diyalektik bir çözüm işi. Bu konuda daha çok yazmak için romanın tümünü okumayı ve heyecanlarımın durulmasını bekleyeceğim.

Burası İsveç diye bir yer. Çoğu zaman burada ne işim olduğunu, bu topluluğun, bu dilin benimle ne ilgisi olduğunu düşünüp duruyorum. Saksıya dikilmiş gibi, iğretiyim burada. Oysa bana tanınan olanaklar çok geniş ve rahat. Radyoya, TV’ye, tiyatrolara müzik yapıyorum. 

Bir ­iki aya kadar büyük bir firma bir long­play’imi yayınlıyor. Birlikte çaldığım çok iyi bir İsveçli grubum var. Yeni ve olumlu bir stil ortaya çıkardığımızı sanıyorum. Gelecek hafta ağıtlar kaset olarak yayınlanıyor. Bütün bunlar beni sevindirmiyor inan ki. Bu işlerin onda birine razıyım, tek memlekette olsun. Yeri gelmişken söyleyeyim, cumartesi günü radyoda senin bir öykünü okuyacağım. Ayrıca kitaplarının burada basılmasını sağlayabilirim sanıyorum. Yalnız bunun için önce İngilizceye çevrilmesi gerekli. İngilizceden İsveççeye çevrilebilir. Çünkü bu işi kıvırabilecek kadar İsveççe ve Türkçe bilen yok. Bana kitaplarının İngilizcesini gönderebilirsen yayımlatmaya çalışırım. İliş­kide olduğum birkaç iyi yayınevi var. Çürüyen köhne ve sahte hümanist edebiyatları, sağlam ve namuslu bir yapıt görsün.

Eh, dostum, işte böyle… Bir solukta söyleyebildiklerim bunlar. Kaç bin kilometre uzaktan yüreğimi coşturdun. Zaten burada memlekete dönük bir radar gibi yaşıyorum. Gelen dergiler, gazeteler, kitaplar, mektuplar, çatlak toprağa dökülen su gibi. Bir de radyodan canhıraş sesler arasında Türkiye’yi çekmeye çalışıyoruz. Ne azap, bilemezsin.

Unutmadan söyleyeyim, yeni çıktığımda, en berbat zamanımda bizim Norveçli gazeteciyi gördüm Oslo’da. Misafir etti beni. Senin öykülerini Karabuda’ya gönderdiğini söyledi. Sonra Güneş’le konuştuğumda anladım ki hiçbir şey yapamamış, böylece senin öyküler güme gitmiş.

Burada saz elimden düşmüyor. Trubadur oraya, trubadur buraya, Theodorakis’in gecesinden İranlıların açlık grevine, Şili gösterisinden Küba yıldönümü toplantısına dolaştırıp duruyorlar. Benim için yepyeni bir dönem. Aylin İsveç okuluna gidiyor. Dil sorununu çözdü. Ülker de İsveççe kurslarında. Senem’e, Ülkü’ye ve sana çok selamları var.

Onurla kucaklarım seni. Hoşça kal…

Not: İstediğiniz herhangi bir şey olursa yaz.

Costa Gavras’ın yeni filmi Sıkıyönetim senin Yaralısın’da anlattığın şeylere değinmiş.

Müthiş organize bir soygun: Avrupa kütüphanelerindeki Puşkin kitaplarının birinci baskıları tek tek çalınıyorMüthiş organize bir soygun: Avrupa kütüphanelerindeki Puşkin kitaplarının birinci baskıları tek tek çalınıyor

 

 

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.