Avrupa silahlanıyor: İthalat beş yılda iki katına çıktı
İsrail ve Hamas arasında ateşkes için umutlar giderek azalıyor. Arabuluculuk faaliyetlerini uzaktan izleyen Türkiye, Hamas tarafının garantörü olmak istiyor. Aradaki fark ne? Türkiye'nin İsrail ile ticari ilişkileri kesmesi neden İsrail'i zora soktu?
7 Ekim 2023 tarihi İsrail ve Filistin arasındaki çatışmada yeni bir sayfa açtı. Filistin’de 34 bin, İsrail’de 1200 kişi hayatını kaybetti. Savaş sadece o bölgeyi değil, dünyanın geri kalanını da etkiledi. Bir yanda Filistin’deki katliamın sona ermesini isteyenler varken, öte yanda İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu iddia edenler belirdi. Türkiye bu kutbun ilk kısmında yer aldı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan her ne kadar savaşın başında itidal çağrısı yapsa da ilerleyen dönemde önce Hamas’ın “mücahitler topluluğu” olduğunu söyleyecek; ardından da İsrail’i “terör devleti”, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu ise “Hitler” olarak niteleyecekti.
Erdoğan’ın ton değişikliği bazı kesimlerde arabuluculuklarda rol oynama isteği olarak yorumlansa da Türkiye’nin müzakere masasından ziyade garantörlüğe ilgisi olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Hamas şubat ayındaki ateşkes teklifinde garantörleri arasında Türkiye, Katar, Mısır, BM ve Rusya’yı gösterdi. Peki arabuluculuk ve garantörlük arasındaki fark ne ki Türkiye arabuluculuktan ziyade garantörlükte öne çıkmak istedi? İsrail ile ticari ilişkilerin birdenbire kesilmesi ne anlama geliyor?
Ateşkesin ilan edilmemesi Gazze’ye ulaşan yardımlara darbe vuruyor. Yolların güvenli olmaması, İsrail’in sınırlı sayıda yardımın geçişine izin vermesi ve son durumda yardımların en çok biriktiği yer olan Refah’taki sınırın kapatılması yardım akışını etkiledi. Türkiye başta kendi uçaklarıyla Gazze üzerinden paraşütle yardım indirmesine izin verilmemesine tepki olarak İsrail’e ihracatı yapılan 54 ürüne kısıtlama getirdi. Savaşın yedinci ayındaysa “Yardımların ulaştırılması kolaylaştırılana kadar ticari ilişkilerin tamamen kesileceğini” söyledi.
İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz’ın iki ülke arasında 90’larda yapılan anlaşmanın kesilmesine tepkisi Erdoğan’a “diktatör” demek oldu. Peki İsrail’in tepkisini bu kadar büyüten neydi? Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Barış Adıbelli 10Haber’e yaptığı değerlendirmede iki ülke arasındaki ticaret anlaşmasında daha bağımlı olan tarafın İsrail olduğunu söylüyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’na göre iki ülke arasındaki ticaret hacmi 6.8 milyar dolardı. Bunun yüzde 76’sını Türkiye’nin ihracatları oluşturuyordu. Ticaret Bakanlığı’na göre Türkiye 2022’de İsrail’e İtalya’dan sonra en çok makarna satan ikinci ülkeydi. Türkiye, İsrail’in makarna ithalatında yüzde 17.3, konserve sebze ithalatında yüzde 15.9, meyve ithalatında yüzde 14.8, bisküvi ithalatında yüzde 10 paya sahipti. Türkiye’nin geçen yıl İsrail’e en büyük ihracatı demir ve çelikti. İsrail’in Türkiye’ye en büyük ithalatı ise rafine petroldü.
İsrail’in özellikle inşaat sektöründe demir çeliğe ihtiyaç duyduğunu söyleyen Adıbelli, “İsrail’in ihtiyaç duyduğu malzemeleri Ortadoğu’dan toplaması, tedarik etmesi zor. Çevresindeki hiçbir ülkede bunlar üretilmiyor. Mısır’dan alayım, Güney Kıbrıs Rum kesiminden alayım diyemiyor. Çevre ülkeler de inşaat malzemeleri, çimento gibi malzemeleri bizden alıyor. Bu malzemeleri tedarik edebileceği ülkeler uzak” diyor.
Times of Israel’e konuşan dijital tedarik zinciri şirketi SlichChain’in kurucu ortaklarından ve CEO Elad Barshan “Tedarik zincirimizin en zayıf noktasından vurulduk. Çünkü Türkiye’den ithalat oldukça ucuz, gelişi çok hızlı, sadece birkaç gün sürüyor” diyerek Türkiye’nin kararının çok ani olması nedeniyle ithalatçıların tedarikçilerini değiştirmek için zaman bulamadığını söyledi. Bundan sonraki süreçte İsrail’in ticaret için Avrupa Birliği ve ABD’nin kapısını çalacağı tahmin ediliyor. Tabii bunun İsrail’e yansıması yüksek maliyetli, tedariki uzun sürecek anlaşmalar şeklinde olacak.
Bununla birlikte İsrail tarafındaki ithalatçılar, Türkiye-İsrail ticaretinin bir noktada eski haline döneceğini tahmin ediyor. Daha önce Mavi Marmara faciası, “One minute” krizinde bile ticari ilişkilerin tamamen kesilmediğini söyleyen İsrailliler, Türkiye’nin ekonomisinin iyi olmamasının da Ankara’yı kararından döndürebilecek bir unsur olarak görüyor.
Ticaret yeniden başlasa bile İsrail ile ilişkilerin düzelmesinin zor olduğunu belirten Adıbelli, “Netanyahu gitmeden Türkiye ile İsrail ilişkilerinin düzeleceğini düşünmediğini” söyledi. Adıbelli Filistin’e yardım taşıyan Mavi Marmara gemisindeki 10 yolcunun İsrail askerleri tarafından öldürülmesiyle sonuçlanan faciada da İsrail’in başındaki ismin Netanyahu olduğunu hatırlatarak iki ülke arasında ilişkilerin gerildiği neredeyse her dönemde İsrail’in başında Netanyahu’nun olduğunu belirtti.
Erdoğan’ın ‘Bizim İsrail ile sıkıntımız yok, hükümet ve savaş kabinesiyle var’ dediğini de hatırlatan Adıbelli, “Netanyahu gidip de yeni bir lider gelirse Türkiye de ilişkileri farklı bir boyuttan ele alacaktır” dedi. İsrail’de Netanyahu’nun istifası için protestolar devam ediyor. Ancak Netanyahu’nun koltuğu bırakmaya niyeti yok. Kalıcı ateşkese sıcak bakmamasının nedenlerinin başında da koltuğunu bırakmama arzusu geliyor. Zira savaş sona ererse herkesin bu kez 7 Ekim saldırılarında hükümetin sorumluluğunu daha sıkı bir şekilde irdelemeye başlayacak.
Yeniden arabuluculuk ve garantörlük meselesine dönelim. Adıbelli iki terim arasındaki farkın süreç farklılığından kaynaklandığını söylüyor. Arabuluculuğun barış anlaşması öncesindeki süreci de kapsadığını söyleyen Adıbelli, Türkiye’nin daha çok rehine meselesinde devreye girmek istediğini ancak süreci zaten Katar yürüttüğü için Türkiye’nin dışarıdan nezaret ettiğini söylüyor. Türkiye kasım ayındaki esir takasında Hamas’ın elindeki 10 Taylandlı rehinenin serbest bırakılmasında rol oynamıştı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Al Arabiya’ya verdiği son demeçte Katar ve Mısır’ın yürüttüğü müzakereleri takip ettiğini belirtmiş, “İsraillilerden gelen, hatta başka ülkelerden gelen talepleri Hamas’a aktarıyoruz. Yani özellikle rehinelerin bırakılması konusunda temaslarımız devam ediyor” demişti.
Ancak Hamas ateşkesi kabul etse de İsrail koşulların kendilerine uygun olmadığını söyleyerek Refah’a tanklarla, askerlerle girdi; sınır kapısının kontrolünü ele geçirdi. Eğer İsrail ölü ya da diri 33 rehinenin serbest bırakılmasını kabul etseydi önce geçici ateşkes, belki sonrasında da kalıcı ateşkes için bir şans doğabilirdi. Adıbelli kalıcı ateşkesten sonraki aşamanın kalıcı ateşkesi barış anlaşmasına dönüştürmek olduğunu söylüyor. Bunun da her iki tarafın da yanında “kefilleri” denebilecek ikili, üçlü ya da dörtlü gruplar halinde düzenlenen barış konferansına götürdüğünü söylüyor.
“Hamas ve Filistin tarafı bu meselede zayıf olan taraf” diyen Adıbelli, garantörlüğün zayıf tarafa güvence veren bir şey olduğunu anlatıyor. Kıbrıs sorunundan örnek veren Adıbelli, “Türkiye Londra ve Zürih anlaşmalarıyla Kıbrıs’ta garantörlük hakkı elde etti. Böyle bir hakkımız olmasaydı 1974’te orada yaşanan zulme nasıl müdahale edilecekti? O zaman Enosis gerçekleştirmek için Kıbrıs’taki Türk halkına uygulanan zulüm politikalarını biliyoruz. Garantörlük, hem tarafların birbirine karşı tutumlarında mesafelerini korumalarını hem de özellikle zayıf tarafın güvenliğini sağlamak açısından önemli” diyor. Garantörlüğün ayrıca bir ülkeye ya da tarafa kefil olmak anlamına geldiğini söyleyen Adıbelli, “Hamas’ın ya da Filistin’in atacağı herhangi bir adımda Türkiye olarak belli bir yükümlülüğün altına girmiş oluyorsunuz. Yani garantörlük sadece tarafları korumayı değil, karşı tarafa herhangi bir saldırı düzenlenmemesi hukukunun gözetilmesidir aynı zamanda” diyor.