Bu fotoğraf 1967 yılında Ankara Güniz Sokak’taki küçük öğrenci odamda çekildi.
Yirmi yaşındayım.
Duvarlarım 20 yaş çocukluğu ve heyecanı ile astığım posterlerle kaplı.
Bu odanın gördüğünüz tarafı… Bir de görmediğiniz tarafı var.
Orada devasa bir Karl Marx ve onun kadar devasa bir Mick Jagger posteri asılı.
Görünen tarafımın en büyük fotoğrafı ise Françoise Hardy…
“Tous Les Garçons et Les Filles” şarkısını söyleyen şahane kız.
Yani bizi, “Bütün oğlanları ve kızları” anlatan bir şarkı.
İşte o kız dün öldü.
Seksen yaşındaydı…
Saçları bembeyazdı ve hayatının son yıllarını “insanın kendi hayatına son verme hakkını” savunarak geçirdi.
Uzun süredir hastaydı. Tek arzusu acı çekmeden ölebilmekti.
Bunu söyledikten altı ay sonra gitti bu dünyadan…
Aradan 50 yıl geçti.
Hala aklımdan çıkmıyor bu kız.
Son defa Wes Anderson’un “Moonrise Kingdom” filminde karşılaşmıştım.
Söylediği “Le Temps de l’Amour” şarkısı sanki filmin baş oyuncusuydu.
Filmin 12 yaşındaki kız çocuğu kahramanı Suzy Bishop küçük bir 45 devirlik plakçalarla evden kaçıyor ve gittiği her yerde bu şarkıyı çalıp dans ediyordu.
Nasıl da güzel gitmişti filme bu müzik.
Filmin Türkçe adı “Yükselen Ay Krallığı”ydı…
1960’ların sembolü bir kız seçmek gerekirse…
Benim için oydu Françoise Hardy.
Oysa ne büyük bir çelişki…
Beat müziğin dünyayı sarstığı günlerin tam ortasında olabilecek en romantik baladlarla gelip oturmuştu aramıza.
Ben Ankara’nın bir mahallesinde gizli gizli ona hayranlığımı yaşarken o kıza meğer benimle birlikte kimler aşıkmış, hayranmış…
Meğer Salvador Dali hayranıymış.
1968’de onu Cadraques’taki evine davet etmiş ve bir hafta geçirmişler o evde.
Ama başka bazıları var ki…
O zaman daha iyi anlıyorum ben nasıl hayran olmuşum bu kıza…
Benim gibi 1960’larda yeni İngiliz müziğinin nabzının attığı Chelsea’de, Camden’da yeni yükselen popçularının çoğunun duvarında da onun posteri asılıymış…
Rolling Stones’un 29 yaşında ölen üyesi Brian Jones ve Morrissey de onun aşıkları listesindeymiş meğer.
Françoise Hardy hastalığının belli olduğu 2018’de Bob Dylan ve Mick Jagger’dan kendisine gelen şarkı sözü denemeleri olduğunu açıklamıştı.
Bob Dylan 1964’teki “Another Side of Bob Dylan” albümünün kapağına ona ithaf ettiği bir şiirden dizeler koymuştu.
Ama en ilginç hikaye Bob Dylan’la Paris’te Olimpia’daki konserinde yaşadıklarıydı.
Dylan “Françoise buraya yanıma gelmezse konserin ikinci bölümüne çıkmayacağım” diye tutturmuştu.
O ve başka bazı sanatçılar daha sonra kaldığı George V Otelindeki odasında yanına gitmişlerdi.
İşte orada henüz baskıdan çıkan iki plağını Françoise Hardy’ye göstermişti Dylan:
“Just Like A Woman” ve “I Want You…”
Belki de onun için yazılmış iki şarkıydı.
Kimse hiçbir zaman bilemedi.
Mick Jagger’a gelince…
Françoise için “idealimdeki kadın” diyordu her yerde.
Ve bu tek taraflı değildi.
Françoise Hardy için de “ideal erkekti…”
Ama bu iki ideal hiçbir zaman fiziken birlikte olmadı.
Tıpkı şu sıralarda Disney Plus’ta gösterimde olan “Lagarfeld” belgesel dramasında Karl Lagarfeld ile Jacques de Bascher arasındaki büyük aşk gibi…
Lagarfeld ona deli gibi tutkundu. Ama yıllar sonra “aralarında hiçbir fiziksel ilişki olmadığını” söylemişti.
Tabii bir de dönemin en büyükleri var…
Beatles’ın iki üyesi John Lennon ve Paul McCartney de onun gizli hayranları arasındaydı.
Chelsea dedikodularına bakılırsa ikisi de şanslarını denemiş ama başaramamışlardı.
Ya David Bowie…
O hünsa adam…
Onun da Chelsea’deki odasının duvarında bir Françoise Hardy posteri varmış.
Japon tasarımcı Rei Tawakubo…
Halen dünyanın en önemli genç markalarından biri olan “Comme des Garçons”un adını ondan ve şarkısı “Tous Les Garçons et les Filles” şarkısından esinlenerek koymuştu.
Françoise Hardy 17 Ocak 1944 günü doğmuştu.
Oğlak burcuydu ve Saturn’ün gölgesinde gelmişti bu dünyaya…
Yani “Soğuk Gezegen”in karanlık yüzünde doğmuştu.
Belki de o yüzden bütün hayatı boyunca hep mesafeli, soğuk bir insan gibi durdu.
Onu Serge Gainsbourg’la yan yana getiren de işte bu baştan çıkarıcı mesafeydi.
Veya bize öyle göründü.
Kırmızı ruj sürmeyen, sigara içmeyen, bir Amerikalı editörün deyişiyle “mini etekli bir ceylandı” o.
Mini eteğin ve pantolonun en yakıştığı kızdı o günlerimde…
Haute Couture’den ilk giydiği elbise bir Courreges’di..
1960’larda “Fransız genç kız tarzını” o yaratmıştı.
Brigitte Bardot yıllarıydı.
O ise tam bir “Anti Bardot” olarak çıktı…
Bardot kadınlığını ne kadar cömertçe ve cüretle teşhir ediyorduysa…
O da o kadar cömertçe saklıyordu…
Antonioni’nin Blow Up filminden fırlamış bir kahramandı.
Peki 1960’ların yeni Fransa’sını yaratan bu kadını Fransa nasıl uğurluyor?
İki en önemli gazetesi Le Monde ve Le Figaro’ya bakıyorum.
Aşırı sağın yükselmesi bütün birinci sayfaların üstüne abanmış.
Benim neslimin yeni insanını mahveden kadına altlarda küçücük bir yer kalmış.
Haberlerse…
Duygusuz bir dille yazılmış.
Üç bin kilometre ötede beni kaplayan ağlamaklı hüznün onda biri yok…
Demek ki popülist siyasetçilerin yarattığı vasatlık Saint Germain ruhunu da alıp götürmüş.
Allahtan Akdeniz’in bu tarafında Güniz Sokak, öteki tarafında da Chelsea ve Camden’in çocukları var ona en güzel ağıtları yakacak.
(*) “Mon Amie La Rose”
(*) “Le Temps de l’Amour”
(*) “Tous les Garçons et les Filles”
(*) “Comment Te Dire Adieu”
(*) “Ma Jeunesse Fout le Camp”
(*) “Le Large”
(*) Un Peu d’Eau”
(*) “Suzanne” (Leonard Cohen’in şarkısını çok güzel söylüyor)
(*) “Que Reste t-il de nos Amours”
(*) “Tant de Belles Choses”
23 Kasım 2024 - Hadise’nin yeni şarkısıyla gelen eski Türkiye özlemi: ‘Biz bizeydik nostaljisi’
22 Kasım 2024 - Ufuk Uras’a sordum: Devlet beye o soruyu sordun mu?
20 Kasım 2024 - Son anket: Türk halkı böyle bir Milli Eğitim Bakanı istemiyor
19 Kasım 2024 - Yılın son profil analizi: Hakan Fidan’a elini veren kaç parmağını kaybeder?
17 Kasım 2024 - İşte o ünlü adamın aynı anda idare ettiği altı kadının isimleri