İsrail 7 Ekim’den bu yana ilk kez özür diledi
İsrail'in Gazze'yi bombardımana tutmasının birinci yılı geride kalırken, Gazze Sağlık Bakanlığı'nın yayınladığı verilerle öldürülen en genç ve en yaşlı Filistinli öğrenilmiş oldu. 101 yaşındaki Tahrawi ile iki saatlik Waad'ın hikayesi yürek burkuyor.
Savaşın ilk yılı geride kalırken Gazze Sağlık Bakanlığı şu ana kadar İsrail saldırılarında öldürülen 34 bin 344 Filistinlinin kimliğini tespit etti. Bugüne kadar savaşta ölen Filistinlilerin yüzde 80’inden fazlasını kapsayan bu listede hayatını kaybedenlerin ismi, yaşı, cinsiyeti ve kimlik numaraları yer alıyor. Bu listede yer alan en yaşlı kurban 101 yaşındaki Ahmed El Tahravi ile doğduktan sonra sadece iki saat hayatta kalabilmiş Vaad Valid Samir el Saba’ydı. İngiliz gazetesi The Guardian her ikisinin de ailelerine ulaşmayı başardı. İşte Gazze’deki en yaşlı ve en genç kurbanların hayat hikayeleri:
Tahrawi daha İsrail Filistin topraklarına ayak basmadan 1922’de doğmuştu. Memleketi Gazze’nin kuzey sınırından arabayla yaklaşık yarım saat uzaktaki El Mesmiyye’ydi. Ama bu kez de İngiliz hakimiyetindeki Filistin Mandası söz konusuydu. İşte bu dönemde Tahrawi’nin ilk işi, köyünün yakınındaki İngiliz ordu kampında aşçılık yapmak olmuştu. Bugün El Mesmiyye bir avuç harabeden ve unutulmaya yüz tutmuş anılardan ibaret…
Köy sakinleri İsrail’in kurulduğu 1948 Nakba’sında evini terk etmek zorunda kalan 700 bin Filistinli arasındaydı. Tahrawi Filistinlilerin felaketi olan o yıl 26 yaşındaydı ve iki oğlu vardı. Torunu Abdurrahman El Tahrawi, ailenin eski yaşamlarını alelacele terk etmişti. Yanlarına da evlerinin anahtarlarından başka bir şey almamışlardı. Nereden bileceklerdi ki bir daha geri dönemeyecekler?
Sürgün hayatı Tahrawi’nin oğullarına mal oldu. Böylece Tahrawi ve eşi Gazze’deki mülteci kampı Bureyc’de hayatlarını sil baştan inşa etmeye başladı. Mesmiyye’deki evlerinin anahtarları ise yaşadıkları her yerde, kaybettikleri her şeyin hatırlatıcısı olarak duvarlarında asılı kaldı.
Aşçılıkla başlayan ekmeğini kazanma savaşı terzilikle devam etti. Küçük bir dükkan işleten Tahrawi yaşadıkları onca şeye rağmen birbirini çok seven geniş bir aile kurdu. Büyük büyük torunlarıyla tanışacak kadar uzun bir hayat sürdü. İsrail tarafından öldürülene kadar da hem ruhen hem de aklen zindeydi.
Savaş başlamadan aylar önce, daha 101 yaşına basmamışken çekilen bir videoda eşine İngilizce “seni seviyorum” demeye çalışıyor. Kelimeleri söylemeye çalışırken oda kahkahalarla doluyor. Mesmiyye’deki evinin anahtarı da arkasındaki duvarda asılı.
Torunu “Zaten yakında aramızdan ayrılacaktı ama gidişi normal yollarla olmadı” diyor. Tahrawi’nin Bureyc’deki tek katlı evinin çatısı asbesttendi. Bu nedenle savaş başladığında evinin çatısı betondan olan kızının yanına taşınmıştı. Belki İsrail’in hava saldırılarına karşı daha güvende olurdu! Ancak savaşın daha başlarında, 23 Ekim’de kızının evi bombalandı.
12 kişi hemen o saldırı anında ölürken Tahrawi de dahil sekiz kişi yaralandı. Yaşlı adam iç kanama nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Ne var ki hastaneler yaralılarla dolup taşıyor, hastaları tedavi etmek için kullanılan ekipmanlar yetersiz kalıyordu. Doktorlar bu nedenle önceliği gençlere vermişti.
Tahrawi hastaneye kaldırıldıktan bir hafta sonra öldü. Ailesi perişan haldeydi. Torunu “Dedem ne bir askeri örgüte mensuptu ne de bir kez olsun suç işlemişti. Kimseye zararı olmayan yaşlı bir adamdı sadece” diyor.
Gazze’deki savaş başladığında Tahrawi’nin 126 torunu hayattaydı. Ancak bu sayı savaşla 90’a düştü. Hayatını kaybeden en büyük torunu 53, en büyük torununun torunu ise beş yaşındaydı.
Guardian’a konuşan torunu Abdurrahman El Tahrawi 26 yaşında. Yani dedesinin Gazze’ye kaçtığı yaşta. Eskiden dedesinden duyduğu hikayeler şimdi kendi hayatının bir parçası olmuş durumda. Ailesi Gazze Şeridi içinde altı kez yer değiştirmiş, artık desteğini alabileceği bir dedesi de yok.
Waad ise İsrail’in acımasızlığıyla daha doğmadan tanıştı. Annesi Salam el Sabah İsrail’in hava saldırısında moloz yığınının altına gömülmüştü. 15 Şubat’taki bu saldırının hedefi aslında komşusunun eviydi ancak bombalar o kadar büyüktü ki Sabah ailesinin evinin bazı kısımları da saldırıda yıkılmıştı.
Aile savaşın başında İsrail’in tahliye uyarısı doğrultusunda kuzeydeki Tel al Zaatar’daki evlerinden kaçmış ve aylarca akrabalarının evleriyle çadırkentler arasında mekik dokumuştu. Benzer bir hadiseyi Sabah’ın dedesiyle anneannesi de yaşamış. İlk Nakba’da Gazze sınırının kuzeyindeki Burayr köyündeki evlerinden kaçarak Cibaliye mülteci kampına gelmişler. Sabah’ın durumundaysa hamilelik ilerledikçe yer değiştirmek zorlaştığı için İsrail güçleri evlerinin bulunduğu bölgeden çekilince geri dönmeye karar vermişler. Binanın içi ve dışı ağır hasar görmüş olsa da nihayetinde kendilerine ait olduğu için kendilerini daha güvende güvende hissetmişler.
Kurtarma ekipleri bölgeye koşmuşsa da enkaz kaldırma ekipmanları olmadığı için dokuz aylık hamile Sabah’ı kurtarmak bir saatten fazla sürmüştü. Dört erkek evladı olan Sabah birkaç gün sonra ilk kızına kavuşacağını umuyordu.
Kocasının amcası Eid Sabah, Kemal Advan Hastanesi’nde başhemşire. Akrabaları hastaneye getirildiğinde kendisi görev başındaydı. Bombardıman nedeniyle her tarafı toz ve isle kaplanan Sabah’ı başta tanıyamamıştı: “Kim olduklarını ancak adımı duyduktan sonra anladım. Şoktan dolayı kısa süre donakaldım. Ancak sonra kendime gelebildim.”
Hamile kadın için artık çok geçti ama karnındaki doğmamış bebek yaşam savaşını sürdürüyordu. Bu nedenle doktorlar bebeği sezaryenle aldı. Doğan bebeğin çilesi bitmemişti. Bu sefer yoğun bakıma alınan bebek ancak iki saat hayatta kalabildi. Amca Eid, “Ben en çok üzen Waad’ın doğum belgeseliyle ölüm belgesinin aynı anda çıkması oldu” diyor. Eid’e göre daha çabuk tedaviye alınabilselerdi hem anne hem de kızı kurtarabilirlerdi.
Anne-kız aynı kefene birbirlerinin kollarında sarıldı ve Sabah’ın 11 yaşındaki oğlu Asid’in yanına gömüldüler.
Eid sözlerini şöyle bitiriyor: “Bombalanan ev boştu. Komşu evlerin sahiplerini tahliye için uyarabilirlerdi. Eğer öyle yapsalardı akrabalarım hâlâ hayatta olacaktı.”