Kendimiz, sevdiklerimiz, işimiz arasında bir dengedir hayat!
Platformlarda bu haftanın iddialısı ‘Erşan Kuneri 2’. Cem Yılmaz 'G.O.R.A'nın efsane kahramanıyla Yeşilçam dünyasında dolaşmaya devam ediyor. ‘The Franchise’, ‘Tomb Raider: The Legend of Lara Croft’ ve ‘Citadel: Diana’ da öne çıkan diğer yapımlar.
Cem Yılmaz’ın ikonik karakterlerinden Erşan Kuneri’nin maceraları ikinci sezonuyla Netflix’te! Erşan Kuneri’yi yine bir Cem Yılmaz filmi olan ‘G.O.R.A.’da 1980 Askeri Darbesi’nin olduğu gün kaçak sigara bulundurmaktan tutuklanan erotik film yapımcısı olarak tanımıştık. Kısa bir sahnede görünmesine rağmen izleyicinin ilgisi sonucunda kendi dizisine sahip olan ender karakterlerden Erşan Kuneri.
İlk sezonda hapisten çıkmış ve artık erotik filmlerle anılmaktan bıkmış, hem kariyerine hem de sinemaya yeni bir soluk getirmek isteyen bir Erşan’la (Cem Yılmaz) karşılaşmıştık. Bunun için deneysel takılmaktan da risk almaktan da kaçınmayan Erşan beklediği çıkışı bir türlü yapamamıştı. Biz de hedefe giden yolda her bölüm birbirinden farklı türde, farklı konuları olan Erşan Kuneri filmleri izlemiştik.
İlk sezonun formatı ikinci sezonda da karşımıza çıkıyor. Bir ana çerçeve olmasına rağmen Erşan Kuneri’nin anıları aracılığıyla yine türlü türlü hikâye izliyoruz. Bize kalırsa ‘Erşan Kuneri’ serisi gücünü buradan alıyor. Bu sayede topyekûn beğenilmek veya eleştirilmek yerine bölüm bölüm değerlendirilmeye açık bir iş. Buna rağmen son işleri hep bir öncekilerle karşılaştırılan her başarılı figürün makûs talihi Cem Yılmaz’ı da vurduğu için ‘Erşan Kuneri’ izleyici ikiye bölmüştü. Dizinin ilk sezonu ya topyekûn beğenilmiş ya da eleştirilmişti.
Arada kaynayansa genelde Cem Yılmaz’ın kendi sinemasını yaratma çabası oluyor. Cem Yılmaz filmlerinin ana karakterinin adı değişir, ama bazı özellikler bakidir. Filmlerinde hep büyük hayalleri olan oldukça sıradan adamları izleriz. Genelde kendine veya çevresine bir şey kanıtlama derdinde olurlar. Bakışlarına hep umutla karışık bir hüzün hâkimdir. Cem Yılmaz’ın işlerinde ayrıca eskiye verilen değer ve selam (yani nostalji unsuru) ile yoğun emek harcanan, özenli kostüm ve dekorlar göreceğimiz neredeyse garantidir. ‘Erşan Kuneri’ de esasında bu zemin üzerine inşa edildiğinden belli bir seyir zevki verdiğine herkes katılacaktır.
İkinci sezonda bizi 84 yaşına gelmiş bir Erşan Kuneri karşılıyor. Emektar film yapımcısı/yönetmeni Erşan’ın kapısını çalan bir gazeteci onunla röportaj yapmak istiyor. Erşan’ın anılarından geçmişe baktığımız serüvenimiz böylelikle başlıyor. Yine ana karakterin kâh mutlu kâh hüzünlü hikâyesinin içinde, bir kez daha Türk sinemasına göndermelerin, özenli sahne tasarımının eksik olmadığı bir iş izliyoruz.
Bu sezonda alıştığımız Cem Yılmaz oyunculuğunun başka bir katmanını da görüyoruz. 84 yaşında röportaj veren Erşan Kuneri rolünde Cem Yılmaz hayatını anlatmaya hazır bekleyen yaşlanmış ama usta sanatçıların haletiruhiyesini, beden dilini, konuşma üslubunu oldukça gerçekçi yansıtmış.
Zafer Algöz, Çağlar Çorumlu, Merve Dizdar ve Nilperi Şahinkaya’yı yeniden izlediğimiz ikinci sezona Bige Önal, Bora Akkaş, Şükran Ovalı ve Ahsen Eroğlu da katılıyor. Kısacık da olsa, ilk sezonun sonuna kendine has üslubuyla imzasını atan rahmetli Özkan Uğur ise ikinci sezonda en özlediğimiz isim. ‘Erşan Kuneri 2’ yeni maceralarla Netflix’te.
Efsane video oyunu serisi ‘Tomb Raider’ bir kez daha ekrana uyarlandı ve bir Netflix çizgi dizisi olarak izleyiciyle buluştu. ‘Tomb Raider: The Legend of Lara Croft’ adlı çizgi dizi, ‘Tomb Raider’ oyun serisinin ‘Survivor’ üçlemesini takip ediyor. Biz de bu evrenin dillere destan karakteri Lara Croft’un peşinden koşturarak yine antik gizemleri keşfe çıkıyoruz.
Çizgi dizide Lara Croft, Çin menşeili önemli bir eserin Croft Malikânesi’nden çalınması üzerine kendini beklenmedik bir maceranın içinde buluyor. Hırsızın Lara Croft’la kişisel bir bağlantısı olmasıysa soygunu daha gizemli, takibi daha karmaşık hale getiriyor. Hem eserin hem hırsızın peşindeki Lara’yı bir de kendi geçmişinin peşinde buluyoruz. Yani alıştığımız aksiyon ve gizem devam ederken Lara’nın kayıplarına, karakter gelişimine ve ne tür bir kahraman olmak istediğine dair içsel çatışmalarına sürükleniyoruz bir yandan.
Hem macera tutkunlarının hem de güçlü kadın karakterlere hayran olanların ilgisini çeken Lara Croft, 1990’lardan beri popülerliğini koruyan bir figür olmayı başardı. Bunda video oyununun beyazperdeye taşınmasının, üstüne Lara Croft’u Angelina Jolie’nin canlandırmasının etkisi büyük elbette. Jolie’nin canlandırdığı uyarlamaların ardından 2018’de Lara Croft rolünde bu kez Alicia Vikander’ı görmüştük. Karakter Jolie’nin caka satan versiyonundan biraz daha derinlikli yansıtılabilmişti. Ancak Lara Croft herkesin akıllarına Jolie olarak kazınmış bir kere.
Yeni uyarlamanın avantajıysa, çizgi dizi olmasından ötürü “Kim daha iyi Lara Croft?” karşılaştırmasına girmeden karakterin kendisine odaklanabilmemiz. Aslında çizgi dizi fikri yeni değil. 2007’de ‘Revisioned: Tomb Raider’ adıyla da biz çizgi dizi çıkmıştı, ancak çok kısa bölümlerden oluşan bir mini dizi olduğu için daha uzun soluklu olan yeni uyarlama hepimizi daha çok heyecanlandırdı.
Sıradaki tartışmaysa Powerhouse Animation Studios’a emanet çizgi dizinin, evreni nasıl görselleştirdiği meselesi. Umuyoruz ki bu sefer de çizgi dizi ile oyunlar arasındaki görsellik karşılaştırması karakterin ve hikâyenin önüne geçmez. ‘The Witcher: Blood Origin’in de yazarı Tasha Huo’nun elinden çıkan, Lara Croft’u Hayley Atwell’ın seslendirdiği çizgi dizi ‘Tomb Raider: The Legend of Lara Croft’ şimdi Netflix’te.
HBO’nun sinema sektörünü tiye alan yeni komedi dizisi ‘The Franchise’ ile kaosa hazır mısınız? Set ortamını gösteren her yapımı havada kapanlardansanız bunu da kaçırmayın. BluTV’de ilk bölümü yayınlanan dizi, dev bütçeli bir süper kahraman filminin setinde geçiyor, yani dizi içinde bir filmin çekilmesini izliyoruz. Ekranda gördüklerimizin arka planında o uyumdan ve şaşaadan eser olmaması bizleri her seferinde gafil avlıyor, ne yalan söyleyelim.
Yönetmen-oyuncu-yapımcı şeytan üçgeni arasında ezilen set çalışanları dizinin komedi aksını oluşturuyor, ancak dizi basbayağı bir hiciv. Görev tanımlarının bulanık olması, paranızı alıp almayacağınız, güvencesizlik gibi sektör eleştirileri gırla. Ama ‘The Franchise’ ağlanacak hale güldürecek şekilde kurgulandığı için tüm bunlar birer mizah ögesi olarak yansıyor bizlere.
Şakalarıyla herkesi rahatsız eden, çekimleri sekteye uğratan sözde usta bir oyuncu ile yeni yetme züppe bir başrol oyuncusunun setteki çatışması üzerinden, farklı tipolojilerdeki ünlülerin kaprisleri taşlanıyor mesela. Bu taşlardan stüdyo sahibi, yönetmen ve yapımcı da nasibini alıyor. Set ekibinin binbir emekle kurduğu düzeni yönetmen, yönetmenin titizlikle kurguladığı dünyayı stüdyo şirketi bir saniyede bozuyor örneğin.
Tepeden tırnağa kostümlü oldukları için havasızlıktan fenalık geçiren ‘önemsiz’ oyuncular ve sadece ayak işi yapan üçüncü yardımcı yönetmen üzerinden, bu sektörde adınızın yanında yazan unvanların sizi ihya etmediği deşifre ediliyor aslında – tabii yüksek kaşeli başrol oyuncusu veya tepedeki patron değilseniz!
Başrollerinde Himesh Patel, Aya Cash ve Jessica Hynes’ı gördüğümüz dizinin yaratıcıları iddialı isimler: ‘Penny Dreadful’ ve ‘Skyfall’dan Sam Mendes, ‘Veep’ten Armando Iannucci ve ‘Succession’dan Jon Brown’ı görüyoruz. Tüm sektörün özünde bir vahşi orman olduğunu içimizdeki Hollywood sevdalılarına hatırlattıkları için teşekkür ediyoruz. Biraz gülelim, gülerken hafif düşünecek gibi olalım diyenler, bölümleri peyderpey yayınlanan ‘The Franchise’ dizisini BluTV’den izleyebilir.
Prime Video’nun aksiyon ve casusluk dizisi ‘Citadel’in ikinci sezonu henüz gelmedi ama aynı evren, ‘Citadel: Diana’ adlı yan dizisiyle karşımızda. Hikâye yine ‘Citadel’in bıraktığı zaman çizgisinden devam etse de mekân ve karakterler farklı. İtalya’da geçen ve İtalya’da çekilen dizinin başrolünde bu kez Diana rolündeki Matilda De Angelis’i görüyoruz. Gözler ana hikâyedeki başroller Richard Madden ve Priyanka Chopra’yı arasa da ikinci sezona kadar bekleyeceğiz. Telaşa mahal yok, ‘Citadel’in bu yan dizisinde Matilda De Angelis de gayet iyi iş çıkarmış.
Dizi, adını kurmaca bir uluslararası istihbarat teşkilatı olan Citadel’den alıyor. Dizi boyunca farklı ülkeler arasında mekik dokuyoruz, bu da Citadel’in elinin ne kadar uzun olduğunu gösteriyor. Bu küresellik vurgusu tesadüf değil. ‘Citadel’ evreni Hindistan ve Meksika’da geçecek başka yan dizilerle de genişleyecek. Bir Marvel evreni, bir DC evreni gibi olmasa da Prime’ın diziyi farklı kültürlere yayarak uluslararası bir anlatı yaratma amacı var.
Ana hikâyede Citadel’in düşman örgüt Manticore tarafından çökertilmesini, ardından yeniden toparlanmasını izlemiştik. En iyi iki Citadel ajanının hafızası bu operasyonunun ardından vücutlarındaki çip aracılığıyla silinmişti. Sekiz yıl sonra yolları kesişen ikili kendilerini yeniden Manticore’un hedefinde bulmuştu. Bunlar olur da aşk olmaz mı? Biraz ‘Turist’ biraz da ‘Bay ve Bayan Smith’ havası veren dizide esas casuslarımızın çekimi bir diğer cazibe unsuruydu. (Priyanka Chopra’dan Angelina Jolie’nin ajan karakterlerine benzer bir figür yaratmak istiyor olabilirler.)
Sekiz yılın ardından gücünü toparlamış Citadel’in aynı zaman diliminde, İtalya’da ne durumda olduğunu ‘Citadel: Diana’da izliyoruz. Ancak ana hikâyede yeteri kadar gördüğümüz için bu kez Citadel yerine Manticore’u keşfediyoruz. Diana, ailesinin ölümünden sorumlu olan Manticore’un içine sızıyor ve intikamını alacağı zamanı kolluyor. Bunu yaparken elbette yalnız değil; o bir Citadel ajanı olduğundan planını gerçekleştirmek için her türlü kaynağa sahip.
‘Citadel: Diana’nın tansiyonu ana hikâyeninki kadar yüksek olmasa da anlatı, casusluk temasından hiçbir şey kaybetmiyor. Her iki yapım da türün gerektirdiği asgari aksiyonu, beklenmedik gelişmeleri, yüksek teknoloji kullanımını izleyiciye veriyor ve keyifli zaman geçirme vaadini karşılıyor. Ana hikâyenin ardından yan dizi ‘Citadel: Diana’ da artık Prime’da.