Bizim neslimizin en önemli düğünü 26 Kasım 1972 gecesi Ankara Anadolu Kulübünde yapıldı.
Ayşen ile Ercan o akşam evlendiler…
Hepimiz oradaydık…
O düğün gecesinden bizim neslimizin hafızasında Albert Camus’nun “Yabancı” romanının ilk cümlesi kadar unutulmayacak bir cümle kaldı:
“İntihar etmeyeceksek içelim bari…”
Sık sık bunu demiştik…
Hayali bir düğündü o…
Adalet Ağaoğlu’nun “Bir Düğün Gecesi” romanında anlatılan bir düğünün gecesiydi.
Romanın ilk cümlesi işte öyle başlıyordu:
“İntihar etmeyeceksek içelim bari…”
12 Mart askeri ara rejiminin bu ülkenin aydınlarının üzerine çöktüğü bir dönemi anlatıyordu.
Yaş itibariyle askeri vesayetin ne olduğunu belki de ilk defa o gecelerde hissetmiştik derimizin altında.
Yüzlerce aydının yurt dışına kaçmak zorunda kaldığı gecelerden biriydi…
Hiç unutmadık, unutamadık…
Dedim ya hepimiz oradaydık…
Ve o cümle bize hayatımızın ilk askeri vesayet döneminin acı hatırası olarak kaldı.
52 yıl sonra, geçen Cumartesi akşamı hepimiz bir başka düğün gecesinde bir araya geldik.
Bu defa gerçek bir düğündü…
Ayşe Cemal Sözeri ile Hasan Cemal’in kızları Defne evleniyordu.
Düğün demek yanlıştı, bir nikah töreniydi.…
Armada Oteli’in Sultanahmet’e bakan terasında öyle bir kalabalık bir araya geldi ki…
İyi bir gözlemci yazar oradan “Bir Başka Düğün Gecesi’ romanı çıkarabilirdi.
Acı bir kader gecesi gibiydi…
12 Mart, 12 Eylül askeri vesayet dönemlerinde aynı otobüste olan insanlar 1990’lı yıllarda otobüslerden indikten sonra şimdi aynı düğünde bir araya gelmişti.
Şöyle bir baktım o yıllar hepimizden epey şey götürmüş.
Kadere bakın ki, bu defa sanki sivil vesayet döneminde yine aynı otobüste gibiydik…
İşte o yüzden bu “Bir başka düğün gecesi”ni anlatmak istiyorum size…
Nikah davetiyesini Tansu ile bana Ayşe veya Hasan değil, Defne gönderdi.
“Katılırsanız sevinirim” diye bir notla geldi…
Uzun süredir birlikte olduğu Zach Hodges’la evleniyordu o gece.
Aslında aile içinde bir nikah istemişler ama Hasan’la Ayşe davet etmek istedikleri arkadaşlarının eve sığmayacağını söyleyip Armada otelinin terasını tercih etmiş.
Armada biraz da parası sınırlı ayrın kesimin düğünlerinin Çırağan’ı sayılır.
Girerken tam karşıda Upper Cihangir sosyetesinin artık en tanınmış “Celebrity’si” kabul edilen Tuğrul Eryılmaz’la karşılaştım.
Tuğrul’la aynı okuldan mezunuz. Basın Yayın Yüksek Okulu’nda benden bir alt sınıftaydı.
İkimiz de İzmirliyiz.
İkimiz de yıllarca Doğan grubunda çalıştık.
O bana karşı hep eleştirel konumdaydı.
Sonra yıllar geçti.
Şimdi artık hızla iyi dost olmaya doğru gidiyoruz.
Birlikte epey oturduk, bol bol da dedikodu yaptık.
Sonunda beni Upper Cihangir sosyetesine kabul etmeye karar verdi.
Evimde eskilerden kalmış en pahalı viskiyi Cihangir’de onunla içeceğiz.
Bir az ilerde Aydın Doğan ve Sema Doğan oturuyordu. Yanlarında Mehmet Ali Yalçındağ ve Arzuhan Yalçındağ vardı.
Davetlilerin neredeyse tamamı Doğan medya grubunda çalışmış gazeteci ve televizyonculardan oluşuyordu.
Aydın Bey de Sema hanım da çok iyi görünüyordu.
Şöyle bir düşündüm.
Sadece Hürriyet’ten onun döneminde 11 genel yayın yönetmeni çıkmış.
Gelenlerin son 15 yılını düşündüm.
Aralarında AKP ve Erdoğan’ı desteklemiş epey gazeteci vardı.
Yani Doğan grubuna “Erdoğan karşıtı” demek pek doğru değildi.
O sırada Çengiz Çandar ve eşi Tuba Çandar’la karşılaştık.
Cengiz’le ilk defa 1974 yılında Paris’te tanışmıştık.
12 Mart dönemiydi ve yurtdışına çıkmak zorunda kalmıştı.
Ama onu farklı bir isimle tanıdım önce.
Paris’te bir kod adıyla dolaşıyordu.
Sonra 1979 seçimlerinde Bülent Ecevit’in otobüsünde karşılaştık.
O Cumhuriyet gazetesi yazarı, bense Ecevit’in danışmanı olarak seçim otobüsündeydim.
Aynı otobüste Nazlı Ilıcak da vardı.
Cengiz şimdi DEM milletvekili.
Meclis’te Hürriyet’in eski genel yayın yönetmeni, şimdi CHP milletvekili olan Enis Berberoğlu ile yan yana odalardaymışlar…
“Her gün senin yazını okuyoruz” dedi.
Cengiz’le bir dönem görüşlerimiz çok farklılaştı. Hürriyet’te ona istemeyerek büyük bir haksızlık yaptık ve Genelkurmay’dan gelen kumpas bilgiyle meşhur andıç manşetini attık.
Meslek hayatımın en büyük utançlarından biridir hala.
Ama arkadaşlık ağır bastı. Aydın Bey onu ve rahmetli Mehmet Ali Birand’ı Doğan grubuna alarak hatamızı bir ölçüde telafi etmemize çok yardımcı oldu.
Eşi Tuba Türkiye’ye döndüğü için çok mutlu.
Torunları da yanlarındaydı.
Onların yanından ayrıldıktan sonra T24’ün kurucusu Doğan Akın ve 10Haber kurucusu İsmet Berkan’a rastladım.
T24 yazarı Mehmet Yılmaz ve Elif Mısırlı da oradaydı.
Hemen yanlarında artık birlikte program yaptıkları Sedat Ergin ve Canan Ergin vardı.
Sedat’la Mehmet’in Sözcü TV’de yaptıkları program benim için yılın sürprizi oldu.
Nihayet kaliteli bir tartışma programı oldu.
Sedat bu dönemde Hürriyet’teki tarafsız ve adil yazılarıyla klasik medyaya itibar kazandıran bir gazeteciliğe devam ediyor.
Benim için gecenin en büyük sürprizi Ahmet Altan’ı görmek oldu.
Cezaevinden çıktıktan sonra pek ortada görünmüyordu.
Cezaevine girmesine çok üzülmüştüm.
Çıktıktan sonra ilk defa gördüm.
Yeni romanı önümüzdeki günlerde Türkçe’de yayınlanıyormuş.
Ahmet’le Hürriyet’te birlikte çalışmıştık.
Onun Taraf gazetesi genel yayın yönetmenliği günlerinde çok ters taraflardaydık.
O akşam Yasemin Çongar da nikahtaymış, ama ben görmedim.
Yasemin Ahmet’ten sonra Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni olunca ne idüğü belirsiz bir adamın el yazısıyla yazdığı deli saçması bir yazıyı belge kabul edip Taraf gazetesinin manşetinden birçok gazeteciyi “Ergenekon çetesi üyesi” olarak göstermişti.
O da bizim için yapılmış sivil bir andıçtı.
Düşünebiliyor musunuzu Dinç Bilgin, Enis Berberoğlu, Bekir Coşkun, Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, Yeni Şafak genel yayın yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu ve Doğu Perinçek gibi yan yana gelmesi imkansız isimleri Ergenekon çetesinin medya ayağı olarak gösteren ipe sapa gelmez bir şeydi.
Onu manşet yapmışlardı.
Neyse ki Silivri savcıları ve hakimleri bile bunu ciddiye almadı…
O adam sonradan Kanada’ya kaçtı ve ‘Haham’ olduğunu iddia etti.
Ama Yasemin bu konuda bizlere en küçük özür mesajı bile göndermedi.
Görseydim o sivil andıçı soracaktım ona. Kim yapmıştı bu servis operasyonunu…
Biraz ileride Zafer Mutlu’ya rastladım. Eşi Nükhet Mutlu da oradaydı.
Oksijen gazetesinin başarısından memnun.
Bugünlerde yeni projelere çalışıyormuş.
Geçen seçimlerin flaş anket yorumcusu Bekir Ağırdır da davetliler arasındaydı.
O günler medyasından Ayça Atikoğlu da katılanlar arasındaydı.
Murat Belge ve Hale Soygazi de oradaymış, ama ben göremedim.
Böyle gecelerin gerçek vakanüvisti Tuğrul Eryılmaz’dır, onun yazısında gördüm ismini.
Oysa onunla sohbet etmeyi çok isterdim.
Gitmeye yakın bölümde Meral Tamer ve Osman Ulagay’ı gördüm.
Onlarla her yıl Davos günlerinde görüşürdük.
Ben ve Osman yıllar boyunca WEF yani Dünya Ekonomik Forumu’nun belirlediği 100 kişilik medya konseyinin üyesiydik.
Göremediğim bir çift de Füsun ve Faruk Eczacıbaşı idi.
Katılanlar arasında başka tanıdık isimler de vardı.
Halen Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Afganistan Özel Koordinatörü olan eski Dışişleri Bakanı Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu ile eski Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı emekli büyükelçi Ayşe Sinirlioğlu da düğüne katıldı.
Ferhat Boratav, Hale Bolak Boratav, Mehmet Ali Bayar, Ayça Bayar, Deniz Türkali, Zeynep Görgün, Sertuğ Çiçek, Gülay Kazancıoğlu Çiçek, Haldun Dostoğlu, Kasım Zoto, Müjde Mısırlı Zoto, Zeynep Esendil, Berna Abik, Aslı Altan, Soli Özel, Gülseren Onanç, Rakel Dink, Nurdan Şahin, Reyhan Kilment, Prof. Dr. Serhan Tuğlular, eski İYİ Parti Aydın Milletvekili ve emekli büyükelçi Aydın Sezgin, eşi emekli büyükelçi Ayşe Sezgin, Sibel Asna.
Anlayacağınız oldukça ağırlıklı bir “Yetmez Ama Evet” kadrosu vardı düğünde.
Ama benim gibi “hayır” diyenlerin salısı da onlardan az değildi.
Gece boyunca “Yetmez ama evet” konusu hiç açılmadı.
Çünkü artık hepimiz bir başka “Düğün gecesindeydik…”
Artık yaşlarımız 70’leri geçiyordu ve askeri vesayetleri yaşamış bir nesil olarak şimdi sivil vesayet neymiş onu hep birlikte öğreniyorduk.
Hangisi daha kötü derseniz…
Cevabını biliyorum, ama yerim ve zamanım doldu söyleyemeyeceğim.
İlerki yıllarda fırsatım olursa onu da yazarım.
Son günlerde o kadar çok arkadaş uğurladık ki…
Bana o sorunun cevabını yazmaya vakit kalır mı bilmem.
Ama o gece birbirimize sık sık “İntihar etmeyeceksek içelim bari” dediğimizi çok iyi hatırlıyorum.
Geçen gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son New York gezisinde A330 uçağında gazetecilerle o klasik fotoğrafın çekilmediğini yazmıştım.
Katılanlardan biri nedenini anlattı.
Erdoğan geziye Cumhurbaşkanlığına ait en büyük gövdeli uçak olan iki katlı Jumbo Jetle, yani B747 uçağı ile gitmiş.
Gazeteciler ve refakattaki milletvekilleri o uçağa alınmamış.
Onlar Cumhurbaşkanlığının ikinci büyük gövdeli uçağı A330’la gelmiş.
Cumhurbaşkanın zırhlı aracıysa Türk Hava Kuvvetleri’ne ait dev nakliye uçağıyla getirilmiş.
Tam doğrulatamadım, ama bu gezide devletin dört veya beş uçağı kullanılmış.
O nedenle A330 ekibiyle fotoğraf da Türkevi’nde çekilmiş.