Yerebatan Sarnıcı: Suyun Hafızasında Saklı İstanbul

22 Ekim 2025

İstanbul’un kalbinde, Ayasofya’nın gölgesinde, yerin altında gizlenmiş bir sır vardır. Şehrin gürültüsünden, karmaşasından, hatta zamanın akışından uzak bir evren. Soğuk taş duvarların arasında yankılanan su sesleri, ışığın karanlıkla buluştuğu o mistik atmosfer… Orası Yerebatan Sarnıcı’dır.

İmparator Justinianus’un altıncı yüzyılda yaptırdığı bu yapı, Bizans’ın mühendislik gücünün en etkileyici örneklerinden biridir. Yüz binden fazla ton suyu barındırabilen bu sarnıç, sadece şehrin su ihtiyacını karşılamakla kalmamış, aynı zamanda insan aklının, emeğinin ve estetik anlayışının birleştiği bir anıt hâline gelmiştir.

Sarnıcın içine adım atan herkes önce bir sessizlikle karşılaşır. Ardından ayak sesleri yankılanır, damlaların suya düşen ritmi duyulur. Yüzlerce sütun, tıpkı bir yeraltı ormanı gibi yükselir. Her biri farklı dönemlerden, farklı yapıların kalıntılarından getirilmiştir. Kimisi Korint tarzında, kimisi Dor biçimindedir. Sütunlar suyun yansımasıyla çoğalır, gölgeler arasında kaybolur. İnsan bir anda kendi zamanını unutup, tarihin içinde süzülmeye başlar.

Suyun yüzeyi sanki geçmişin hafızasıdır. Üzerine eğilen herkes kendi yansımasını değil, başka çağlardan gelen yüzleri görür gibi olur. Sarnıcın loş ışıkları bu suyun üzerinde dans ederken, taşın, suyun ve sessizliğin birbirine karıştığı bir büyü başlar.

Medusa’nın Sessiz Çığlığı

Ve sonra o köşede, karanlık bir suyun içinde iki taş baş belirir. Medusa.

Yüzyıllardır orada duran, ters ve yan yerleştirilmiş iki yüz.

Efsanelere göre Medusa bir zamanlar güzelliğiyle tanrıları bile kıskandıran bir kadındı. Poseidon’un sevgisini kazanınca, Athena’nın öfkesine uğradı. Lanetle cezalandırıldı, saçları yılana dönüştü. Artık ona bakan herkes taşa kesiyordu. Güzel bir kadın, bir anda korkunun sembolüne dönüştü.

Yerebatan Sarnıcı’ndaki Medusa başlarının neden böyle konumlandırıldığı tam olarak bilinmez. Kimi tarihçiler bu taşların sütun yüksekliğini ayarlamak için kullanıldığını söyler. Kimi ise Medusa’nın lanetinin etkisiz kılınması için yüzünün ters çevrildiğini… Ama belki de bu, insanın kötülükle yüzleşme biçimidir. Belki de İstanbul’un taşlarına sinmiş bir sessiz başkaldırı.

Medusa’ya yaklaştığınızda, sanki o taşın içinde bir nefes hissedersiniz. Suyun dalgalanmasıyla yüzündeki çizgiler hareket eder, göz kapakları titrer gibi olur. Binlerce yıldır orada durmasına rağmen, hâlâ canlıymış gibi. Artık bir lanet değil, bir tanıklık sembolüdür. Kadınlığın, gücün, inancın ve insanlığın taşıdığı yükün bir ifadesi.

Suyun ve Işığın Dansı

Yerebatan Sarnıcı’nın büyüsü sadece taşlarda değil, atmosferindedir. Sessizlik, serinlik, yankı, ışığın suda kırılışı… Hepsi bir araya geldiğinde insanı hem huzura hem ürpertiye çeker.
Bu nedenle orası sadece bir tarihî mekân değil, ruhsal bir deneyimdir.

Bu büyü sinemaya da yansımıştır. Tom Hanks’in başrolünde yer aldığı The Da Vinci Code filminde Yerebatan Sarnıcı, bir sırlar mahzeni olarak sahneye taşındı. O sahnede kırmızı ışıkların altında ilerleyen karakterin adımları, suyun üstündeki yankılar, sütunların gölgesinde gizlenen Medusa… İzleyen herkes için tüyleri diken diken eden bir andı. Çünkü o an sadece bir film sahnesi değildi. O sahne, İstanbul’un ruhunun sinemadaki yankısıydı.

Yerin Altındaki Kalp

Bugün Yerebatan Sarnıcı yeniden düzenlenmiş hâliyle ziyaretçilerini ağırlıyor.

Ama onu anlamak için sadece görmek yetmez, hissetmek gerekir.

Her damlanın sesi, her sütunun gölgesi, her taşın üzerinde binlerce yıllık bir hikâye vardır.

Belki de Yerebatan Sarnıcı bu yüzden bu kadar büyülüdür.

Çünkü suyun hafızasında hâlâ İstanbul’un kalbi atar.

Ve o kalp, her ziyaretçinin içinde yankılanan aynı duyguyu fısıldar:

“Bazı sessizlikler tarihten daha gürültülüdür.”

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.