İnsan yaptıklarından pişman olabilir; bu insani bir durumdur.
Asıl sorun, bugünü doğru kullanmayıp sona yaklaşıldığında “yapamadım” demektir.
Pişmanlık, hayatın doğal yan ürünlerinden biridir. Düşünen, risk alan, karar veren herkes zaman zaman pişmanlık duyar. Bu duygu ne zayıflıktır ne de başarısızlık göstergesi. Aksine, farkındalığın işaretidir. Ancak pişmanlık bir noktadan sonra öğretici olmaktan çıkar, ağır bir yüke dönüşebilir.
Bu fark, tam da bugün alınan kararlarla belirlenir.
Bugün tuzaklarla doludur.
“Sonra bakarım”, “şimdi sırası değil”, “önce şu bitsin” gibi cümleler hep bugünün dilidir. Bugün, fark edilmeden ertelenen zamandır. İnsan, bugünü sınırsız sandığı anda savrulmaya başlar.
Oysa bugün ile fiziki ömrün sona ereceği zaman arasındaki dönem, insanın elindeki en kıymetli sermayedir. Zaman sonsuz sanıldığında plansızca harcanır; sınırlı olduğu kabul edildiğinde ise disiplin kazanır. Öncelikler netleşir, fazlalıklar elenir, hayat sadeleşir.
Yıllar ilerledikçe pişmanlıkların rengi değişir.
Yanlış yapılmış işler değil, hiç girilmemiş yollar ağırlaşır. Söylenmeyen sözler, başlanmayan projeler, cesaret edilemeyen adımlar… Yanlışların telafisi vardır; ama hiç atılmamış adımlar, insanın zihninde sessizce büyür.
Bu nedenle pişmanlığı azaltmanın yolu geçmişle kavga etmek değil, bugünü ciddiye almaktır.
Hayatın matematiği nettir: Zaman ilerledikçe hız düşer.
Beden yavaşlar, çevre daralır, seçenekler azalır. Bu kaçınılmazdır. Önemli olan bu noktaya sürüklenerek mi gidileceği, yoksa bilinçli bir geçişle mi varılacağıdır.
Akıllıca olan, hayat yavaşlamadan önce neyin gerçekten önemli olduğunu fark etmektir. Her davete koşmak yerine gerçekten bulunmak; çok temas yerine anlamlı temaslar kurmak… Yavaşlamak geri çekilmek değildir. Yavaşlamak, derinleşmektir.
Bu muhasebe yapıldığında, yapılması gerekenlerin aslında karmaşık olmadığı görülür. İnsan ilişkilerinde nicelikten çok nitelik arar. Bilgiyi ve deneyimi saklamak yerine paylaşmak ister. Üretmeye devam etmeyi, öğrenme merakını diri tutmayı önemser.
Sahip olmayı değil, dönüştürmeyi merkeze alır.
Biriktirmek yerine sadeleşmeyi öğrenir.
Yardımı sadece maddi değil; yol açan, güçlendiren, ayağa kaldıran bir biçimde düşünür.
Ve belki de en kritik farkındalık şudur: “Bir gün” diye ertelenen küçük ama anlamlı hayaller, çoğu zaman hiç gelmez. Hayat, büyük sıçramalardan çok, bugünden atılan küçük ama bilinçli adımlarla değişir.
Pişmanlık, çoğu zaman eylemsizlikten doğar.
Beklemek, ertelemek, koşulların “mükemmel” olmasını beklemek… Oysa hayat hiçbir zaman tam uygun bir zaman sunmaz. Ama her gün, küçük de olsa bir adım atma imkânı verir.
Atılan her adım, gelecekte taşınacak yükü hafifletir. Atılmayan her adım ise pişmanlık hanesine yazılır.
Bu yazının iddiası büyük değil, ama nettir:
Pişmanlık insani bir duygudur; hareketsizlik ise bir tercihtir.
Bugün ile hayatın sonu arasındaki zamanı bilinçli değerlendiren, neyi neden yapmak istediğini netleştiren ve ertelemeyi bırakan herkes, sona yaklaştığında daha az “keşke” taşır.
Zaman geri gelmez.
Ama bugün hâlâ oyundayız.
Asıl soru şu:
Bu oyunu ne zamana kadar seyirci olarak izleyeceğiz?