Son 15 yılda yaşadıklarım bana şunu söylüyor:
Türkiye 17-25 Aralık protokolünü bozuyor.
Bu cümleyi hatırlayın, birazdan döneceğim.
17-25 Aralık olaylarının en yoğun günleriydi.
İşte o günlerden birinde, şimdi tutuklu olan Enver Aysever CNN Türk’teki programına davet etti beni.
Şunu sordu:
“Telefonları dinlenen bu 4 bakan ve bürokratın aldıkları rüşvetlerle ilgili ne düşünüyorsunuz?”
Önce düzelttim.
“Aldığı değil, aldığı iddia edilen…”
Sonra da şu cevabı verdim:
“Ben illegal yollarla elde edilmiş telefon konuşmaları ve iddiaları üzerine tek kelime yorum yapmam…”
Bu cevabı verdiğim için o günlerde pek çok arkadaşım tarafından eleştirildim. Çünkü herkes bunu doğru kabul edip onun üzerinden iktidara yürüyordu.
Bu tavrımı tam 12 yıldan beri sürdürüyorum.
Nedir “17-25 Aralık protokolü” diye soracaksınız…
Haklısınız çoğumuz unuttuk.
FETÖ’nün ilk darbe girişimi olan “Ergenekon saldırısının” sonudur.
15 Temmuz gecesi tarihimizin en vahim darbe girişimiyle sonuçlanan karanlık bir sürecin ilk sorgulandığı günlerdir 17-25 Aralık 2013…
Bu olay aynı zamanda FETÖ-AKP ittifakının da sonunu getirdi.
Ve ben bütün bunları yaşadığım için 15 Temmuz gecesi, patronum Aydın Doğan’la mutabakatımız çerçevesinde CNN Türk’e çıkıp “Bu bir darbedir, biz gazeteciler bunun yanında duramayız” diye konuşan ilk sivildim.
Neler yaşadık o dönemde.
Rahmetli İlhan Selçuk’un “Fashion TV’de” seyrettiği bir televizyon programı için telefonda yaptığı bir şaka bile servis edilmiş, medya tarafından günlerce sakız gibi çiğnenmişti.
80 yaşında üzüntüsünden neler yaşadığını çok iyi biliyorum.
Özel hayatın deşifre edilmesinin nelere mal olduğunu siyasette çok acı olaylarla öğrendik.
Kaç milletvekili, parti başkanı bu özel hayat deşifresinin ve kumpaslarının kurbanı oldu.
Bunun acısını en çok çeken iki parti de CHP ve MHP oldu.
O günlerde bunun nelere mal olduğunu hep birlikte gördük.
Çünkü özel hayatlar üzerinden siyaset mühendisliği yapılan yıllardı.
Bunun sonucunda bir toplumsal mutabakat oluştu.
Dava dosyalarında, savcılık işlemlerinde özel hayata ait bölümlerin ifade tutanakları ve iddianamelere konmaması, sonradan yok edilmesi gerektiğini, özel telefon konuşmalarının somut delillerle belgelenmedikçe kamusal metinlerde yer almamasını içimize sindirdik.
Ve Allah için bu toplumsal protokolle bugüne kadar geldik.
Ancak son olaylarda bu toplumsal protokolün bozulma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını hepimiz görüyoruz.
Şu aşamada sadece “İtirafçı” ve “Gizli tanık” beyanlarına bağlı suçlamaların, sadece onların anlatımına bağlı, özel hayatlara ait bir takım ifadelerin çok cömertçe sergilenmesi eğilimlerinin arttığına tanık oluyoruz.
Aman diyorum.
Ergenekon felaketinde, 17-25 Aralık’ta yaşadıklarımız bize şunu öğretti.
“İtirafçılık” ile “İftiracılık” arasındaki sınır çok belirsizdir.
O dönemde itirafçıların verdiği isimlerin bir bölümünün kendilerine verilen isimler olduğunu; onların ağzından medyaya sızdırıldığını yaşanan trajik olaylarla öğrendik.
Yine o gün öğrendik ki; bugün sizin hoşunuza giden itirafçı, yarın sizin aleyhinize itirafçı olabilir.
Sayın savcılar… Sayın Hakimler… Sayın Yargı mensupları…
Aman dikkat… O toplumsal özel hayat protokolü bozulmasın.
Toplum olarak, siyaset olarak çok acısını çektik bunun.
Bakın daha şimdiden itirafçıların ve gizli tanıkların ağzından bazı siyasetçilerin isimleri ortaya atılmaya başlandı.
Dikkat etmezsek bu bütün devlet yapısına sirayet eder.
İtirafçılar ve gizli tanıklar üstünden siyasi hesaplaşmalar, vandettalar başlayabilir.
Ve işin tuhafı muhalif medya da bu rüzgarın etkisine girdi.
İtirafçı ve gizli tanık müessesesinin geçmişte ne felaketlere yol açtığını gördüğümüz halde, sanki onların söylediği her şey doğruymuş gibi bunun üzerine yorum yapan muhalif yazarları ibretle izliyorum.
Daha düne kadar, CHP’li belediyeler hakkında konuşan itirafçı ve gizli tanıkları eleştiren muhalif konuşmacılar şimdi her iki dakikada bir “Tabii özel hayatlar bizi ilgilendirmez ama” diyerek, yani her saniye o “Özel hayatı” hatırlatarak, bugün içerideki iktidar yanlısı gazeteciler ve sunucular hakkında itirafçıların söylediği her şeyi aynen tekrarlıyorlar.
Arkadaşlar…
1.İlk soruşturmanın gizliliği esastır.
2. “İtirafçıların”, “Gizli tanıkların” söyledikleri, özel telefon konuşmalardaki ifadeler somut delil değildir.
Somut delilleri toplamaya yardım eden, somut delile götüren birer araçtır.
3. Bunlar somut delillerle ispatlanmadıkça delil kabul edilemez.
Gazeteciler, siyasetçiler ve vatandaş da hukukun bu genel kurallarına saygı duymalı.
Geçmişte benim ve Aziz Yıldırım hakkında iftiralar atan bir gizli tanığın Nazilli Cezaevinde karısını öldürmekten hüküm giymiş bir katil olduğu ortaya çıktı.
Bu şahsın cezaevine girmeden önce Beşiktaş Adliyesindeki FETÖ’cü savcılara ifade vermek için Bodrum-İstanbul uçak biletini Zaman gazetesinin aldığını da bizzat ortaya çıkardım.
Allahtan muhalif ve iktidar kesiminde hala birkaç insan var ve bunları yazıyor.
İşte onlardan biri Nevşin Mengü…
Bir kadın gazeteci…
Size onun geçen gün yaptığı bir paylaşımı aynen aktarıyorum:
“Gazetecilik/yayıncılık hayatım bu iktidar döneminde geçti. Seküler bir kadın gazeteci olarak iktidar yanlısı trol ekiplerinden yemediğim hakaret, görmediğim linç kalmadı.
Yeri geldi terbiyesizce lakaplar takıldı, yeri geldi haysiyet dışı aşağılamalara maruz kaldım.
Geldiğimiz noktada anlıyorum ki, beni ve benim gibileri “ahlakla” vurmaya çalışanlar ahlakın kıyısından köşesinden geçmemiş.
Ele geçirdikleri para ve gücü meslektaşlarına Mobbing yapmak, insanları taciz etmek ve gayrı ahlaki bir hayat sürmek için kullanmışlar. Neyin ne olduğu ortaya çıktığı için içim rahat.”
“Ancak şunu da belirtmek isterim ki, Mehmet Akif Ersoy dosyasına ilişkin iktidara yakın basında yazılan haberlerde işin varsa suç boyutu değil, magazin boyutu ön plana çıkarılıyor.
Suç olmayan ama etik dışı bazı davranışlar suçmuş gibi lanse ediliyor. Masumiyet karinesi zaten akıllara bile gelmez olmuş durumda. Bunu da doğru bulmuyorum.”
Haksız mı…
O nedenle herkese seslenmek istiyorum.
Adalet tarihimizdeki, Ergenekon davası felaketi, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz felaketinden sonra oluşan “Toplumsal mutabakatı” koruyalım.
Sadece itirafçı, gizli tanık, telefon tapeleri, WhatsApp yazışmaları üzerine kurulu yargı kimsenin menfaatine değildir.
Bugün sizin işinize yarar, yarın gelecek olanların…
Ve olan hepimize olur.
Ergenekon polis, savcı ve hakimlerinin bu ülkeye verdiği zararı hepimiz gördük.
Kanser hastası Türkan Saylan’larımız, Ali Tatar’larımız, Kuddusi Okkır’larımız hala hafızamızda.
O cüretkar yapı başbakanın ofisine böcek sokacak kadar cesaret buldu…
O nedenle polisimizden, yargı mensuplarımızdan benzer hatalara düşmemelerini dilemek hepimiz için bir görevdir.
Bunun iktidar veya muhalefet tarafında olmakla hiç alakası yok.
Ülkemizin ve demokrasinin yanında olmakla ilgili bir şeydir bu…
Çünkü yakın geçmişimizde hepimizi bu duygu ve temennide birleştirecek somut deliller var…
Yani gerçek bir adalet duygusunda birleşmek için ne bir itirafçıya ne de gizli tanığa ihtiyacımız var…
İhtiyacımız olan tek şey herkes için eşit adalet ve vicdan duygusu…