Nobel Ödülleri’nden ikisi yapay zekaya verilince: Akademinin yolu şaşar mı?
"10'ca bilim arasından"da bu hafta ABD'nin Starliner'ı, Çin'in Chang'e-6'yı fırlatmasının ne anlama geldiğini ele alıyor, medeniyetlerin neden birbirlerinden farklı sürelerde çöktüğüne göz atıyor, T. rex'in zekasını inceliyoruz.
Mayısın ilk haftasından merhaba! Bu haftayı da göz açıp kapayıncaya kadar bitirdik. Hafta boyu sağlık alanında ilginç bilgiler edindik. Örneğin EKG ile ölüm oranlarının yüzde 31 azaltılmış olmasını Özgür Gökmen Çelenk 10Haber için yazdı. Sonra ömrümüze nasıl beş yıl daha ekleyebileceğimizi öğrendik. Ayrıca şifalı bitkilere sığınan tek canlıların biz insanlar olmadığını ilk kez orangutanlarda gözlemleyebildik. 75 bin yıl önceki Neandertal kuzenlerimizin nasıl göründüğünü gördük; ambivertliğin ne olduğunu ele aldık; Google’ın tekel mücadelesini inceledik.
Bugün neler konuşacağız peki?
Gözümüz göklerde olacak bugün. Çin Ay’ın güney kutbuna inerek numune toplayacak uzay aracını cuma günü fırlattı, yarın da NASA-Boeing işbirliğindeki Starliner fırlatması olacak. Bu fırlatmalar neden önemli, neyi amaçlıyor onları konuşarak başlayacağız güne.
Ardından eski medeniyetlerin neden çöktüğünü sorgulayacağız. Neden bazıları daha kısa sürede çökerken bazıları uzun soluklu olmuştu? Sorularımız burada bitmiyor tabii. Bir diğer sorumuz dinozorların ne kadar zeki canlılar olduğu.
Güzel bir haberimiz de var ayrıca: Çocuğu olanlar daha iyi bilir, bebeklerin her şeyi ağzına attığı bir dönem var ve bu dönemi kazasız belasız atlatana kadar ebeveynlerin canı çıkıyor. Energizer adında bir şirket, bebeklerin ağzına pil attığını ebeveynlerine haber verecek bir pil üretti.
Konularımız bu kadarla da sınırlı değil. Sizi Mars’a götüreceğiz, kadınların erkeklerden daha fazla üşüdüğü algısını yıkacak bir çalışmayı inceleyeceğiz. Günün favori şarkısı da yapay zeka tarafından üretilmiş olacak üstelik.
Öyleyse yolculuk başlasın!
Yaklaşık bir buçuk hafta önce NASA’nın yöneticisi Bill Nelson Amerikan Kongresi’nin karşısına çıkıp ajans için verilecek bütçenin iyi düşünülmesini istedi. Kongrenin zayıf tarafından vurarak “Çin bu alanın üzerine çok düşüyor. Geri kalırsak başımıza neler gelir kim bilir” minvalinde konuştu. Bu hafta her iki ülke de gözünü gökyüzüne çeviriyor ama farklı amaçlarla. NASA, Boeing ile işbirliğinde geliştirilen Starliner’ın başarılı olup olmayacağını izleyecek; Çin ise cuma günü Ay’ın karanlık yüzeyini hedefleyen uzay aracını fırlattı.
Önce Starliner ile başlayalım. Onu anlatmak için biraz geriye gitmemiz gerekiyor. Uzay taşımacılığı görevini yerine getiren Atlantis Uzay Mekiği 2011’de son uçuşunu gerçekleştirdikten sonra NASA bir sorunla baş başa kaldı. Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki laboratuvarına mürettebat göndermenin tek yolu Rus Soyuz kapsülüne koltuk başı 80 milyon dolar vermekti. Yani Ay’a insan indirebilmiş, Hubble Uzay Teleskobu’nu inşa etmiş bir ülke Rusya’nın 45 yıllık uzay aracına bel bağlamak zorunda kalmıştı. Rusya 2014’te Kırım’ı ilhak edince kayışlar iyice koptu. O zaman Rusya Başbakan Yardımcısı Dmitri Rogozin ABD’nin yaptırımlarına, “ABD bundan sonra astronotlarını uzay istasyonuna trambolinle gönderir artık” sözleriyle cevap verdi.
NASA’nın aklındaysa daha farklı bir plan vardı: Ticari Mürettebat Programı (CCP). NASA böylece kendi uzay araçlarını inşa etmek için zaman ve yüksek miktarda para harcamayacak; bunun yerine uzay turizminin önünü açmaya çalışan özel uzay şirketlerine teşvikler verecekti. Yani parayı Rusya’ya vermek yerine yine kendi ülkesindeki şirketlere kazandıracaktı. Öyle de yaptı. Bugün NASA işin bilimsel yanıyla ilgilenirken teknik kısmıyla özel uzay şirketleri bakıyor.
Starliner’ın amacı, SpaceX’in Crew Dragon’u gibi alçak yörüngedeki Uluslararası Uzay İstasyonu’na insan taşımak. Böylelikle hem uzay taşımacılığı SpaceX’in tekelinden çıkmış olacak hem de birinden biri sıkıntıya girdiğinde diğer devreye girebilecek. Zaten NASA uzay istasyonuna özel şirketlerle insan taşıma projesi için her iki şirketle de eş zamanlı çalışmaya başlamıştı. 2019’da iki şirket arasındaki rekabet başa baş gidiyordu. 2019’un aralık ayında yapılan fırlatmada Starliner’ın test uçuşu başarısız olurken Crew Dragon NASA astronotları Doug Hurley ve Bob Behnken’i yörüngeye taşıdı. Starliner’ın taşıyacağı NASA astronotları Barry Wilmore ile Suni Williams ise dört buçuk yıl daha beklemek zorunda kaldı.
Boeing deyince insanın aklına bu sene gerçekleşen kazalar geliyor. 6 Mayıs’ta gerçekleşecek uçuşun başarılı olması, itibarı yerle bir olan Boeing’in yüzünü bir nebze kurtarabilir. Starliner normalde yedi koltuğa sahip ama NASA ile yaptığı sözleşme kapsamında uzay istasyonuna muhtemelen sadece dört mürettebat taşıyabilecek. Axiom Space gibi özel uzay şirketleri uzay istasyonuna turistik uçuşlar için Crew Dragon’u SpaceX’ten kiralıyordu şimdi artık önünde bir seçenek daha olacak.
Öte yandan yakında Uluslararası Uzay İstasyonu emekliye ayrılacak ve yerini özel uzay istasyonları alacak. Mevcut koşullarda ABD ve Rusya’nın Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki anlaşması nedeniyle iki ülke işbirliğine devam ediyor ancak uzay istasyonu emekliye ayrıldığında, Moskova’da siyasi değişiklik olmazsa bir kez daha rakip olacaklar. Gerçi ABD’yi geren ülke artık Rusya değil, kendi uzay istasyonlarına ve uzay araçlarına sahip Çin…
Çin cuma günü uzay programında yeni bir adım attı: Ay’ın uzak tarafından örnekleri Dünya’ya getirme amacıyla Chang’e-6 sondasını Hainan Adası’ndaki Wenchang Uzay Fırlatma Merkezi’nden Long March-5 roketiyle fırlattı. Fırlatma başarılı oldu. 53 gün sürmesi planlanan görevde Chang’e-6 Ay’ın karanlık yüzündeki bir kratere inecek. Çin bu konuda ABD ve diğerlerine nazaran çok daha rahat çünkü 2019’da Chang’e-4 misyonu Ay’ın uzak yüzüne iniş yapan ilk sonda olmuştu.
Burada önemli nokta, yeni misyonla karanlık taraftan örneklerin toplanacak olması. Ay’a insanlı iniş yapıp güney kutbunda araştırma üssü kurmayı planlayan tek ülke ABD değil; Çin de bu yolun yolcusu ve Ay görevlerini 50 yıl kadar önce terk edip paslanmış ABD’den daha iyi durumda. ABD yılbaşındaki denemesinde başarısız oldu, ikinci denemesinde iniş yapmayı başarsa da bu hem dengesiz bir iniş oldu hem de doğru düzgün araştırma yapılamadı.
Ay’ın güney kutbunun su ve mineraller açısından zengin olduğu düşünülüyor. Eğer düşünüldüğü gibiyse gelecekteki uzay görevlerinde astronotların yakıt bakımından endişelenmesine gerek kalmayacağı gibi Ay’da araştırma üssü kurmak kolaylaşabilir. ABD’nin en büyük korkusuysa Çin’in kendisinden önce güney kutbuna bayrak dikmesi.
Roma İmparatorluğu’ndan Makedonya İmparatorluğu’na, Maya uygarlığından Sümerlere tarihin her evresi toplumsal çöküşlerle dolu. Tarihçiler genelde bu çöküşleri toplumlar bazında, onların kendi içinde yaşadıkları zorlukları ele alarak inceliyor. Ancak bazı bilim insanları daha büyük pencereden baktıkları bir yaklaşımı benimsiyor. Örneğin Nature dergisinde yayınlanan yeni çalışmada Philip Riris ve meslektaşları şu sorunun yanıtını arıyor: Neden bazı toplumlar diğerlerinden daha dayanıklı?
Bu çalışmada Yukon ve Avustralya dahil dünyanın dört bir yanına dağılmış 16 toplum karşılaştırıldı. Araştırmacılar istatiksel modelleri kullanıp 30 bin yıllık arkeolojik kayıtları analiz ederek savaşların, kıtlıkların ve iklim değişikliğinin toplumlar üzerindeki etkilerini analiz ettiler. Her toplumda ama uzun ama kısa gerilemeler yaşandığını gördüler. Örneğin yaklaşık 8200 yıl önce Yakındoğu nüfus bakımından çökmüş ve iki bin yıl boyunca kendini toparlayamamıştı.
Bir diğer dikkat çekici bulguysa insanların yaşam şekillerindeki farklılıkların çöküş ve büyüme ritminde farklılıklar yaratmasıydı. Mesela çiftlik hayvanı yetiştiren ya da toprağı işleyen toplumlar daha hızlı büyürken, gerilemeye de daha açık hale geliyorlardı. Sadece ekin yetiştirmek ya da hayvan sürülerine bakmak insanları iklim değişikliklerine karşı daha savunmasız hale getiriyordu.
Peki ya krizlerden geçme sıklığı toplumları nasıl etkiliyordu? Çok fazla kriz yaşayan toplumların yıpranacağını ve yeni felaketlere karşı savunmasız hale geleceğini düşünebilirsiniz ama bilim insanları tam tersi bir sonuçla karşılaştı. Krizlerden geçen toplumlar gelecekteki şokları daha hızlı atlatabiliyordu. Bir toplum ne kadar çok krizden geçiyorsa sonunda o kadar dirençli hale geliyordu. Özellikle Kore Yarımadası, Çin’in orta kesimleri ve Karayipler’deki toplumlar bunun en iyi örnekleriydi.
Riris’in tahminine göre toplumlar kriz dönemlerinde nasıl hayatta kalacaklarını öğrenip bunu gelecek nesillere aktarıyor. Böylelikle bir sonraki kötü olaya daha çok dayanmalarını sağlayacak yeniliklerin ya da teknolojilerin önü açılmış oluyor. Bilim insanlarının böyle bir araştırma yapması biraz da içinde bulunduğumuz iklim krizinden önceki toplumların nasıl çıktığını öğrenerek ona göre davranmak. Ancak Riris ve ekibi yeni bulgularına dayanarak bir tavsiyede bulunmak istemiyor. Princeton’da tarihçi olan ancak araştırmada yer almayan John Haldon NYT’ye verdiği demeçte, “Toplumlar 100 bin yıl boyunca bu şekilde davranmış olabilir ancak bunun şu anda bize bir faydası yok. 50 bin yıl sonrasını planlayabilseydik harika olurdu” diyor.
Paleontologlar uzun zamandır Tyrannosaurus rex’in ne kadar zeki bir canlı olduğu sorusunun cevabını arıyor. Ne var ki bu o kadar kolay cevaplandırılacak bir soru değil. Bilim insanlarının üzerinde çalışabilecekleri çok fazla fosil kemik olsa da dinozor beyni yok. Geçen yıl hatırlarsanız T. rex gibi dinozorların beyinlerinde 3 milyar nöron olduğunun tahmin edildiği bir makale yayınlanmıştı. Biz de yine bu bültende o çalışmaya yer vermiştik. Üç milyar nöronun T. rex’in sanılandan çok daha zeki olduğunu, alet kullanabilecek, problemleri çözebilecek ve hatta bilgilerini nesilden nesle aktarabilecek kadar akıllı olduğunu gösterdiği belirtiliyordu o makalede. O dönemde bu çok tartışılan bir konu olmuştu ama şimdi Anatomical Record’da yayınlanan bir araştırma o bulguları bilimsel olarak yalanlar nitelikte.
Yeni çalışmaya göre geçen yılki araştırmada tahmin edilen nöron sayıları, dinozorların beyinleri konusundaki varsayımlar nedeniyle hatalıydı. Çünkü geçen yılki çalışmanın yazarı Vanderbilt Üniversitesi’nden sinirbilimci Suzana Herculano-Houzel, dinozor beyinlerini T. rex’in hâlâ hayatta olan akrabaları emus ve devekuşu gibi canlılarla karşılaştırıyordu. Kuşlar T. rex’in de ait olduğu teropodların torunları olsa da teropodlar aslında sürüngendi. Dolayısıyla T. rex’i bugünkü kuşlarla kıyaslamak yerine hâlâ hayattaki sürüngenlerle kıyaslamak gerekiyor. Bu mantığa göre T. rex’in kafatasında çok miktarda beyin omurilik sıvısı ama az sayıda beyin dokusu vardı.
Sürüngen beyinleri kuş veya memeli beyinlerine göre daha düşük nöron yoğunluğuna sahip. Nöron sayısı da vücut büyüklüklerine göre değişiyor; yani T. rex bir babun kadar nörona sahip olsa bile bir primatın zekasına sahip olduğu anlamına gelmiyor. Zaten bir canlı ne kadar büyükse temel biyolojik işlevlerini gidermek için daha fazla nörona ihtiyaç duyar. Ayrıca nöron sayısı tek başına bir türün zeki olduğunu göstermeye yetmez. Mesela Avrasya saksağanları sadece 400 milyon nörona sahip olmalarına rağmen ekip halinde çalışabilen, oyun oynayabilen, alet kullanabilen ve insan konuşmasını taklit edebilen son derece zeki canlılar. Öte yandan zürafaların iki milyar nöronu olsa da bu saydıklarımızın hiçbirini yapamıyor.
Yeğenimle vakit geçirdiğim günlerde ablama saygım bir kat daha artıyor çünkü o kadar enerjik bir çocuk ki gün sona erdiğinde benim pilim de bitmiş oluyor. Çocukların sağının solunun belli olmadığını biliyoruz. Özellikle 0-2 yaş arasındaki oral dönemde ne bulurlarsa ağızlarına atıyorlar ve konuşamadıkları için bu şeyin ne olduğunu anlayamıyoruz. ABD’de 2021’de 18 aylık bir bebek uzaktan kumandanın pilini yuttuktan sonra öldü örneğin. Energizer denen bir şirket ebeveynlerin işini görecek bir pili piyasaya sürüyor.
Yeni lityum pil daha güvenli bir ambalaja, çocukların yutmasını önlemek için toksik olmayan ama acı bir kaplamaya ve tükürük gibi nemli bir şeyle temas ettiğinde içindeki mavi boyayı etkinleştiren “renk uyarı teknolojisi”ne sahip. Böylelikle ebeveynler ya da bakıcılar çocuğun ağzına bir şey attığını bilebilecek. Düğme pil yutan çocuklar ciddi risklerle karşı karşıya kalır çünkü piller tükürük gibi vücut sıvılarıyla temas ettiklerinde elektrik akımı oluşturur. Bu akım vücut dokusunu yakarak ciddi komplikasyonlara ve hatta ölüme kadar götürebilir. Anne babalar çocuğun üzerine ne kadar titrerse titresin pil ya da başka şeyler yuttuğunu anlayamayabilir. 2021’de ölen bebeğin pil yuttuğunu ailesi 30 saat sonra fark etmiş mesela. Dolayısıyla mavi boya gibi uyarıcılar hayat kurtarıcı olabilir.
👉Mars’ın geçmişte Dünya’nın daha sulu hali olduğu düşünülüyor ama bu sululuk tropikal bir cennetten ziyade don ve sellerin yaşanmasından kaynaklanıyordu. Ayrıca havasındaki karbondioksitin de daha yoğun olduğu tahmin ediliyor. Bilim insanları Journal of Geophysical Research dergisinde yayınlanan yeni çalışma Mars’ın geçmişteki atmosferinin Dünya’dakine sandığımızdan daha benzer olduğunu gösteriyor. NASA’nın Curiosity aracı bir zamanlar göl olan Gale Krateri’ni araştırırken tortul kayalarda yüksek miktarda manganez dioksit buldu. Halbuki bu reaksiyonun gerçekleşebilmesi için ortamdaki oksijen seviyesinin yüksek olması gerek.
👉PNAS’ta yayınlanan yeni bir çalışmada soğukluk algısının cinsiyetler arasında çok bir fark yaratmadığını gözler önüne serdi. 28 kadın ve erkekten oluşan bir grup sıcaklığın kontrol edildiği bir odada beş saat geçirdi; üzerlerinde tişört, şort ya da etek ve çorap vardı. Sıcaklıklar 17 derece ile 31 derece arasında değişirken katılımcıların fiziksel durumu izlendi, rahat olup olmadıklarıyla ilgili sorular soruldu. Beklentinin aksine kadınlar hava soğudukça erkeklerden daha iyi direnç gösterdiler. Kadın katılımcılar erkeklerden fiziksel olarak daha küçük ve daha az vücut sıcaklığına sahip olsalar da vücut yağlarının daha fazla olması nedeniyle dengelerini koruyabildiler.
👉Bültenin önceki sayılarından birinde “Sanalda büyüleyenler” köşesinde Sora’nın hazırladığı kısa filmlere ufaktan değinmiş, içlerinden en beğendiğimizin balom kafalı adam olduğunu söylemiştim. Ancak şimdi öğreniyoruz ki balon kafa kısa filmi için birçok kez insan dokunuşu gerekmiş. FXGuide’nin haberine göre Sora’nın verilen komutu yorumlama şekli bazen faciaydı; örneğin balonun içinde insan kafasının görüldüğü ya da sarı balonun yanlış renklerde tasvir edildiği anlar oluyordu. Dolayısıyla prodüksiyon şirketi Shy Kids bazı sahnelerde Adobe AfterEffects kullanmak zorunda kaldı. Ayrıca Sora’nın videoları ağır çekimde üretme gibi bir eğilimi olduğu ortaya çıktı. Yani şirket bazı kısımlarda zamanlamayı ayarlamak zorunda da kaldı. Sora’nın hâlâ insan dokunuşuna ihtiyaç duymasına sevinmeli mi?
👉Tanrı İnsan Hayvan Makine‘yi okurken yazarın robotik köpek aldığı bir bölüm vardı, kocası başlarda bu durumdan hiç hoşnut değildi ve robotik köpeğin gerçek köpeğin yerini tutamayacağını düşünüyordu. Ama robot şirketi Boston Dynamics’in eğlence amaçlı kürklü bir kostümle donattığı Spot Mini robotik köpeği gerçek bir köpekten neredeyse farksız görünüyor.
Kadınlar, Ambarlar, Sermayeler kitabını antropoloji ve iktisadın kesişiminde önemli kılan nedir? Hiç kuşkusuz, teorik ve ampirik ayakları güçlü bir çifte köprü kurması: bir yandan, kendi kendine yeterli tarımsal topluluklar özelinde üretim ve üreme ilişkileri arasında, diğer yandan da bu topluluklarda üretilen/yeniden üretilen emek gücünün ve artı emeğin mevsimlik göçler yoluyla kapitalist sistem tarafından hem artı değer hem de emek rantı biçiminde sömürülmesi ve modern kölelik formları arasında.
Geçimlik besin üretimi ve üreticilerin yeniden üretimi gibi, insan faaliyetinin en belirleyici yönlerinden hareket eden ve bu manada diyalektik materyalizmin en yaratıcı örneklerinden birini sunan C. Meillassoux, çalışmasında Lévi Strauss’un yapısalcılığının keskin bir eleştirisine de girer. Kadın, yapısalcı antropoloji dâhilinde sadece ittifak temelli mübadelelerin konusu olarak ele alınırken, burada bir üretim ilişkisine dönüşmüş üreme ilişkilerinin, babayanlı soy ilişkilerinin tesisinde üreme fonksiyonu gereğince aranan, el konulan, boyun eğdirilen bir figür; eril bir kolektif siyasal girişimin nesnesi olarak karşımıza çıkar.
Bu açıdan bakıldığında, Kadınlar, Ambarlar, Sermayeler, Marksizm ile uzlaşılabilecek bir feminizm ve feminizm ile uzlaşabilecek bir Marksizm için, tıpkı toplumsalın ve sömürünün karmaşık kıvrımları hususunda naif olmaması gereken bir teorinin yapması gibi, iyi tasarlanmış bir başlangıç noktası teşkil eder.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Atalarımız ne yiyordu? Besinlerini ilk kez ne zaman pişirdiler? Et yemek ile ataerkil şiddet arasında bir ilişki var mı? İçinde bulunduğumuz uygarlık bir buğday ve ekmek uygarlığı mı? Yaşam ne zamandan bu yana ekmek kavgasına dönüştü? Antikçağın sofralarında neler vardı? Ne yiyorsan o musun yoksa neysen onu mu yiyorsun? Zenginin şöleninden, fakirin ekmeğine kadar sınıfsal sofra savaşları…
İlerlemeci bilim uzun yıllar insanın tarihsel yolculuğunun, karnını doyurmakta güçlük çeken akılsız hayvandan, modern, akıllı, tok bir varlığa doğru olduğu öyküsünü anlattı. Avcı-toplayıcıları, tüm gün karınlarını doyurma peşindeki yarı-aç ilkeller olarak betimleyen bu bilimsel söylem, elde edilen arkeolojik veriler ışığında nihayet terk edilmeye başlandı. Yiyecek bulmak için özel bir zamana dahi gereksinim duymayan, günlük hareketliliği içerisinde karşısına çıkan yiyeceklerle karnını doyuran avcı-toplayıcı insana kıyasla modern insanın yaşamı, yemek üzerine kuruludur. Bu “yemek” uygarlaşma süreci boyunca öylesine bir dönüşüm geçirir ki, insanı doğadan ve birlikte evrimleştiği diğer tüm canlılardan ayırır. Evcilleşip, kentcilleşmiş insanın midesi bedeninden taşar. Yemek artık sınıfsal bir ayraçtır ve bu yolda iştah da uygarlaşmıştır.
İsmail Gezgin’in milyonlarca yıllık insan-besin ilişkisi üzerine düşündüğü bu çalışmada, atalarımızın ne yediğinden başlayarak buğday uygarlığına, ilk evcil tohumlardan hayvan yemeye, antikçağın ataerkil şölenlerinden lezzet tüccarlarına, yemeğin iktidarla doğrudan bağına, farklı çağlardan geçerek ve türlü türlü sofralara konuk olarak tanıklık ediyoruz.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Türümüz Homo sapiens, son 40 yılda kazandığı başarıların ve son yarım yüzyılda yaşadığı müthiş nüfus artışının baş döndürücü sonuçlarına uyum sağlayabilecek mi? Çok uzun zaman önce, birkaç insan türü Dünya’yı paylaşıyor, teknik ve gen alışverişinde bulunuyordu. Daha sonra, Afrika’da ortaya çıkan daha yeni Sapiens popülasyonları (bizim türümüz), Avrupalı Neandertalleri, Asyalı Denisovaları ve başka birkaç türü mağlup etmeden önce, hem yaya olarak hem de teknelerle Avustralya ve Amerika’ya kadar ulaşıp tüm Dünya’yı fethettiler.
Sapiens Sapiens’e Karşı işte bu muhteşem macerayı anlatıyor. Ancak, değişen iklim koşullarına uyum sağlama yeteneğimiz, kentleşmiş, anında iletişim olanağına kavuşmuş, kirlenmiş, ekosistemleri harap olmuş ve felaketlerin tehdidine daha açık hale gelmiş bir dünyaya uyum sağlamamıza hizmet edebilecek mi? Çünkü evrim devam ediyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Bu hafta X’te görmekten en hoşlandığım şey yapay zekayla üretilmiş müziklerdi. Bu müzikleri üretirken şarkı sözü olarak sosyal medyaya yansımış WhatsApp ve alışveriş mesajlaşmaları ya da eskiden gazetelerde yayınlanan şiirler kullanılıyor. Açıkçası dinlediklerimin çoğu Spotify’da çalma listesi oluşturabileceğim kadar bağımlılık yapıcı. Favorim ise kesinlikle “Barsenal”.
Çok iyi şarkı akdjdja pic.twitter.com/XVxXX7mRbf
— Mister Nobadi (@MisterNobadi) April 29, 2024