Bilim insanları karanlık maddenin kaynağı için hummalı bir arayışta
ABD'de yaşayan Fatih ve Eren Özmen'in şirketi SierraSpace, inşa edilen değil şişirilen bir uzay istasyonu tasarımı geliştirdi. Tasarım ilk stres testini başarıyla geçti. Böylece uzayda istasyon kurmanın maliyeti çok düşecek.
Yılın ilk ayını bitirmemize az bir vakit kaldı. Bu hafta bilim dünyasında üzücü ayrılıklar yaşadık, Mars helikopteri Ingenuity’nin artık uçamayacak olması gibi, Büyük Patlama teorisini kanıtlayan iki fizikçiden biri olan Arno Penzias’ın ölmesi gibi. Umut verici haberler gördük, 11 yaşındaki doğuştan sağır çocuğun ilk kez duyabilmesi gibi, yalnızca iki tane kalan kuzey beyaz gergedanının tüp bebek yöntemiyle yok olmaktan kurtulabileceği gibi. Türkiye için mutluluk verici anlar da yaşanmadı değil. Mesela yıllarca NASA’da çalışan astrofizikçi Dr. Umut Yıldız çalışmalarına Türkiye’de devam etme kararı aldı, Mersin Üniversitesi’nden Biyoteknoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Emrah Kırdök 9 bin yıl önce çiğnenen sakızla taş devrini aydınlattı. Bunların hepsini bu hafta 10Haber’de okudunuz. Okumadıklarınızla bir yolculuğa hazır mısınız?
Maceramıza Jüpiter büyüklüğündeki haydut cisimlerin yaydığı sinyallerle başlayacağız. Sonra dünyanın en büyük laboratuvarına sahip olma unvanını İtalya’dan devralan Çin’e gitmemiz gerekiyor. Çünkü bu 2400 metre derinliğindeki laboratuvarda göremediğimiz ama var olduğuna inandığımız karanlık maddeyi arayacağız. Yeni rotamız ABD. Burada Eren ve Fatih Özmen’in kurduğu Sierra Space’in şişirilebilir uzay habitatını patlattığı anlara tanık olacağız.
Eğlenceyi biraz kenara bırakıp daha ciddi konulardan konuşmamız da gerekiyor tabii. Bu hafta dikkat çekmek istediğimiz konu dünya genelinde yeraltı sularının giderek azalması. Tabii çıkarılacak bazı dersler de var zira yeraltı suları tükeniyor olabilir ama bunu tersine çevirmek de mümkün. Ciddi olacağız dedik ama tüm yazıda bu ciddiyet hakim olacak diye bir şey yok. Biraz ara verip sevimli farelerin bizzat kendilerinin çektikleri selfielere bakmaya ne dersiniz? Ardından da atalarımızın aslında sandığımız kadar “maço” olmadığını, avcılıktan ziyade toplayıcılığı tercih ettiğini öğreneceksiniz.
Bu hafta yolculuğumuzu yapay zekanın kötü niyetli insanların elinde nasıl bir silaha dönüştüğü ve Pokemon’un Palworld ile nasıl yeniden hayat bulduğuyla bitireceğiz 10’ca bilim arasından’ı. Öyleyse yolculuk başlasın!
James Webb Uzay Teleskobu, yörüngesinde yıldız olmadan uzayda başıboş bir şekilde sürüklenen Jüpiter büyüklüğünde cisimler keşfettikten sonra Meksikalı bilim insanları bu cisimlerin ne türden sinyaller yaydığını bulmaya karar verdi. Karşılaştıkları şey onları şaşkına çevirdi. Önce hikaye nasıl başladı ona bir bakalım. Bahsi geçen “haydut” da diyebileceğimiz başıboş cisimler geçen sonbaharda Avrupa Uzay Ajansı’ndan bir grup gökbilimcinin JuMBO adını verdiği cisimler hakkında henüz hakem denetiminden geçmemiş bir makalede yer aldı. Bu cisimler Orion nebulasında çiftler halinde dans ediyor gibi görünüyordu.
Meksikalı astrofizikçi Luis Rodriguez, Live Science’e verdiği demeçte JumBO’ların keşfinden sonra Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi’ndeki ekibiyle bu olağandışı cisimlerin radyo dalgaları yayıp yaymadığını görmek istemiş. Bu amaçla da ABD Ulusal Radyo Astronomi Gözlemevi’ndeki arşivleri tarayarak JuMBO 24 adındaki çiftten birinin gerçekten de sinyal yaydığını görmüşler. JuMBO’lar başlı başına tuhaf cisimler zaten ama Rodriguez ve ekibinin The Astrophysics Journal Letters’da yayınlanan yeni makalesinde de görüldüğü üzere inceledikleri JuMBO 24 hem diğer çiftlerden daha ağır olmalarıyla hem de aralarındaki mesafenin en yakın olmasıyla çok daha tuhafmış.
Üstelik bu çiftin yaydığı radyo dalgaları, gezegenlerin yaydığı spiral dalgalarla hiç mi hiç benzemiyormuş. Dalgalar güçlü ama sabitmiş. İşi daha kılçıklı hale getiren de bu. Çünkü kahverengi cüceler, gezegenler ya da pulsarlar gibi bilindik diğer cisimlerden gelen radyo dalgaları genelde çok daha değişken oluyor. Bu tuhaf durum dalgaların kaynağını tam olarak kestirmeyi de zorlaştırıyor. Yine de araştırmacıların tahminine göre bu radyo sinyallerinin JuMBO 24’ün arkasındaki bir şeyden gelme ihtimali 10 binde 1. Aklınıza “Acaba uzaylılardan mı geliyor bu sinyaller?” sorusu gelmiş olabilir. Rodriguez Live Science’e verdiği demeçte bunun pek olası olmadığını söylüyor. Gerekçesi de çiftin her ikisinin de benzer düzeylerde radyo sinyalleri yayması. Şimdi elimizde alınan cevaptan çok daha fazla soru var ama James Webb sağ olsun bu duruma alıştık.
Çin’de Jinping Dağları’nın yaklaşık 7800 fit (2400 metre) altındayız. Burası dünyanın en derin ve en büyük yeraltı laboratuvarı. Çin’in böyle bir tesis açmasındaki amaç evrenin yüzde 70’inden fazlasını oluşturduğuna inanılan gizemli karanlık maddeyi incelemek. Gizemli diyoruz çünkü evrenin bir bütün halinde kalmasını sağlayan “tutkal” işlevi gördüğüne inanılsa da görünen maddelerle etkileşime girmediği ve ışığı yansıtıp emmediği için henüz bu maddeyle ilgili bilgilerimiz çok kısıtlı. Geçen yıl burada adından çok söz ettik, Avrupa Uzay Ajansı karanlık maddeyi araştırmak üzere uzaya Euclid teleskobunu fırlattı. Çin bu hamlesiyle “Karanlık madde gizemini çözme konusunda ben de ön saflarda yer alacağım” mesajı veriyor.
Bu yeraltı laboratuvarının ilk bölümü aslında 2010 yılında çalışmaya başladı. 2020’de ise tesisi büyütmek için inşaata başlandı, bu iş ancak geçen ay tamamlandı. Önceden dünyanın en büyük yeraltı laboratuvarı İtalya’daki Laboratori Nazionali del Gran Sasso’ydu. Şimdi bu rekor Çin’e geçti. İtalya’nın Bologna kentindeki Ulusal Nükleer Fizik Enstitüsü’nde fizikçi olan Marco Selvi, Nature’a verdiği demeçte karanlık maddeyi aramak için en iyi yerin yeraltı olduğunu söylüyor. Nedeni ise kaya katmanlarının dedektörleri uzaydan Dünya’ya yağan yüksek enerjili parçacıklar olan kozmik ışınlar gibi arka plandaki “gürültü”den koruması. Selvi, “Yeryüzünde karanlık maddeyi tespit etmeye çalışmak, herkesin bağırdığı bir stadyumda bir çocuğun sesini duymaya çalışmaya benziyor” diyor.
Tesis yeryüzüne kıyasla yüzde 0.000001 oranında kozmik ışına maruz kalıyor. Duvarları da kauçuk, beton ve başka malzemelerin karışımından oluşan 10 cm kalınlığında koruyucu katmanla kaplı. Bu kalkan karanlık maddeyi tespit etmek için yapılan deneyleri bozabilecek su ve radyoaktif radon gazının çevredeki kayalardan sızmasını engelliyor. Bu özellikleri tesisi dünyanın en iyi korunan yeraltı laboratuvarlarından biri yapıyor. Bu arada tesis yeni alanını kullanmaya başladı bile. Mesela burada çalışan ekip, 120 kg sıvı ksenon kapasiteli dedektöründeki kapasiteyi 4 tona kadar yükseltti. Karanlık madde parçacığı teoride ksenon atomuyla çarpıştığında enerjisi fotosensörlerle tespit edilebilecek kadar ışık yaymalı.
Türkiye’nin ilk uzay yolcusu Alper Gezeravcı uzayda keyifli vakit geçirmeye devam ederken, kurucuları Eren ve Fatih Özmen olan özel uzay şirketi Sierra Space ilginç bir deneye imza attı. Şirket Büyük Entegre Esnek Ortam denen ve kısaltması LIFE yani HAYAT olan ilk tam teşekküllü şişirebilir uzay habitatını havaya uçurdu. Bunun tamamen planlı bir şekilde gerçekleştirildiğini belirtelim. Peki neden böyle bir deney yapma ihtiyacı duydular? Şirketin amacı LIFE’ın uzayın zorlu koşullarına ne kadar dayanabileceğini test etmek. Prototip ne kadar dayanıklı olursa ticari uzay istasyonlarını uzayda görmeye daha çok yaklaşırız. Balona benzeyen ve boyu 20 metrenin biraz üzerinde olan yapı, tamamen şişirildiğinde Uluslararası Uzay İstasyonu’nun hacminin üçte birini taşıyabilecek kapasiteydi. Nihai Patlama Basıncı (UBP) testine göre modülün patlayana kadar şişirilmesi gerekiyordu ki bu NASA’nın tavsiye ettiği 60.8 psi seviyesinin yüzde 27 üzerinde, 77 psi’de gerçekleşti. Yukarıdaki videoda 05:55’inci dakikada gerçekleşen patlamada modülün tam olarak dikişlerinden patladığı görülüyor. Yani şirket ilk stres testini başarıyla sonuçlandırdı. Eğer LIFE tüm testleri başarıyla tamamlarsa 2025’ten itibaren uzay görevlerinde kullanılabilir. LIFE’ın en büyük avantajı, bir roketin içine rahatça yerleştirilip, uzaya çıkarıldığında üç katlı apartman boyutuna gelene kadar şişirilebilmesi.
Nature dergisinde yayınlanan bir çalışma, dünyanın dört bir yanındaki önemli yeraltı sularının kuruduğunu gösteriyor. California Üniversitesi’nde su kaynakları alanında yardımcı doçentlik yapan ve çalışmanın da başyazarı olan Scott Jasechko, “Yeraltı suları, özellikle tarımın yaygın olduğu kurak yerlerde azalıyor” diyor. Mesela Rocky Dağları’nın doğusu boyunca uzanan Büyük Ovalar’daki Ogallala Akiferi, Texas’tan Güney Dakota’ya kadar uzanan devasa bir yeraltı rezervuarı olmasına rağmen çiftçilerin özellikle kurak dönemlerde ürünlerini sulamak için yeraltı sularından faydalanması nedeniyle büyük oranda tükenmiş durumda.
Birçok yeraltı suyu kuyular aracılığıyla izleniyor ancak yeni çalışmada verileri daha hassas uydu bulgularıyla destekleyerek yeraltı sularındaki tükenişin küresel bir resmi çizildi. Yazarlara göre şimdiye kadar hiç kimse yeraltı sularıyla ilgili kuyu takip verilerini de kapsayacak şekilde bu kadar ayrıntılı bir çalışma yapmamış. Bu çalışmada ise 40’tan fazla ülkede 1693 yeraltı suyu sistemindeki 170 bin kuyunun takip verileri toplanmış. Sonuçlar şöyle:
📌Yeraltı sularının yüzde 36’sı yılda 0.1 metreden fazla su kaybediyor.
📌Yüzde 12’si yılda 0.5 metreden fazla su kaybediyor.
📌Mevcut durumu 1980 ile 2000 yılları arasında toplanan verilerle karşılaştırmak için yeterli olan yeraltı sularının yüzde 30’unda yaşanan kayıplar hızla artıyor.
📌Rezervlerini kaybeden yeraltı suları çoğunlukla yağışların azaldığı bölgelerde. Jasechko, “Kuraklık döneminde insanlar yeraltı sularına daha fazla güveniyor” diyor ki Türkiye’de de bunun örneğini Konya’da görüyoruz.
Ama çalışma tamamen felaket tellalı diyemeyiz. Bazı iyi haberler de var. Mesela uzun süredir takip edilen yeraltı sularının yüzde 20’sinde yaşanan azalma hızlanmak yerine yavaşlıyor. Yüzde 16’sında ise azalma durumu tam tersine dönmüş durumda. Yüzde 13’ünde zaman içinde büyüme görülmüş. University College London’da risk ve afet azaltma araştırmacısı olarak çalışan Muhammed Şemsudduha, çok karmaşık bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu söylüyor. Ama bu durum bize bir şey daha anlatıyor: Yeraltı sularının kuruması kaçınılmaz bir son değil.
Yeraltı suyu kaybının yavaşladığı hatta yeraltı sularının arttığı yerlerde bunun sebebi doğa değil, insan kararları. Bangkok’ta 2000’li yılların başında özel kuyu pompalamaları karşılığında para ödenmesi zorunlu hale getirilmiş. Bu da yeraltı suyu kayıplarını tersine çevirdiği gibi obrukların oluşması sorununda da azalma görülmüş.
Kamerayı eline aldığında fotoğraf çekmeye meraklı tek tür biz değiliz gibi görünüyor. Fransız fotoğrafçı ve amatör olarak davranış bilimleriyle ilgilenen Augustin Lignier, New York Times’a petshoplardaki farelere şeker ödülü karşılığında bir kol aracılığıyla nasıl fotoğraf çekebileceklerini öğrettiğini anlatıyor. Üstelik bu fareler Lignier ödül vermeyi kestikten sonra bile fotoğraf çekmeye devam etmiş. Lignier’in bu işe girişmesinde insanların neden bu denli kendi fotoğraflarını çekip internette paylaşmaya meyilli olduğunu anlama isteği etkili olmuş.
Peki bu istek yalnızca insanlarda mı vardı? Lignier bunu öğrenmek için B.F. Skinner’ın farelere kutunun içindeki düğmeye basmaları karşılığında yiyecek verdiği koşullu deneyin biraz daha farklı bir versiyonunu yapmış. Lignier, kendi kutusunun duvarlarını yarı saydam tasarladı. Böylece fareler kolu ittiğinde cihazın dışındaki kamera hayvanların fotoğrafını çekecekti, bu fotoğraflar farelerin hemen görebileceği bir ekranda gösterilecekti. Başta farelere kola her bastıklarında şeker vermiş Lignier, ama belli bir noktadan sonra şekerlerin sayısı azaltılmış. Buna rağmen fareler kola basmaya devam etmiş, hatta bazıları şekeri hiç umursamadan kendi fotoğraflarını çekmeyi sürdürmüş. Fareler kendi fotoğraflarını çektiklerini anlıyorlar mıydı? Lignier böyle bir şey olduğunu sanmıyor. Ama ona göre deney insanların sosyal medya bağımlılıklarıyla paralellik gösteriyor. NYT’ye konuşan fotoğrafçı, “Sosyal medya şirketleri, kullanıcının dikkatini mümkün olduğunca uzun süre ekranda tutmak için aynı konsepti uyguluyor” diyor. Tek fark, insanlar bu ilgisinin karşılığında tatlı değil “like” ile ödüllendiriliyor.
Atalarımızın yüksek proteinli, et ağırlıklı beslendiği gibi bir görüş hakim olsa da yeni arkeolojik bulgular bunun o kadar da doğru olmayabileceğini gösteriyor. Peru’daki And Dağları’nda 9 bin ila 6 bin 500 yıl öncesine dayanan iki gömü alanındaki 24 kişiye ait kalıntılardan elde edilen bulgular, tarım devriminden önce insanların ağırlıklı olarak yabani patates ve diğer kök sebzelerle beslendiğini gösteriyor. Wyoming Üniversitesi’nde arkeolog olarak çalışan ve araştırmanın yazarlarından Dr. Randy Haas, o dönemde yaşayan atalarımızın beslenmesinin yüzde 80’inin bitkisel kaynaklı, yüzde 20’sinin ise etten oluştuğunu söylüyor. Halbuki bir görüşe göre insanlık aşırı avlanma sonucu tarıma dönmüştü, yeni bulgular ise avcılıktan ziyade toplayıcılıktan çiftçiliğe doğru kademeli bir geçiş olasılığını gündeme getiriyor. Haas insanların avcı toplum düşüncesinin altında taş aletler ve hayvan kemiklerinin bitki kalıntılarından çok daha korunmuş bir halde günümüze kalmasının yatıyor olabileceğini söylüyor.
📌 Çalışmaya göre o dönemki insanlar küçük memeliler, kuşlar ve balıklardan ziyade geyik ve lama gibi büyük memelilerle besleniyormuş.
10Haber’de her hafta yapay zekanın iyi taraflarını olduğu kadar sorun yaratabilecek taraflarını da konuşuyoruz. OpenAI’nin geliştirdiği GPT dil modelinde de gördüğümüz üzere, ücret ödediğiniz GPT-4 ile kendinize özel asistan oluşturabilir ve ayak işlerini ona yaptırabilirsiniz, eğer ki arkadaş edinemiyorsanız, sosyal bir çevreniz yoksa ama derdinizi birine anlatmak istiyorsanız yapay zekayı arkadaşınız yapabilirsiniz. Bu örnekler çoğaltılabilir ama biz bugün yapay zekanın iyi tarafına odaklanmayacağız. Bugün konumuz kötü niyetli insanların yapay zekayı kötü amaçlarına alet etmesi. Bunun için haftaya damgasını vuran iki örneğimiz de var. Biri ABD’li bir siyasetçi hakkında, diğeri ise hepimizin az çok duyduğu, dinlediği bir şarkıcı, Taylor Swift.
New York siyasetinde bu hafta ufak çaplı bir skandal patlak verdi. Demokrat siyasetçi Keith L.T. Wright’a ait olduğu iddia edilen 10 saniyelik ses kaydı “Harlem siyasetçisi ifşalandı” başlığıyla sosyal medyada paylaşıldı. Bu videoda Wright’ın Temsilciler Meclisi üyesi Ines Dickens’e hakaret ve küfür ettiği duyuluyor. Wright’ın söylediği sözler arasında, “Evet aday olmayacak, işi bitti. Mezarını ben kazdım, o da içine girdi. Tembel, beceriksiz kadının teki, O olmasaydı kongrede ben olurdum” ifadeleri vardı. Ancak Wright söz konusu ses kaydının sahte olduğunu söyleyerek, “Harlem’i bölmek isteyen birileri yapay zekayı kullanarak kadın düşmanı ve saygıdeğer temsilcimize bir saygısızlık olan ses kaydını yaratmış. 200 binden fazla siyahinin Harlem’i terk etmek zorunda kaldığı bir dönemdeyken, yabancıların nesiller boyunca inşa ettiğimiz birliği bozmasına izin vermeyi reddediyoruz. Bu yalanları ve Harlem’in bir evladına saygısızlık yapmak için benim sesimin kullanılmasına yönelik tüm girişimleri reddediyorum” dedi.
Politico, bu ses kaydının gerçekten de sahte olduğunu ve yapay zeka ile üretildiğini yazdı. ABD’deki başkanlık seçimleri kasım ayında gerçekleşecek, öncesinde başlayan ön seçimlerle ülke çoktan seçim havasına girdi. Önümüzdeki süreçte siyasetçilerin yapay zekayla oluşturulan ve aslında hiç söylemedikleri şeyleri söylemişler gibi gösteren ses kayıtlarına, video görüntülerine rastlamamız mümkün.
Yapay zekanın bu haftaki diğer kurbanı ise Taylor Swift oldu. Şarkıcının yapay zeka tarafından üretilen cinsel içerikli görüntüleri sosyal medya platformu X’te dolaşıma girdi. Görüntülerin paylaşıldığı hesap doğrulanmış olduğundan hesap askıya alınmadan önce söz konusu paylaşım 17 saat yayında kaldı, 45 milyondan fazla görüntülenme aldı, 24 binden fazla kişi tarafından paylaşılarak daha geniş çevrelere yayıldı ve yüz binlerce beğeni aldı. Üstelik hesap askıya alınmış olsa da görüntüleri çoktan indiren kişiler platformda bunları tekrar tekrar paylaşmaya devam etti.
X’in hizmet politikalarında “manipüle edilmiş görsel ve rıza dışı çıplaklığın kesin bir şekilde yasak olduğu” belirtiliyor. Dolayısıyla görüntüler paylaşıldıktan hemen sonra kaldırılmayıp neredeyse bir gün sonra kaldırıldığı için X pek çok kişi tarafından eleştirildi. Platformun yetkilileri Swift’in ismini vermeden, “Ekiplerimiz tespit edilen tüm uygunsuz görselleri kaldırıyor ve bu görüntüleri yayınlamaktan sorumlu hesaplara karşı gerekli işlemleri yapıyor” dedi. Görüntüler Taylor Swift’i doğal olarak sinirlendirmiş, bu deepfake pornoların çıktığı sitelere karşı dava açmayı düşünüyormuş.
Taylor Swift bir örnek sadece. Bazı programlar ünlülerin, fenomenlerin ya da sıradan bir insanın fotoğraflarını pornografik içeriğe çevirmeyi mümkün kılıyor ve son dönemlerde bu programları kullanan kötü niyetli insanların sayısında epey bir artış var. Bu sahte görüntülerin yayılmasını önleme sorumluluğu sosyal medya platformlarına düşüyor. Görüntülerin yayılma hızına bakıldığında bu kolay bir iş gibi görünmüyor, hele hele X gibi işçi kıyımına giderek çalışanlarının yarısından fazlasını işten atan platformlar için bu iş çok daha zor.
Biraz da oyun dünyasına dalalım mı? Son zamanlarda Palworld diye bir oyun çıktı ve bu oyun Pokemon’a çok benzetiliyor. “Silahlı Pokemon” da denen oyun, oyunculara yaratık yakalama, hayatta kalma ve üs oluşturma gibi özellikler sunuyor. Piyasaya sürüldüğünden beri adından söz ettiren oyun beş günde 7 milyon satış barajını aşarak rekor kırdı. Ancak bir sorun var. Başta da dediğimiz gibi oyun Pokemon’a çok benziyor. Oyunun içinde bazı yaratıklar var ve bunları yakalayarak evcilleştirerek savaştırmak mümkün. Ne var ki oyunun geliştiricisi bazı oyuncuların sandığı gibi Nintendo değil, Pocket Pair adında bir şirket. Pokemon Company Palworld’un bayağı konuşulması üzerine oyun hakkında bir inceleme başlatacaklarını söyledi. Ancak bazı oyuncular Nintendo’nun Pocket Pair’e dava açacağını düşünmüyor. Çünkü oyun her ne kadar Pokemon’u andırsa da tam olarak Pokemon değil, hatta bazıları oyunu Pokemon ve hayatta kalma oyunu Valheim’ın birleşimi olarak görüyor.
Son günlerde ToastedShoes adında bir YouTuber, sosyal medyada Palworld’de oynanabilecek Pokemon modunu tanıttığı bir video paylaştı. Ne var ki Pocket Pair oyunun şu anda herhangi bir modu desteklemediğini, lansman sonrası yeni modların düşünülebileceğini açıkladı. Nintendo ise sessiz kalmayarak hemen bu resmi olmayan oyun modunun peşine düştü ve yasal işlem başlattı. Bu bile Nintendo’nun elinde Palworld için bir koz olsa doğrudan dava açacağını gösteriyor. Aşağıya oyunu oynayan bir Twitch yayıncısının videosunu bırakıyorum.