Yapay zeka savaşı kızışıyor: AMD, Nvidia’nın pazarına talip
10'ca bilim arasından'da bu hafta 1500 yıl önceki insan-tilki dostluğuna, akademik makalelerin döneminin çatışmalarına sessiz kalmasının sonraki dönemlerde nasıl karşılandığına, yapay zeka rekabetinin yazın nasıl hararetleneceğine göz atacağız.
Bayram tatilinin son gününden merhaba. Herhalde tatil oluğundan olsa gerek çok hızlı geçti son bir hafta. Sizde de öyle oldu mu? Belki önümüzdeki hafta vizeleriniz var, belki de işinizde yoğun bir döneme gireceksiniz. Gündelik telaşlarınız hayatınıza yeniden hükmetmeden önce kısa bir bilim ve teknoloji turuna çıkmaya ne dersiniz?
Sizi dünyadan çok uzakta, 637 ışık yılı uzağımızdaki bir ötegezegene götürebilirim örneğin. Hem burada çok hoş bir manzara bekliyor sizi. “Yok ben dünyadan değil, bu zamandan uzaklaşmak istiyorum” derseniz de 1500 yıl öncesinin Güney Amerikası’na, tilkilerle dost olduğumuz bir döneme gidebiliriz. Çok uzağa gittik derseniz de spesiyallerimiz arasında 2. Dünya Savaşı dönemine gidebiliriz. Merak etmeyin savaşın ortasına gitmiyoruz. Dönemin New England Journal of Medicine dergisinin eksikliğine göz atacağız.
Biraz da günümüzün dertlerine dönelim. Özellikle de küçük çocukların ödev derdine. Muhtemelen bayram tatili diye öğretmenleri onlara en az 10 sayfalık ödev vermiştir. Peki ya bu ödevler ne kadar etkili?
Ve gelelim öğrencilerin ödevlerini yaparken kurtarıcısı haline gelen bir teknolojiye… Kemerlerinizi sıkı bağlayın çünkü bu yaz bizi büyük bir yapay zeka yarışı bekliyor.
Gökbilimciler yaklaşık 637 ışık yılı uzağımızda WASP-76b adındaki ötegezegenin yüzeyini süsleyen alışılagelmedik, gökkuşağına benzeyen bir desene rastladı. Bu görüntü her ne kadar gökkuşağını andırsa da gökkuşağından farklı olarak “ışık halkası”na benziyor ve eğer gerçekten de ışık halkası olduğu teyit edilebilirse kendi Güneş Sistemi’miz dışında ilk kez böyle bir fenomene rastlamış olacağız.
Araştırmacılar ötegezegenin ev sahibi yıldızının önünden geçerken ışığında yaşanan değişiklikleri üç yıl boyunca gözlemledi ve gecenin gündüzle buluştuğu bölgede ne kadar çok ışık yayıldığını görünce şaşıp kaldılar. Çünkü ilk kez bir ötegezenin ışıltısında bu kadar keskin bir değişime rastlamışlar. Gökbilimciler bu beklenmedik ışıltının güçlü ve bölgesel ışık halkasından kaynaklandığını düşünüyor.
WASP-76b 2013 yılında keşfedilmişti. Yüzeyi son derece sıcak olan gaz devinin Güneş’ten uzağa bakan tarafı bile 2400 derecelik sıcaklıklara ulaşabiliyor, varın siz düşünün. Bu gezegenin tuhaflıklarından biri de yağmurlarının sulardan değil de demirden oluşması. Ayrıca Jüpiter’den daha az kütleye sahip olmasına rağmen onun neredeyse iki katı büyüklüğünde. Bunun sebebi ise ev sahibi yıldızına, Güneş’e en yakın gezegen olan Merkür’den 12 kat daha yakın olması. Maruz kaldığı yoğun radyasyon WASP-76b’yi adeta bir balon gibi şişiriyor.
📌Gökkuşakları ışığın yağmur damlaları ve sis taneciklerinden geçerken kırılması sonucu ortaya çıkıyor. Işık halkaları ise ışığın yağmur damlaları arasındaki dar açıklıklardan geçerken kırılması sonucu oluşur.
İnsanlarla köpeklerin dostluklarının Pleistosen döneminin sonlarına doğru başladığını biliyoruz. Ancak bir zamanlar hayatlarımıza kattığımız tek köpekgiller bugün sevgiyle yaklaştığımız evcil köpeklerin atası değilmiş. Bunu da 1991 yılında keşfedilen Arjantin’deki Cañada Seca gömü alanında yapılan çalışmalarda bulunan tilki kemiklerinden öğreniyoruz. Araştırmacılara göre Güney Amerika köpekgillerine ait arkeolojik izlerin çoğu sadece kemiklerden ya da dişlerden oluşuyor. Halbuki bu gömü alanında bulunan tilki iskeletleri neredeyse tek parça halinde ve bir insanın yanına gömülmüş.
Aslında bu gömü alanı madenciler tarafından tesadüfen keşfedilmiş. O zamandan bu zamana da en az 24 insana ait kemik, kolye boncukları, dudak takıları ve mızrak uçları gibi 1500 yıl öncesine ait şeyler bulunmuş. Göçebe bir hayat süren bu topluluk, nesli tükenmiş bir tilki türü olan Dusicyon avus ile yakın bir bağ kurmuş belli ki. Çünkü araştırmacılar buldukları tilkinin kemiklerinde av sonucu elde edilen bir ganimet olduğunu gösterecek herhangi bir ize rastlamamış. Ayrıca gömüde bulunan insan kemikleriyle tilkinin kemiklerinin radyokarbon yaşı da uyuşuyormuş, yani aynı zamanlarda birlikte gömülmüşler. Ayrıca tilkinin dişlerini inceleyen bilim insanları D. avus’un yabani köpeklerden farklı olarak mısır gibi bitkilerle beslendiğini ortaya koymuş ki bu da söz konusu insan topluluğunun beslenme şeklini yansıtan bir durum.
D. avus buzul çağının sonlarından yaklaşık 500 yıl öncesine kadar Patagonya otlaklarında yaşamıştı. 1876 yılında nesli tükenen Falkland kurtlarıyla da akrabaydılar. D. avus üzerinde yapılan genetik çalışmalar bu canlıların neslinin neden tükendiğini de gözler önüne serdi. Bazı bilim insanları evcil köpeklerin 900 yıl önce kadar Patagonya’ya geldiklerinde tilkilerle çiftleştiğini, bu melezleşme durumunun tilkilerin gen havuzunu seyrelterek safkan tilkileri alt edebilecek melez tazıları yaratmış olabileceğini düşünüyordu. Halbuki bulunan tilki örnekleri, evcilleştirilmiş köpeklerden genetik olarak çok farklıymış. Bu da insanların çevre üzerindeki artan etkisi ile değişen iklimin türün sonunu getiren faktörler olduğu fikrini güçlendiriyor.
Mevcut düzende Avrupa ve Ortadoğu’da devam eden iki büyük savaş var ve medyanın bu savaşları nasıl ele aldığı tartışma konusu olmaya devam ediyor. Ama biz düne gidecek, 2. Dünya Savaşı’nda bir bilim dergisinin tutumunu ele alacağız. New England Journal of Medicine tıbbi araştırmalar konusunda yayın yapan en eski ve saygın dergilerden biri. Geçen haftalarda dergide Harvard’da tıp tarihçiliği yapan Allan Brandt ve Joelle Abi-Rached imzalı, özeleştiri sayılacak bir araştırma yayımlandı. Dergi belli ki savaş sırasında Nazilerin tıp alanında yenilikler getirmek için gerçekleştirdiği vahşeti “yüzeysel” olarak ele almıştı.
Dergi Nazi Almanyası’nın yükselişine ara sıra yer veriyormuş vermesine ama çoğu zaman Nazilerin tıp alanında devrim yapacağız diye insanlar üzerinde bıraktığı tahribatları görmezden geliyormuş ki bunlar arasında Auschwitz’deki ikizler üzerinde yapılan ve Adolf Hitler’in sözde “ırk bilimini” desteklemek için kullanılan deneyler de varmış.
Halbuki aynı dönemler Science ve Journal of the American Medical Association, Hitler’in iktidarda kaldığı süre boyunca Nazilerin ırkçı politikalarına dikkat çekmeye çalışmış. Örneğin Science tıbbın yanı sıra hukuk, sanat ve diğer alanlarda Yahudilere yönelik baskı konusunda endişelerini dile getirmişti. New England dergisi ise açık açık eleştiri yapmaya savaş sona erdikten ancak dört yıl sonra 1949 yılında kınayabilmiş.
Hani bugün çok eleştirilen bir konu var ya, belli bir konuda sosyal medyada açık açık tepki göstermiyorsan o şeyi destekliyormuş gibi algılanıyorsun. O yüzden dergiye önyargılı yaklaşmayalım diye düşünebilirsiniz ama bu son zamanlarda derginin geçmişine yönelik yapılan araştırmalardan sadece biri. Yayımlanan başka araştırmalarda derginin 1930’lar ve 40’lar boyunca öjeniye hiç de öyle yadsımadan, hatta heyecanla yer verdiği belirtiliyor.
Bu haber ilgimizi çekti çünkü medyanın, bilimsel dergilerin zamanın acılarına sessiz kalmasının er geç hesabının sorulacağını göstermesi açısından bu tür araştırmalar önem taşıyor. Biz burada tıp dergisi özelinde bir araştırmaya yer verdik ama mesela İngiliz gazetesi The Guardian da İngiltere’nin sömürgecilik tarihine ışık tutmak için birtakım araştırmalar yapıyor. Anlayacağınız Batı bu sıralar kendi içinde geçmişteki ırkçılıklarının muhasebesini tutmaya başladı.
Ama bu çalışmaların tek amacı düne ışık tutarak haksızlığa uğramış kişilere hakkını vermek, acımasızlığa sessiz kalanları eleştirmek olmamalı. Yazının başında da belirttiğimiz gibi bugün dünyanın geneli üzerinde etkili iki ayrı savaş var ve bu savaşların daha geniş alanlara yayılma ihtimali devam ediyor. Dolayısıyla medyanın “tarafsızlık” olarak algıladığı ancak aslında sansür olan şey daha fazla canın kaybedilmesine, daha fazla insanı karanlıkta bırakmaya neden olabilir. Bir suça şahit olup da sessiz kalıyorsanız suça ortak oluyorsunuz demektir. Çalışmanın yazarlarından Brandt da “Bazen sessizlik radikal, ahlaksız, yıkıcı etkileri olan değişimlere katkıda bulunur” sözleriyle bunu vurguluyor. Yani bu çalışmalar bugünün dergilerinin, gazetelerinin kulağına küpe olmalı.
İlkokulla ilgili çoğu anımı unutsam da unutamadığım bir şey var: Sınıf öğretmenimin her bayram ve yaz tatilinde okulu unutmamıza izin vermediği sayfa sayfa ödevler. Her dersten en az 10 sayfa ödevimiz olurdu ve bunların çoğu yazma ödeviydi genellikle. Belki çok azimli bir öğrenci ödevlerini birkaç gün içinde bitirebilirdi ama ben günleri, haftaları ödev konusunda endişelenerek geçirip hep son bir iki gün kala yapanlardandım. Bu huyum bugün de devam ediyor; bülteni de hep son gün, yayına almam gereken zamandan ancak dakikalar öncesinde bitirebiliyorum.
British Journal of Sociology of Education’da yayımlanan yeni bir çalışmaya göre öğrencilere matematik ödevi vermek bazen yarardan çok zararı olabilir. Özellikle de bu ödevler çocukların ebeveynlerinin yardımıyla bile tamamlayamayacağı kadar karmaşıksa. Güney Avustralya Üniversitesi ve Kanada’daki St. Francis Xavier Üniversitesi’nden araştırmacılar Kanadalı sekiz aileyle görüşerek matematik ödevleriyle ilgili tecrübelerinin aile üzerindeki etkileri hakkında birtakım sorular sormuş. Bu ailelerin çocukları matematiğin temel kurallarını öğrenmekte olan 8 ve 9 yaşlarındaki üçüncü sınıf öğrencileriydi.
Çalışmada tespit edilen sorunlar arasında ev ödevlerinin ebeveynlerden yardım alınsa bile zor olması, ödev yaparken çocuğun yatış saatlerini kaçırması, ailenin birlikte geçireceği zamanın ödev yaparak harcanması, çocukta ve soruyu yapamayan anne babada yetersizlik hissinin oluşması var. Ayrıca araştırmacılar matematik öğretiminin zaman içinde değiştiğini, ebeveynlerin sorulara yaklaşımıyla çocuğun yaklaşımının farklı olması nedeniyle birbirlerine uyum sağlamalarının zor olabileceğini ve bunun da aile içinde gereksiz bir gerginlik yaratabileceğini belirtiyor.
Çalışmaya katılan kişi sayısı az olsa da araştırmacılar bulgularının eğitim alanında sık karşılaşılan örneklerle örtüştüğünü söylüyor. Ev ödevlerinin genelde bağımsızlığı teşvik edici, organizasyon becerilerini ve öz disiplini geliştirici etkilere sahip olduğu varsayılıyor ama çalışmaya katılan ailelere göre çocuklarda hiç de öyle bir etki yaratmamış.
Yaz yaklaşırken yapay zeka yarışı da hızlanmaya başladı. OpenAI, Google ve Fransız yapay zeka girişimi Mistral 12 saat arayla kendi yapay zeka modellerinin yeni sürümlerini tanıttı. Aslında bu zaman yarışını başlatan Meta oldu. Şirketin yöneticilerinden Nick Glegg, Londra’daki bir etkinlik sırasında Meta’nın kendi yapay zeka modeli Llama’nın üçüncü sürümünü birkaç hafta içinde piyasaya sürecekleri haberini teyit etti ve yaklaşık yedi saat sonra Google en gelişmiş yapay zeka modeli Gemini’nin Pro 1.5 sürümünü tanıttı. Yeni sürümü günde 50 komutla sınırlı olacak şekilde ücretsiz kullanmak mümkün.
7/ Analyzing Long 44-minute Videos:
Model accurately analyzes silent Buster Keaton movie, identifying plot points, events, and small details. pic.twitter.com/NKBMC8I7rg
— Poonam Soni (@CodeByPoonam) April 10, 2024
Gemini Pro 1.5 40 dakikalık videoyu saniyeler içinde analiz edip yazılı komuta uygun cevabı veriyor.
Google’dan bir saat sonra bu kez OpenAI, GPT-4’ün son sürümü olan Turbo’yu yayınladı. Hem GPT-4 Turbo hem de Gemini Pro 1.5 yazılı komuttan fazlasını kabul edebilen çoklu modeller. Yani her ikisi de yazılı komut dışında görsel komut alarak bunlara cevap üretebiliyor. Gemini’nin bir diğer özelliği ise ses ve videoyu da komut olarak kabul edebilmesi.
Side-by-side comparison between the latest version of gpt-4-turbo and the previous one, 0125-preview.
Not only is the new version less verbose and it goes directly into code, but it also (rightfully so) decides to add a flag to download the highest quality video.
Smart! 👨🏫 pic.twitter.com/eQdQ6Xg1sP
— Pietro Schirano (@skirano) April 10, 2024
GPT-4 Turbo ile önceki sürüm arasındaki farkın gösterildiği videolardan biri. Yeni versiyonda laf kalabalığı yapılmadığı gibi hemen istenen şeyi veriyor.
Saatler sonra bu kez Meta’nın yapay zeka ekibinden ayrılanların kurduğu yapay zeka girişimi Mistral öncü modeli Mixtral 8x22B’yi piyasaya sürdü. Mistral’ın diğer iki rakibinden farkı Mixtral’in 281 GB’lık bir dosyayla indirilmesinin gerekmesi. Şirket tıpkı Meta gibi “açık kaynak” yaklaşımını benimsiyor. Böylelikle bağımsız yazılımcılar da şirketin yapay zeka modelinin kaynak kodlarına ulaşıp bunun üzerinde düzenlemeler yapabiliyor.
Yaz aylarında GPT-5’e rakip olarak Meta da Llama 3’ün daha küçük ölçekli, daha zayıf versiyonlarını piyasaya sürmeyi planlıyor. Rakibi ise OpenAI olacak çünkü ChatGPT’nin yeni sürümü GPT-5’in piyasaya sürülmesi bekleniyor. Duyduğumuza göre şirket bu kez dijitaldeki yazılı metinler dışında YouTube’daki görsel verileri de veri tabanına aktarmış. Geçen hafta bahsetmiştik zaten, biz yapay zeka hayatımızı elimizden çalacak mı diye tartışırken yapay zeka şirketleri de yaşadıkları veri sorununu nasıl çözebileceklerinin derdine düştü.
Bu hafta bir de ABD’li milyarder Elon Musk’ın “Yapay zeka bir yıl içinde sıradan insan zekasına ulaşacak” kehanetine yer vermiştik. Yapay zekanın babalarından Yann LeCun ise böyle kehanetlerin safsata olduğunu düşünüyor. Nedenini de “Avukatlık sınavlarını geçebilecek yapay zeka sistemleri var ama ne yemek masasını toparlayabiliyorlar nede bulaşık makinesini doldurabiliyorlar. Dili manipüle eden ve bize zeki olduklarını düşündürten ama dünyayı anlayamayan sistemlere sahibiz” diyor.
Yani bu yarış devam ediyor etmesine ama nasıl ve ne ölçüde? Sınırları neler? LeCun’a göre artık araştırmacılar kelimeleri aşarak dünya hakkında akıl yürütebilecek ve planlama yapabilecek “hedef güdümlü” yapay zekalar üzerine çalışmak gerekiyor.
👉NASA’nın Parker Solar sondası, 2021 yılında şimdiye kadar yapılabilecek en fiyakalı harekete yaparak Güneş patlamasının tam içinden geçti ve böylelikle Güneş’e dokunan ilk uzay aracı unvanını kazandı. Üstelik bunlar olurken hayatta kalmayı da başardı. Şimdi Astrophysical Journal’da yayınlanan yeni bir çalışma sondanın patlamanın içinden geçerken yakaladığı bazı olağanüstü bulguları ortaya koydu. Bunlar arasında koronal kütle atışımının iç kısmının görüntüleri de dahil. Aşağıdaki videoda sondanın içinden geçtiği girdap görünüyor.
NASA’s Parker Solar Probe peers into a coronal mass ejection for the 1st time https://t.co/1KKqpSmNUO pic.twitter.com/ldnTdOatDp
— SPACE.com (@SPACEdotcom) April 2, 2024
👉Fareler üzerinde çalışan bir grup araştırmacının canlının gelişiminin erken döneminde bir geni etkisiz hale getirmesi sonucu tesadüfen altı bacaklı bir embriyo elde ettiler. Bu da aslında gen çalışmalarına neden şüpheyle yaklaşıldığına bir örnek teşkil ediyor.
👉Spotify premium kullanıcılarının yazılı komutuna uygun çalma listeleri oluşturan yapay zeka destekli bir özelliğin beta sürümünü Birleşik Krallık ve Avustralya’ya uygulamaya koydu. Bu sayede ruh halinize uygun çalma listeleri oluşturabileceksiniz. Diyelim ki çalma listesi istediğinizden çok daha hareketli ya da slow çıktı, o zaman da başka komutlar vererek çıkan sonucu revize edebileceksiniz. Biz şu anda bu özelliği kullanamıyoruz ama güncelleme geldiğinde mobil uygulamaya girerek sağ alt köşedeki “Kitaplığım” kısmına tıklamanız ve ardından da sağ üst köşedeki “+” işaretine basmanız gerekiyor. Zaten o zaman karşınıza “AI Çalma Listesi” seçeneği çıkacaktır. Yeni şarkılar keşfetmeyi sevenler için bu özelliğin işe yarayacağını düşünüyoruz. Ama The Verge, bu yeni özelliğin Spotify’ın önümüzdeki aylarda uygulamaya koymayı planladığı zamma da yansıyabileceğini belirtiyor.
👉BAFTA Oyun Ödülleri’nin bu yılki kazananları açıklandı. Liste şöyle:
En iyi oyun: Baldur’s Gate 3
En iyi çıkış yapan oyun: Venba
En iyi ses başarısı: Alan Wake 2
En iyi multiplayer oyun: Super Mario Bros. Wonder
En iyi gelişen oyun: Cyberpunk 2077
En iyi oyun tasarımı: Dave the Diver
En iyi İngiliz oyunu: Viewfinder
En iyi sanatsal başarı: Alan Wake 2
Yeni fikri mülkiyet: Viewfinder
En iyi hikaye anlatımı: Baldur’s Gate 3
En iyi başrol oyuncusu: Nadji Jeter, Miles Morales (Marvel’s Spider-Man 2)
En iyi yardımcı oyuncu: Andrew Wincott, Raphael (Baldur’s Gate 3)
En iyi aile oyunu: Super Mario Bros. Wonder
EE oyuncularının seçimi: Baldur’s Gate 3
En iyi animasyon: Hi-Fi Rush
En iyi müzik: Baldur’s Gate 3
Eğlencenin ötesinde en iyi oyun: Tchia
En iyi teknik başarı: The Legend of Zelda: Tears of the Kingdom
Güneş sisteminin genellikle bir saat veya planetaryum gibi mükemmel bir düzen ve uyum içinde olduğunu düşünürüz. Evet, doğrudur ama sadece çok kısa zaman aralıklarında böyledir. Daha geniş bir zaman penceresinden baktığımızda gezegenler ve uyduların hiç de öyle olmadığını, bir sürü düzensizliğin yaşandığını ve verici bir yaşamları olduğunu görürüz. Örneğin, Satürn’ün uydusu Titan’da, tıpkı Dünya’da yaşam ortaya çıkmadan önceki gibi sıvı metan dolu göller ve tepelerle vadiler bulunduğunu pek çoğumuz bilmeyiz ya da Merkür’ün en utangaç gezegen olduğunu; Mars’ın en büyük volkanının Dünya’nınkinden 100 kat daha büyük olduğunu; en derin kanyonunun Arizona eyaletindeki Grand Canyon’dan 10 kat daha derin ve kırmızı değil de mavi renkte olduğunu bilmeyiz. Ve daha pek çok şeyi…
Yaşamını astronomi çalışmalarına adayan ve sınırsız bir merakla beslenen Paul Murdin’in bu büyüleyici yeni kitabı; gezegenler, uydular ve güneş sistemindeki konumumuz hakkında ayrıntılı bir keşif sunuyor ve gezegenlerle ilgili tüm sorularınıza yanıt veriyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Dinozorlar, dünya tarihindeki gelmiş geçmiş en ilgi çekici ve gizemli yaratıklardan biridir. Dinozor temalı kitaplardan filmlere, modern kültürü şekillendirmeleri bir yana, bilim camiasını da uzun süredir meşgul ediyorlar. Dinozorlar hakkında bir sürü teori ortaya atılıyor, öyle ki bunlar zaman zaman Jurassic Park’ın da dahil olduğu komplo teorilerine bile dönüşüyor. Oysa, son yıllarda elde edilen yeni bulgular ve teknolojik ilerlemeler sayesinde bilimin artık dinozorlara dair hemen her soruya bir cevabı var: Tüyleri ne renkti? Ebeveyn bakımı nasıldı ve neyle besleniyorlardı? Nasıl hareket ediyor ve koşuyorlardı? Soyları neden ve nasıl tükenmişti? En önemlisi, onları geri getirebilecek miyiz?
Ünlü paleontolog Michael J. Benton Dinozorların Yeniden Keşfi’nde sadece bu soruları cevaplamakla kalmıyor; dinozorların hayatları, evrimleri ve bilimsel araştırmalardaki son keşifler hakkında da heyecan verici bir öykü anlatıyor. En son paleontolojik kanıtları bir araya getirerek dinozor araştırmalarının spekülasyondan nasıl bilimsel bir alana dönüştüğünü açıklıyor. Çin’den Patagonya’ya, Burma’dan İngiltere adasına, renkli görseller ve 120’den fazla dinozor çizimiyle bu muazzam canlıların peşinde, dinozor meraklılarına eşsiz bir okuma deneyimi sunuyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
İnsanların yaklaşık yarısının, hayatları boyunca yüzlerce defa yaşadığı regl süreci hakkında tam olarak ne biliyoruz? Bildiklerimiz neden bu kadar kısıtlı ve muğlak?
Bu sorulardan yola çıkan biyolojik antropolog Kate Clancy, günümüzde hâlâ birçok toplumda fısıltıyla konuşulan ve gizlenmeye çalışılan menstrüasyonu hem biyolojik açıdan hem de toplumsal ve kültürel açılardan ele alıyor. Menstrüasyon neden ve nasıl gerçekleşir? Evrim sürecinde insanlığa nasıl bir katkısı olmuştur? “Normal regl döngüsü” diye bir şey var mıdır? Bedenin enerji mekanizması, bağışıklık sistemi ve psikososyal stres faktörleri regl döngüsünü nasıl etkiler? Gelecek, menstrüasyon için ne gibi yenilikler ve bakış açıları getirebilir?
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Geçen hafta sadece Kuzey Amerika güneş tutulmasını izleyebildi ama biz de onların heyecanını paylaştık. Tutulma öncesinde ve sonrasında epey şamata döndü. Bu da benim favorim:
WHERE IS THE SOLAR ECLIPSE?? pic.twitter.com/S8D0kSp3kA
— FearBuck (@FearedBuck) April 8, 2024