10’ca bilim arasından: Klonlanan gelincikler yeni DNA bankasına nasıl esin kaynağı oldu?

"10'ca bilim arasından"da bu hafta nesli tükenmekte olan canlılar için oluşturulan yeni bir DNA bankasından, Suudi Arabistan'da 7 bin yıl öncesine ait kalıntıların bulunduğu lav tünelinden bahsedeceğiz.

Bilim Teknoloji 28 Nisan 2024
Bu haber 8 ay önce yayınlandı
Yeni klonlanan kara ayaklı gelinciklerden Noreen. Fotoğraf: Kika Tuff/Revive & Restore

Martın son haftasından merhaba. Benim için epey hızlı geçen, kendimi verimli hissedemediğim bir hafta oldu. Umarım sizin için verimlilik açısından aynısı geçerli değildir. Eğer öyleyse de verimsizliğimizi bir süreliğine rafa kaldırıp hap bilgilerle kendimizi meşgul edelim. Ne dersiniz?

Sizinle yolculuğumuza bugün bir projeyi inceleyerek başlayacağız. Nesli tükenmekte olan canlılar ve tabii ki doğanın çeşitliliğinin korunması için önemli bir proje bu. Sonra yine canlılardan devam edeceğiz. Bazı canlılar doğal olarak ışık yayabiliyorlar ama bunun için epey enerji harcamaları gerekiyor. Bunun ilk olarak nasıl ve ne amaçla ortaya çıktığını daha önce hiç düşünmüş müydünüz?

Biyolüminesans canlılar gibi merak edilen bir diğer şey de Arap Yarımadası’nda yaşamış ilk insanlar. Malum, bölgenin mevcut ikliminde yeryüzündeki kalıntıların korunması çok mümkün olmuyor. Peki ya yeraltındaki kalıntılar?

Bugün hap bilgiler öğreneceğiz, belki bunları ileride başkalarına satarım diyerek beyninizin bir yerine not edeceksiniz, bazılarını ise hemen unutacaksınız. Yeni bir çalışmaya göre hafızamıza uzun süreli attığımız şeyler için bir bedel ödememiz gerekiyor.

Tabii ki yolculuğumuz burada bitmiyor. Dünyanın en uzun yılanı olmaya aday 47 milyon yıllık Vasuki indicus, sadece 9 bin dolar olan ve ateş püskürten robot ve NASA’nın kongreden daha çok bütçe koparabilmek için Çin’i öne sürmesi gibi diğer haberleri de “Gözümüzden Kaçmadı” kategorisinde okuyabilirsiniz. Bu hafta da kitap önerilerimiz ve sanalda güldürürken düşündüren paylaşımla haftayı kapatıyoruz.

Daha verimli bir haftaya açılmak dileğiyle yolculuğumuz başlasın!

Klonlanan gelincikler yeni DNA bankasına esin kaynağı oldular

Yeni klonlanan kara ayaklı gelinciklerden Noreen. Fotoğraf: Kika Tuff/Revive & Restore

Bundan 40 yıl öncesine kadar kara ayaklı gelinciğin neslinin tükendiği düşünülüyordu. Ama sonra 1981 yılında Wyoming’deki bilim insanları 18 kara ayaklı gelincik buldu. Bu hayvanlardan bazıları esaret altında tutuldu, soylarından gelenler de türün devamlılığını sağlamak amacıyla vahşi doğaya salındı. Ama gelecekte türün gerçekten tükeneceği endişesini yaşayan bilim insanları biri dişi, ikisi erkek olmak üzere üç gelincikten aldıkları hücreleri dondurdular. Araştırmacılar daha sonra bu genetik materyali gen havuzunu zenginleştirmek için kullanmak üzere sakladı. O gün dondurulan hücrelerden Willa’ya ait olanlardan bugün üç tane gelincik klonlandı. Elizabeth Ann klonlanan ilk kara ayaklı gelincik. Onun işlemi başarılı olunca bilim insanları Antonia ve Noreen adında iki kardeşini daha klonladı.

Bugün ABD’de FWS biyobankacılık projesiyle nesli tükenmekte olan hayvan türlerinden en az bir erkek ve bir dişiden doku örnekleri toplanıyor ve bu örneklerle canlıların genetik kütüphanesi oluşturulması amaçlanıyor. Aslında bunun Norveç’teki meşhur Svalbard Tohum Kasası projesinden bir farkı yok, 2008’den beri devam eden o projede de dünyanın bir yanındaki tohumlar toplanıyor, sonra da gelecekteki gıda tedariki krizinde ihtiyaç olursa diye Norveç’teki güvenlikli bir tesiste saklanıyor. Yeni proje daha sistematik bir biyobankacılık hattı oluşturmayı amaçlıyor.

Pilot proje geçen yıl ekim ayında kamuoyuna duyuruldu ve kısa süre önce numune toplanmaya başladı. Örnekler Revive & Restore’un tedarik ettiği kriyojenik kit içinde saklanıyor. Dokular genellikle hayvanların kulağından kağıt delgecine benzer bir aletle alınıyor. Böylelikle canlının zarar görmemesi sağlanıyor. Şimdiye kadar New Mexico çayır faresi, Peñasco sincabı, Teksas kangurusu, Graham Dağı kızıl sincabının da aralarında olduğu tehlike altındaki 13 türden doku toplandı. Başlangıç aşamasında hedef 25 tür. Örnekler 32 derece sıcaklıklarda saklanıyor.

Bu arada mevcut klonlama teknolojisi taşıyıcı annelere ve canlı doğumlara bağlı. Dolayısıyla mesela yumurtlayan kuşlarda klonlama gerçekleştirmek henüz mümkün değil. Sürüngenler de yine aynı sorunla karşı karşıya. Projeye dahil kişiler pilot uygulamanın ötesine geçmek istiyorlar. Bunun için kendilerine gereken fon 1.5 milyon dolar. ABD’nin 93 milyar dolarlık savaş paketinin yanında hiçbir şey.

Biyolüminesans canlılar ilk olarak ne zaman ortaya çıktı?

Derin deniz mercanı Iridogorgia. Fotoğraf: NOAA

Işık üretme kabiliyeti birçok hayvanda, mantarda ve tek hücreli organizmada yaygın olarak görülüyor. Bu kabiliyetin ortak bir atadan miras alındığından ziyade bağımsız olarak ortaya çıktığına dair birtakım bulgular var. Bunu kendi başına yapamayan bazı organizmalar diğer canlılarla işbirliği yaparak simbiyotik ilişkiler içine girmiş. Bu ışık üretme özelliği kimi zaman eşleri cezbetmek kimi zaman da avları kendine çekmek için kullanılıyor. Ama ışık oluşturmak için çok fazla enerji harcamak gerekiyor. Dolayısıyla araştırmacılar biyolüminesans denen bu özelliğin ilk olarak nasıl evrimleştiğini merak ediyor.

Araştırmacılar bu özelliğin ilk olarak ne zaman ortaya çıktığını araştırmak için octocorallardan faydalandı. Bu canlılar, biyolüminesans özelliğine sahip olduğu bilinen en eski canlı türlerinden. Araştırmacılar 185 ahtapot türünü, birbirleriyle ilişkilerini ve soy ağaçlarını inceleyerek bugün biyolüminesans kullanan türleri taradı, sonra da atalarının bu özelliğe sahip olma ihtimalini araştırdılar. Bir özelliği ne kadar çok canlı paylaşıyorsa atalarının da aynı özelliği taşıma özelliği artıyor.

Çalışmanın sonucuna bakacak olursak biyolüminesans özelliğinin şimdilik yaklaşık 540 milyon yıl öncesine dayandığı söylenebilir. Şimdiye kadar en eski biyolüminesans örneğinin 273 milyon yıl öncesine ait olduğu düşünülüyordu. Gelecekteki çalışmalarla tarihleme biraz daha geriye gidebilir. Peki ya neden bu özellik ortaya çıkmıştı? Bir hipoteze göre biyolüminesans fazla oksijeni atmanın bir yolu olarak ortaya çıkmış olabilir. Yine aynı hipoteze göre biyolüminesans nispeten sığ sularda yaşayan bir türde evrimleşip sonrasında derinlere doğru indikçe çeşitlenmeye başlamış olabilir.

7 bin yıl önce insanlar çöldeki lav tünellerine sığınmış

Umm Jirsan tüneli. Fotoğraf: Palaeodeserts Project

İnsanlığın ataları Arap Yarımadası’na ilk geldiğinde karşılarında magma gölüne dönmüş bir dünya buldu. Bir zamanlar aktif haldeki yanardağlar geriye kraterlerden ve donmuş lav akıntılarından oluşan bir manzara bıraktı. Sanki dünyaya ait değilmiş gibi görünen volkanik alanların büyük kısmı arkeolojik kalıntılarla dolu. Burada yaşayamayı düşünecek kadar gözü pek insanlar kimdi? Sorunun cevabı PLOS One dergisinde yayınlanan yeni çalışmada gizli: Yeraltında hayat kurmuşlar.

Arkeologlar Suudi Arabistan’ın kuzeybatısındaki çalışmaları sırasında lav akıntısıyla doğal olarak ortaya çıkmış açıklıktan içeriye doğru uzanan lav tüneli buldu. Umm Jirsan adı verilen lav tünelinde 7 bin yıl öncesine uzanan taş aletler, hayvan kalıntıları ve insan kemikleri var. Tünelin toplam uzunluğu yaklaşık 1500 kilometre. Bilim insanları daha çok küçük bir kısmını inceleyebildi ama görüşlerine göre ilk insanlar bu volkanik mağarayı kalıcı yuvaları olmaktan ziyade vahalar arasındaki göçleri sırasında dinlenme noktaları olarak kullandı.  Arkeologlar ayrıca yakınlardaki başka bir lav tünelinin girişinde kaya resimlerine rastladı. Resimlerin bazılarında köpeklerin yardımıyla sığır, koyun ve keçi güden insanlar varken diğerlerinde ceylan ve dağ keçisi avlayan insanlar tasvir ediliyor.

Fotoğraf: Matthew Stewart, Plos One

Suudi Arabistan’da yeratında geçmişe dair izler bulmak, ilk insanların göçlerini anlamamız için büyük bir umut kapısı açıyor. Arap Yarımadası her ne kadar yüz binlerce yıldır insan göçlerine, işgallere sahne olan bir yer olsa da çöl sıcağı ile rüzgarların kemikleri ve diğer organik maddeleri bozması nedeniyle yerleşimlerin zamanlamasını oturtmak o kadar kolay olmuyor. Avustralya’daki Griffith Üniversitesi’nde paleontolog olan Matthew Stewart, Umm Jirsan’ın değişken, çoğu zaman da ekstrem olan hava koşullarına karşı güzel bir sığınak olduğunu düşünüyor.

Uzun süreli hafızanın bir bedeli var

Dünyada savaşlar sırasında kütüphanelerin yakıldığı, bilgiyi saklamanın zor olduğu birçok dönem yaşandı. O zamanlar bilgeler bilgiyi hafızalarında tutmak için bir taktik uyguluyordu: Hafıza sarayı. Bu taktiğe Sherlock Holmes’da da Hannibal’da da rastlamak mümkün. Bu hafıza sarayında istediğiniz kadar odaya sahip olabilirsiniz, bildiklerinizi, anılarınızı bu odalarda arşivleyebilirsiniz. Hafıza sarayını nasıl inşa edebileceğinize dair birçok içerik var internette. Peki uzun vadeli anıları oluşturmak için nasıl bir bedel ödüyoruz?

Nasıl ki yumurta kırarak omlet yapıyoruz, belleği dolan telefona yeni fotoğraflar ekleyebilmek için eski fotoğrafları siliyoruz; işte hafızamıza yeni şeyler eklemek için önce bir yıkım olması gerekiyor. Farelerde yapılan bir deney bu yıkımın beynimizin anıları depolamak için kullandığı başlıca depo olan hipokampüs bölgesinde enfeksiyon ve DNA hasarı şeklinde gerçekleştiğini gösteriyor. Normalde beyinde meydana gelen enfeksiyonlar Alzheimer ve Parkinson’a götüren bir sürecin doğmasına neden olur. Ancak belli nöronlarda meydana gelen enfeksiyonlar uzun süreli anıların oluşturulması için gerekli. 

📌Gözümüzden kaçmadı

👉NASA’nın Başkanı Bill Nelson, Capitol Hill’de Temsilciler Meclisi’ne yaptığı konuşmada Çin’in özellikle son 10 yılda uzay alanında olağanüstü adımlar attığını ancak bunların “çok ama çok gizli” olduğunu söyledi. “Çin’in sözde sivil uzay programlarının çoğunun askeri programlar olduğuna inanıyoruz ve bir yarış içinde olduğumuzu düşünüyorum” diyen Nelson, Beijing’in “aklını başını toplayarak uzayın barışçıl bir şekilde kullanılması gerektiğini anlayacağını” umduğunu söyledi. Ancak Nelson Çin tarafında bu umudunu gerçeğe dönüştürecek bir eylem göremediklerini de vurguluyor. Nelson bu açıklamasını NASA’nın 2025 bütçesinin görüşüldüğü toplantıda dile getirdi. Sovyet Rusya ile girilen Ay yarışından sonra ilk kez bu denli hararetli bir uzay savaşı yaşanıyor. NASA’nın bütçesini artırmak için siyasetçilere bakı uygulayacağı daha iyi bir zaman olamazdı. Nelson da bu fırsatı kaçırmamış: “Çin bu işe cidden çok para yatırdı. Bence gardımızı düşürmesek iyi olur.”

👉Bilim insanları uzun zamandır Güneş Sistemi’nin en uzak noktalarına saklanmış bir gezegen arıyor. Bu gezegenin adı “Gezegen 9”. 2004 yılında Neptün gezegeninin ötesinde bulunan cisimlerin yörüngesinin tuhaf olduğunu fark eden bilim insanları bu tür cisimleri daha sık keşfetmeye başladıkça eksenlerini etkileyen bir şey olduğunu düşünmeye başlamışlar. Ya bu cisimleri etkisi altına alan şey bir gezegense? Ne var ki şimdiye kadar kimse böyle bir gezegenin izine rastlayamadı. Ancak zamanında bu teoriyi ortaya atan Caltech araştırmacıları Konstantin Batygin ve Mike Brown, Astronomical Journal’da yayınlanan yeni çalışmalarında bir kez daha Neptün’ün ötesindeki cisimlerin tuhaf yörüngeleri için en basit açıklamanın henüz tespit edilmemiş bir gezegenin “yerçekimsel tedirginliğine” yakalandıkları iddiasını tekrarlıyorlar. Bu cisimleri etkileyen her neyse onu bulmak zaman alabilir ama yeni nesil gözlemevlerinden umutları var, özellikle de Şili’deki Vera C Rubin Gözlemevi.

👉Hindistan’da 47 milyon yıl önce soyu tükenmiş bir yılana ait fosil keşfedildi. Yılanın sadece birkaç omurgası bulunmuş olsa da araştırmacılar canlının yaşadığı dönemde 15 metre uzunluğunda olabileceğini tahmin ediyor. Bu da onu tüm zamanların en uzun yılanı olmaya aday yapıyor. Vasuki indicus denen bu yılan yaşasaydı bugün büyükçe pitona benzeyecekti. Merak edenlerin bilgisine; zehirli değilmiş.

Yılanın bulunan 27 omuru. Fotoğraf: Nature.

👉Hong Kong merkezli STK China Water Risk’in yeni raporuna göre Çin yakında yapay zeka veri merkezlerinde yaklaşık 343 milyar galon suya eşdeğer su tüketiyor olacak. Bu da 26 milyon kişinin hendi hanelerinde kullandığı suya tekabül ediyor. South China Morning Post’un haberine göreyse 2030 yılına kadar bu miktar 792 milyar galona çıkacak, yani Güney Kore’nin nüfusunun tamamının ihtiyacını karşılamaya yetecek bir miktar bu da. Geçen yıl araştırmacılar OpenAI’ın ortağı Microsoft’un sadece GPT-3’ü eğitirken 185 bin galon su tükettiğini (bir nükleer reaktörün tamamını soğutmaya yetecek bir miktar) tespit etmişti. Google da 2023 Çevre Raporu’nda 2022 yılında 5.6 milyar galon su tükettiğini itiraf etmişti. Arm Holdings Plc CEO’su Rene Haas son zamanlarda Bloomberg’e verdiği demeçte dünyadaki veri merkezlerinin 2030’a kadar dünyanın en kalabalık ülkesi Hindistan’dan daha fazla elektrik kullanmasını beklediğini söyledi.

👉Apple, Çin’de satışa konan cihazlarında bulunan WhatsApp ve Threads uygulamalarını kaldırma kararı aldı. Şirket, Çin’in internet düzenleyicisi Cyberspace Administration’dan gelen talimat üzerine böyle bir karar aldı. Cyberspace Administration gerekçe olarak ulusal güvenlik endişelerini göstermiş. WhatsApp ve Threads’in çatı şirketi Facebook’a da sahip olan Meta.

👉Throwflame denen bir şirket tarafından üretilen Thermonator robotuyla tanıştıralım sizi. Bu robotun sırtında şirketin alev makinelerinden biri var. 11 kiloluk dört ayaklı bu robot 30 metreye kadar gidebilecek şekilde ateş püskürtebiliyor. Robotun bir saat yetecek bataryası ve lazer görüşü var. Tehlikeli bir şekilde kullanılma ihtimali olan bu ürünü 9 bin 420 dolara sahip olmak mümkün. Kargo ücretsiz ama zaten bu ürüne 9 bin dolar veren bir kişinin kargo ücretine takacağını düşünmüyoruz.

📚Haftanın önerileri

İklim değişikliği gerçek bir fenomen, diyor Michael Shellenberger, ama dünyanın sonu da değil. Hatta en ciddi çevre sorunu bile değil.

Pek çok çevreci, yaşam biçimimizi kökünden değiştirmezsek bildiğimiz şekliyle dünyanın sonunun geleceğini iddia ediyor. Et yemeyi bırakmamızı, plastikleri yasaklamamızı, hava ve karada yolculuklarımızı ciddi biçimde azaltmamızı istiyorlar. Peki bu taleplerin bilimsel bir tabanı var mı?

Ömrünü çevreciliğe adamış bir aktivist, çevre uzmanı Michael Shellenberger, binlerce veriyle bu konuya açıklık getiriyor ve bu kıyametçi literatürün yersiz olduğunu delilleriyle okura aktarıyor.

Michael Shellenberger gezegenimizin daha da yeşil olması için onlarca yıldır mücadele vermekte. Nesli tükenmekte olan kızılağaçların kurtulmasında pay sahibi. Bugünün Yeşil Yeni Antlaşması’nın öncüsü denebilecek programın kurucu babalarından. Ayrıca iklimbilimcileri ve aktivistlerin nükleer santrallerin işlemeye devam etmesi için verdiği mücadeleye önderlik etmiş biri.

👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.

Tomasello, insan öncesi atalarımızın, günümüzün büyük maymunları gibi, sorunları düşünerek çözebilen sosyal varlıklar olduğunu savunuyor. Gelgelelim ekolojik değişiklikler sadece kendi bireysel hedefleri peşinde koşan bu rekabetçi canlıları daha işbirlikçi bir yaşam formuna zorladı. Böylece ilk insanlar eylemlerini koordine etmek ve düşüncelerini işbirliği kurdukları ortaklarına iletmek zorunda kaldılar. Tomasello’nun “ortak maksatlılık hipotezi”, sosyal açıdan giderek karmaşıklaşan bu yaşam formunun nasıl olup da kavramsal açıdan karmaşıklaşan düşünme biçimlerine yol açtığını ortaya koyuyor.

Hayatta kalabilmek için insanların dünyayı çeşitli sosyal perspektiflerden görmeyi, sosyal olarak yinelenen çıkarımlar yapmayı ve grubun normatif standartları aracılığıyla kendi düşüncelerini denetlemeyi öğrenmesi gerekiyordu. Dil ve kültür bile öteden beri süregelen birlikte çalışma ihtiyacından doğdu. Tomasello, bizi diğer büyük maymunlardan en çok ayıran şeyin, işbirliğine ve iletişime dayalı yeni etkileşim biçimlerimizin ortaya çıkardığı yeni düşünme tarzları olduğunu gösteriyor.

İnsan Düşünüşünün Doğal Tarihi, insanın toplumsallığı ile biliş arasındaki bağlantı hakkında bugüne değin yapılmış en ayrıntılı bilimsel analizi sunuyor.

👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.

Bunca yıldır dâhi olarak bildiğimiz insanlar aslında şansları yaver giden normal insanlar mı?

Katie Spalding bu kitabında güvercine âşık Tesla, iş güvenliğini hiçe sayan Marie Curie, salonu kafasına göre terk eden Mozart, paranoyak ajan Hemingway, kokain bağımlısı Freud ve aşk faresi Einstein gibi bir sürü büyük zekânın kirli çamaşırlarını ortaya döküyor.

👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.

🤭Sanalda güldürenler

Bugün Kore’deki tarih yazıcılığının ne kadar tarafsız tutulmaya çalışıldığıyla ilgili internette dolaşan bir meme’den bahsedeceğiz. Vakanüvislerle aynı işi yapan bu tarih yazıcıları sarayda meydana gelen olayları, diplomatik ilişkileri, ekonomiyi, meoteorolojik olayları günü gününe kaydediyordu. Bu kayıtlar Sacho denen tarihi kayıtları oluşturmuştu. Tarihçiler olanı olduğu gibi yazmaya çalışıyordu; kral dahil kimsenin bu kayıtları okumasına izin verilmiyordu. Kayıtlarda tahrif yaptığı tespit edilen tarihçilerin cezası kellesinin kesilmesi olabiliyordu. Bugünkü meme’ye konu olan olay ise şu: Kral Taejong bir gün attan düşmüş ve etrafındakilerden düştüğünü tarih yazıcılarına söylememelerini istemiş. Ama tarih yazıcılarından biri hem Taejong’un düşüşünü hem de bunun kayıtlara geçmemesi için verdiği talimatı Sacho’ya geçirmiş.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.