Instagram’ın öneri algoritması, pedofillerin birbirini bulmasını sağlıyormuş
"10'ca bilim arasından"da bu hafta Çin'in Ay'a kurmayı planladığı üsten, yavru maymunların büyüklerini kışkırtmasından, laboratuvar ortamında üretilen "sığır pirinci"nden bahsedecek, Apple Vision Pro'nun son durumuna göz atacağız.
Şubatın bitmesine 11 gün kaldı ve biz her zamanki gibi bambaşka bir gündemle başladık haftaya: İliç’teki facia. Siyanürlü toprak krizi “Neden korkmalıyız?” sorusunu doğurdu ve bunun cevabını 10Haber aradı. Biz bir çevre faciasını konuşurken ABD Ay’a 50 yıl sonra ilk kez inecek bir uzay aracı fırlattı. Araç Peregrine gibi yanmayıp inmeyi başarabilirse hem yıllar sonra bir ilki başaracak hem de Ay’a ilk kez insan dışında bir de heykel indirilmiş olacak. Tabii bu sırada cuma gününe damga vuran Sora’yı da unutmayalım, o gerçekçi videoları üreten Sora… Bugün ne konuşacağız peki?
Öncelikle yörüngedeki Starlink uydularına doğru yola çıkacağız. Burada imha edilmesi planlanan 100 kadar uydumuz var çünkü. Sonra Ay’a geçeceğiz, yakında buraya bir iniş denemesi olacak tamam ama dört yıl kadar sonra burada “üs” inşa etmeyi planlayan bir Çin’i konuşacağız biz. Uzayda çok kaldık derseniz sizi Grönland’a indirebiliriz. Tabii karşılaşacağınız manzara artık daha çok yeşilliklerle kaplanmış bir Grönland olursa şaşırmayın.
Biraz eğlenceli konulara da değinebiliriz. Sizi yavru maymunların büyüklerini kışkırttığı bir videoyu izlemeye davet ediyoruz. Eminiz, YouTube’da karşınıza çıkacak kışkırtma videolarından çok daha keyif alacaksınız. Bir de size rengiyle bozuk pilav hissiyatı uyandıran ama aslında hiç öyle olmayan yeni bir gıda ürünüyle tanıştıracağız: Laboratuvar ortamında üretilmiş “sığır pirinci.”
Son olarak teknolojiye de şöyle üstten bir göz atalım mı? Son zamanların en çok konuşulan ürünlerinden Apple Vision Pro’yu hedef alan eleştirilerde ve ürün iadelerinde artış var. Bu durum Meta’nın sahibi Mark Zuckerberg’i ise memnun ediyor gibi.
Özel uzay şirketi SpaceX eski Starlink uydularından yaklaşık 100’ünü “yörüngeden çıkarmayı” yani ölüme yollamayı planlıyor. Starlink uyduları Ukrayna gibi savaş nedeniyle internet bağlantısı kesilen ülkelerde, internetin neredeyse hiç olmadığı ya da yavaş olduğu yoksul ülkelerde hızlı internet bağlantısı sağlayan bir araç. Neredeyse her şeyin internet bağlantılarıyla ilerlediği bir çağda Starlink’in önemi yadsınamaz o yüzden. Şirketin açıklamasına göre yörüngeden çıkarılması planlanan 100 uydu, daha önce Dünya atmosferine plansız bir şekilde girerek parçalanan uydulardan farklı olarak kontrollü bir şekilde imha edilecek.
Uyduların imha edilecek olmasının sebebi ise ilginç. SpaceX söz konusu uydularda “ileride arıza ihtimalini artırabilecek” ortak bir sorun tespit ettiklerini belirtiyor. Açıklamada uydulardaki sorunun ne olduğuna dair ayrıntılı bilgi verilmese de uydulardan 17’sinin manevra kabiliyetinin olmadığı ve “usul usul çürüdüğü” söylendi. Manevra kabiliyeti Starlink uyduları için önemli. Yoksa istenmeyen çarpışmalar, kazalar yaşanabilir. Mesela tahminlere göre 1 Haziran ile 30 Kasım 2023 tarihleri arasında Starlink uyduları 24 bin kez yoldan çekilmek zorunda kalmış.
Şirketin açıklamasında “Starlink’in uzayı güvenli, sürdürülebilir ve erişilebilir tutma, hem yörüngedeki astronotları ve uyduları hem de yeryüzündeki insanları koruma taahhüdünün bir parçası” olarak bu kararı aldığını belirtiyor. Şirket uyduları yörüngeden çıkarırken kimsenin yoluna çıkmamalarını sağlamak için “ellerinden geleni yapmayı” amaçlıyor. Bunun için şirketin teknisyenlerinin uydularla ilgili tahminlerini diğer şirketlerle paylaşarak bir şeylerin ters gitmesi halinde haberdar olmalarını sağlayacağı belirtiliyor.
SpaceX şimdiye kadar yaklaşık 6 bin uydu filosundan sadece 406’sını yörüngeden çıkarmak zorunda kalmış. Bunların da yüzde 95’i zaten yanmış haldeymiş. Önümüzdeki altı ay içinde yörüngeden çıkarılacak 100 uyduyu da ekleyince şirketin uydularının şimdiye kadar yüzde sekizinden fazlasının görevinin sonlandığı söylenebilir.
Çin ABD’nin tam da korktuğu senaryoya doğru adım adım ilerliyor: Çinli araştırmacılar Ay yüzeyinde bir üs inşa etmeyi planlıyor. Geçen yıl NASA yöneticileri Ay yarışında Çin’in gerisinde kalmamayı planladıklarını söylemişti. Çin, Sovyet Rusya ve ABD arasında Soğuk Savaş döneminde hızlı bir şekilde yaşanıp sönen Ay savaşını geçen yıllarda Ay’a yumuşak iniş yapmayı başararak yeniden alevlendirmişti. Ay’a insanlı iniş yaparak Sovyet Rusya’ya fark atan ABD, 50 yıl boyunca maliyetleri gerekçe göstererek kapattığı “insanlı Ay görevleri” sayfasını yeniden açtıysa bunda Çin’in etkisi yadsınamaz kesinlikle.
Şimdi Çin Ulusal Uzay İdaresi (CNSA), hem şirketleri hem de araştırmacıları Ay toprağını tuğlalar halinde sıkıştırabilecek özel bir cihaz ve bunları Ay’ın keşfedilmemiş güney kutbunda tek tek birbiri üstüne dizecek robotu inşa etmeye teşvik ediyor. Ay’ın güney kutbunda hem donmuş su hem de gelecekteki görevlerde yakıt olarak kullanılabilecek diğer malzemelerden olduğu tahmin ediliyor. İnsanlık şimdiye kadar karanlıkta kalan bu köşeyi yeni yeni keşfetmeye başladı. Ola ki tam da tahmin ettiğimiz gibi zengin bir yakıt deposu bulurlarsa gelecekte Ay görevine gidecek astronotların yanlarına daha az yakıt almalarının önü açılmış olacak.
South China Morning Post’un haberine göre Ay toprağını tuğla gibi birleştirebilecek özel cihaz 2028’de fırlatılması planlanan Chang’e 8 görevinde kullanılmaya başlayabilir. Cihazın Ay toprağını saatte yaklaşık 262 santimetreküp hızla “işlevsel parçalar” halinde eritmek için güneş enerjisinden faydalanan bir araç olması planlanıyor. Tabii bir de bu “Ay tuğlalarını” doğru bir şekilde birleştirecek elemana ihtiyaç var. Çin’in iddiası büyük ama son zamanlarda Ay’da elde ettiği başarılar sağ olsun imkansız demek mümkün değil. Ülke 2019 yılında Chang’e 4 görevinde Ay’ın uzak tarafına keşif aracı indirebilen ilk ülke oldu.
İnternet ortamında Greenland ve Iceland’in hep bir makarası döner aslında isimlerinin yer değiştirmesi gerektiğiyle ilgili olarak. Çünkü Greenland adındaki gibi “yeşillik”le dolu bir yer değil, tıpkı Iceland’in “buzdan” ibaret olmadığı gibi. Ama Greenland dilimize çevrildiği haliyle Grönland gitgide daha da ismine yaraşır hale gelmeye başladı.
Salı günü yayınlanan bir araştırmaya göre Grönland’ın son 30 yılda kaybettiği alan New York’un yaklaşık 30 katı büyüklüğünde. Uydu görüntülerini analiz eden bilim insanlarına göre 1980’lerin ortasından 2010’ların ortasına kadar 30 yıllık süreçte 28 bin 707 kilometrekarelik buz kaybedilmiş. Aynı süreçte Grönland’daki bitki örtüsü iki katına çıkarken, ülkenin bir zamanlar buz ve karla kaplı olan bölgeleri çorak kayalıklara, sulak alanlara ya da çalılıklara dönüşmüş.
Buna sebep olan şeyse tam bir “Tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan?” türünden bir durum. Hava sıcaklıklarının artması buz kaybına yol açtıkça buzların kaybedilmesi hava sıcaklıklarını artırır oldu. Buzullar bizim için okyanuslar kadar önemli. Nasıl ki okyanuslar Güneş’ten gelen sıcaklığı emiyorsa, buzlar da Güneş ışınlarını geri yansıtarak bazı bölgelerde aşırı ısınmanın önüne geçiyor. Ancak buzlar yok oldukça bu bölgeler Güneş ışınlarını daha fazla emerek yüzey sıcaklığının yükselmesine neden oluyor.
Sıcaklıklar arttıkça Kuzey Kutbu’nun büyük bölümünü kaplayan, dünya yüzeyinin hemen altındaki donmuş tabaka olan permafrost erimeye başladı. Bu erime, gezegeni ısıtan karbondioksit ve metanın serbest kalmasına neden olarak küresel ısınmaya katkıda bulunuyor. Bu bölgede yaklaşık 57 bin kişi yaşıyor ve nüfusun büyük kısmı yerlilerden oluştuğu gibi pek çok insan hayatta kalmak için doğal ekosisteme güveniyor.
Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim. CNN International bizler için endişe verici bu haberi dikkat çekici bir başlıkla verdi. Ben bir haftadır bunu Türkçeye nasıl uyarlayabiliriz diye kafa yoruyorum ama ilham melekleri yanımda değil ne yazık ki, hâlâ yaratıcı bir başlık bulamadım. Başlık şuydu: Greenland is getting greener.
Büyük maymunlarla ne kadar benzer olduğumuza bir örnek daha Proceedings of the Royal Society B’de yayınlanan yeni çalışmada karşımıza çıkıyor. Çalışma bize gösteriyor ki haylaz çocuklar yalnızca bizim değil, yetişkin maymunların da derdi. Mesela orangutan Aisha babasının başının üstünde ip sallandırarak onu rahatsız edebiliyor, babasından tepki alamayınca ipte biraz daha sarkarak bu kez kendi bedeniyle rahatsızlık verebiliyor. Ya da gorilla Denny annesine vurup kaçabiliyor. Denny’nin annesinin elinde terlik olsa muhtemelen kafasına fırlatırdı ama olmadığı için eliyle karşılık veriyor yavrusuna.
Bilim insanları San Diego ve Leipzig hayvanat bahçelerinde çekilen 75 saatlik görüntülerde büyük maymunların yakınlarına sataştığı 142 olayı belgeledi. Bunların çoğunda üç ila beş yaşlarındaki yavrular büyüklerine sataşıyordu. Almanya ve ABD’deki araştırmacılar görüntülerde toplam 18 farklı sataşma şekli tespit etti. Beşte birinden fazlasında sürpriz unsuru kullanılmış, maymun hedefine arkadan ya da hedefi başka yere bakarken yaklaşmış. YouTube’da izleyebileceğiniz pek çok kışkırtma videosunda da göreceğiniz gibi burada da maymunların yavrulardan gelen kışkırtmaların yüzde 84’üne ya aynı hareketi tekrarlayarak ya da kışkırtma işini daha da tırmandırarak karşılık vermiş. Bu arada ekleyelim, yavruların en çok kullandığı kışkırtma şekli de dürtmeymiş; yetişkinler ise yavrularına daha nazik davranıp gıdıklama yöntemini tercih etmiş.
Dünya nüfusu öngörülemez bir şekilde artmaya devam ediyor, tabii çevre üzerinde oluşturduğumuz yük de. Gıda üretimini ele alalım mesela. Hayvan yetiştiriciliği bir yandan su kaynaklarının yüksek miktarlarda kullanılmasına neden olurken diğer yandan büyükbaş hayvanların metan gazı salması küresel ısınmayı artırıcı bir etken taşıyor. Ayrıca hayvan yetiştiriciliği için kullanılan arazilerdeki aşırı otlatma ve gübre kullanımı toprak erozyonuna ve verimliliğin düşmesine neden olabiliyor.
Bir şekilde orta yolu bulmak gerekiyor. Birçok şirket çözümü şimdi laboratuvar ortamında yetiştirilen yapay etlerde arıyor. Biz daha bu kavrama adapte olmaya çalışırken Güney Koreli bilim insanları yeni bir gıda üretti. Bu yeni gıdayı size şöyle tarif edelim: İçinde sığırın iç yağını ve kas hücrelerini içeren pirinç taneleri. Kıyma ile pirince benzeyen, pembe, yapışkan bir şey… Alın size sığır pirinci.
Araştırmayı yürüten Yonsei Üniversitesi ekibine göre karışım besin açısından oldukça zengin ve şu anda üretilmesi emek gerektirse de yaşadığımız gıda krizini bir gün hafifletmeyi başarabilir. Araştırmayı yöneten biyomoleküler mühendis Sohyeon Park “İhtiyacımız olan tüm besin maddelerini laboratuvarda üretilmiş protein pirincinden sağladığımızı hayal edin. Pirinç zaten besin açısından zengin bir yiyecek, üstüne bir de hayvanlardan elde edilen hücrelerin eklenmesi zenginliğine zenginlik katabilir” diyor. Park’ın da değindiği üzere pirincin yaklaşık yüzde 80’i nişasta, geri kalan yüzde 20’si ise protein ve diğer besinlerden oluşuyor.
Peki bu işlemi nasıl yaptılar? Normalde hücreler büyüdükçe dokuyu şekillendirmek için bir iskelete ihtiyaç duyar. Bilim insanları laboratuvar ortamında iskelet yerine bir kap kullanıyor. Araştırmacılar pirincin de çok gözenekli yapısı nedeniyle aynı işlevi görebileceğini düşündü. Önce pirinç tanelerini gıdada kullanılabilir balık jelatini ve gıda enzimleriyle kapladılar. Böylelikle hücrelerin pirinç üzerinde tutunmaları sağlanmış oldu. Daha sonra pirinç taneleri sığır kası ve yağ kök hücreleriyle tohumlandı ve dokuz ila 11 gün boyunca petri kabında büyümeleri beklendi. Büyütme süresinin sonunda araştırmacılar pirincin yapısını ve besin içeriğini inceledi.
Sığır pirinci normal pirince göre hem daha sert hem de daha kıtır kıtırdı. En önemlisiyse pirincin besin değerleri değişmişti. Sığır pirincinin protein ve yağ içeriği, üzerinde işlem yapılmamış pirince göre çok daha yüksekti, yüzde 8 daha fazla protein ve yüzde 7 daha fazla yağ içeriyordu. Ayrıca 100 gramlık sığır pirinci üretirken protein başına 6.27 kg karbondioksit ortaya çıkarken, 100 gramlık sığır eti üretiminde protein başına 49.89 kg karbondioksit salınıyordu. Bitmedi, sığır pirincinin tüketiciye maliyeti kilo başına sığır eti fiyatının yaklaşık yüzde 15’i kadar olacağı tahmin ediliyor. Yani bu haliyle sığır pirinci hem daha uygun fiyatlı hem de çevreye verdiği zarar sığır yetiştiriciliğinden çok daha az.
Yapay et üretimindeki en büyük sorunlardan biri kokusuz ve tatsız olması. Sığır pirincinde ise ilginç bir durum söz konusu olabilir. Araştırmacılar sığır kası ve iç yağının pirince farklı kokular eklediğini ve bunun aşçılar için ilginç olabileceğini söylüyor. Geriye yalnızca sığır pirinci yapmak için gereken süreyi azaltmak için üretim süresini hızlandırmak kalıyor.
OpenAI’nın geliştirdiği üretken yapay zeka modelini şiir üretmek için kullanabilirsiniz, kod yazması için kullanabilirsiniz, dertlerinizi anlatmak için kullanabilirsiniz, şimdilerde Sora sayesinde çok gerçekçi videolar bile üretebilirsiniz. Hatta ve hatta casusluk faaliyetleri için bile kullanabilirsiniz. OpenAI ve Microsoft’un çarşamba günü yayınladıkları araştırmanın sonucu bazı devletler için çalışan hackerların siber saldırı yaparken OpenAI sistemlerini kullandığını gösterdi.
Ama aklınızda çok aksiyonlu bir senaryo da canlanmasın şimdi. Hackerlar da yapay zekayı sizin bizim gibi “asistan” olarak kullanıyor. Yani aksiyon dolu saldırılarını oluşturmaktan ziyade modelden e-posta hazırlamak, belgeleri tercüme etmek ve bilgisayar kodlarındaki hataları ayıklamak gibi sıradan işlerde faydalanıyor. Şirket durumu fark eder etmez erişimlerini kapatmış.
İki şirketin açıkladığı araştırmaya göre bu yöntemi kullanan hackerler Çin, Rusya, Kuzey Kore ve İran ile bağlantılı hack grupları. Mesela İran Devrim Muhafızları ile bağlantılı hacker grubu yapay zeka sistemlerini antivirüs tarayıcılardan kaçınmanın yollarını araştırmak ve internet kullanıcılarının bilgilerine ulaşabilmek için tuzak e-postalar oluşturmak için kullanmış. Rusya bağlantılı grup ise uydu iletişim protokolleri ve radar görüntüleme teknolojisini araştırmak için OpenAI sistemlerinden faydalanmış.
Kısa süre önce Apple “üçüncü büyük dönemin başlangıcı” olarak gördüğü Vision Pro başlığını tanıttı. Bu yeni başlık sayesinde artık kendimizi dijital dünyanın içinde bulabiliyoruz. Ürün daha piyasaya sürülmeden elde ettiği ön sipariş rakamları hiç o kadar azımsanacak miktarda değildi. Fiyatının 3500 dolar (neredeyse 108 bin TL) olduğunu göz önünde bulundurursak 180 bin adet ön sipariş gayet iyi olarak değerlendirilmişti. Ne var ki ufak bir pürüz var: Ürün henüz Netflix, YouTube ve Spotify gibi en çok kullandığımız uygulamaları desteklemiyor. Dolayısıyla bu 180 bin adetlik satışın en azından büyük bir kısmının Apple hayranlarından geldiğini söylemek çok da yanlış olmaz diye düşünüyorum. Analistler ise ürünün başarısının sürdürülebilirliğinden endişeliydi. Bu endişeleri gerçek olmak üzere gibi görünüyor.
The Verge’ün haberine göre giderek daha fazla kullanıcı ağır başlıkları uzun süre takamayacak kadar rahatsız edici bulmaya başladı. Bazıları cihazı takmanın baş ağrısı yarattığını söylerken bazıları da öne binen ağırlığın yanaklarını ve burunlarında ağırlık yaptığını belirtiyor. Cihazı uzun süre kullanmanın yaratacağı bir diğer sorun ise ciddi göz rahatsızlıkları. The Verge’nin ürün müdürü Parker Ortolani cihaz sebebiyle gözüne kan oturduğunu bile söylüyor. Derdini Threads’e yazan Ortolani “Buna sebep olacak başka bir şey gelmiyor aklıma. En azından şimdiye kadar gözlerime böyle bir şey olmadı” diye belirtmiş. Başka bir kullanıcı ise cihaz için “Çok ağır ve takması rahatsız ediyor, uzun süre kullanmayı hayal bile edemiyorum” diyor. Benzer bir eleştiriye geçen yıl Meta da maruz kalmıştı. Meta böyle şikayetleri olan kişiler için daha hafif ve göze batmayan gözlükler geliştirdi hatta.
Hem uygulamaların yetersiz kalması hem de başın üstünde yarattığı ağırlık nedeniyle Apple Vision Pro’yu aldığına pişman olanlar ise cihazı iade etmeye başlamış bile. Apple müşterilerinin bir ürün aldıktan sonra iki hafta içinde iade etmesini kabul ediyor. Tabii ürüne yönelik tüm eleştiriler olumsuz değil, ürünün gelecekte nasıl bir konuma geleceğine dair bir heyecan mevcut. Malum cihaz daha yalnızca birinci nesil. Yakında gelecek güncellemeleri ve yeni sürümleri herkes merakla bekliyor.
Vision Pro’nun başarılı olması Meta’yı ve tabii ki Meta’nın CEO’u Mark Zuckerberg’i hepimizden daha çok tehlikeye sokacak. Ama Zuckerberg’e göre en azından şimdilik şirketini tehlikeye sokacak bir durum yok çünkü “Meta’nın geliştirdiği son model Quest 3 başlıkların, Vision Pro’ya göre çok daha iyi bir ürün olduğunu” düşünüyor. Zuckerberg bu argümanını Vision Pro ve Quest 3’ü karşılaştırarak kanıtlamaya çalıştı. Zuckerberg’e göre Quest 3 120 gram daha hafif ve bu sayede kullanıcılar başlığı daha uzun süre hiç rahatsız hissetmeden takabiliyor. Ayrıca Zuckerberg, Quest 3’te kablolu pil takımının olmaması ve Vision Pro’ya göre daha geniş görüş alanı tanıması sayesinde hareket kabiliyetinin de arttığını belirtiyor.
Bitti mi? Hayır. Zuckerberg Quest’in el kontrolü seçeneğinin de daha iyi olduğunu düşünüyor. Vision Pro kullananlardan bazılarının en şikayet ettiği nokta da zaten göz takibinin yorucu olmasıydı ama Zuckerberg kendisinin de göz takibini beğendiğini ve gelecekteki Meta başlıklarında bu yönteme geri dönebileceklerinin sinyalini veriyor. Zuckerberg’in argümanları içinde pek çok kullanıcıyı cezbedecek asıl mesele ise Quest’in Vision Pro’dan “yedi kat daha ucuz” olması. Zuckerberg’in videosu ekibine “Rahat nefes alabiliriz arkadaşlar” mesajı veriyor. Ancak biraz önce de belirttiğimiz gibi Vision Pro yeni sürümlerinde mevcut şikayetleri hızla çözüme kavuşturabilirse Meta’nın alacağı rahat nefes kısa ömürlü olabilir.