Doğum sırasında ölen mumyanın pelvisinde bebeğinin kafası sıkışıp kalmış
Bu hafta bültende dünyanın en eski peynirini konuşacak, CERN'de fiziğin standart modeline meydan okuyan bir deneyi mercek altına alacağız. Şizofreni ve hemofili hastalıklarının tedavisindeki yeni umutlar da heybemizde.
Herkese eylülün son pazarından merhaba. Her hafta daha hafta sonuna gelemeden TinTin’deki gibi “Ne haftaydı ama” diye yakınıp, sonrasında günlerden çarşamba ya da perşembe olduğunu duymanın yaşattığı yıkıklıkla devam etmenin dayanılmaz zorluğunu hissedenler olarak çoğunluktayız bence. Hayır, bir sonraki haftadan ne bekliyoruz ki? Her gelen hafta bir öncekinin daha beter haliyle mücadele ediyoruz. Bu serzeniş, Lübnan Hizbullahı lideri Hasan Nasrallah’ın ölümüyle bugün Ortadoğu’daki (zaten hiç gergin değilmiş gibi) gergin havayı yazacak bir Dış Haberler editörünün serzenişiydi.
Şimdiyse Bilim ve Teknoloji editörü kimliğine dönerek haftanın bize bıraktığı umut verici, güzel haberlerle devam edeceğim. Bu hafta 10Haber’in bilim kategorisine göz atamadıysanız üzülmeyin, kısa listeyi size şöyle bırakıyorum:
Bir felaket senaryosu başka bir felaketin önüne geçebilir mi? Bu sorunun cevabı evet. Yeni bir çalışma nükleer bombalardan kaynaklanan güçlü X-ışınlarının Dünya ile çarpışma rotasındaki asteroitleri saptırmak için kullanılabileceğini gösteriyor. Peki ya dünyadaki iklim felaketi sorununa nasıl çözüm olacağız? Kuzey Buz Denizi’nde buzul kaybını durduramasak bile yavaşlatmak mümkün mü? Bilim insanları iddialı bir planla deniz buzullarını kurtarmak için insanlığa son bir şans veriyor. Buzulların üstüne kışın deniz suyu dökülecek, yeniden buzlanma olacak.
Amerika’nın en ünlü çip şirketi Intel zorlu bir süreçten geçiyor. Yanlış stratejik adımlar ve yapay zeka alanındaki gelişmeyi öngörememesi Intel’i zaman içinde zora soktu. Bir zamanların küresel çip şampiyonu Intel bugün nasıl satın alma hedefi haline geldi sorusunun cevabı burada.
OpenAI’da yaprak dökümünde son giden şirketin baş teknoloji sorumlusu Mira Murati oldu. Murati “yeni arayışları” olduğunu söylerken gidişinin tam da şirketin kâr amacı gütmeyi planladığı bir zamana denk gelmesi dikkat çekti.
Haftanın favori hikayesi ise zaman algısını çözmek için aylarca mağarada yaşayan bilim insanı Michel Siffre’nin hikayesi oldu. Siffre hayatını kaybetti ama geriye ilham verici bir hayat hikayesi bıraktı.
Gelin şimdi bir de bültenimizin başlıklarına bir göz atın!
Öbür dünyaya giderken yanınıza sadece birkaç şey alabilecek olsanız bunlar neler olurdu? Bir düşünüyorum da ben sanırım karar veremeden ölürdüm. Bu soruya ‘Yanıma atıştırmalık bir şeyler alırdım’ cevabını verenler yalnız olmadığını bilsinler ama. Çin’in kuzeybatısındaki Sincan’daki antik mezarlıkta binlerce yıl önce gömülmüş en az üç cesedin en değer verdiği şey peynirmiş. Ölenlerin boyunlarına sarılı bu peynirler yaklaşık 3500 yıllık. Bu da onları dünyanın en eski peyniri yapıyor. İnanılmaz derecede iyi korunmuş olması, bize hem insan kültürü hem de mandıracılık uygulamalarının Asya’da nasıl yayılmış olabileceği hakkında bir pencere açıyor.
Aslında bu peynir parçaları yaklaşık 20 yıl önce keşfedilmiş, ne olduklarının anlaşılmasıysa protein analizinin yapıldığı 2014 yılını bulmuş. Yeni araştırmada ise DNA analizi yapılmış. Peynirlerin içindeki bakterilerin genetik analizi bunun bir kefir peyniri olduğunu gösteriyor. Peynir yapımında fermentasyon işlemi için normalde maya kullanılsa da alternatifi olarak kefir granülü de tercih ediliyor. Kolyede bulunan granüller, bugün Tibet süt ürünlerinde ve Doğu Asya’da bulunan kefir ürünleriyle benzer genetik imzalar taşıyor.
Cell dergisinde yayınlanan yeni çalışmanın gösterdiği bir diğer şey de kolyedeki peynirlerin birinin inek sütünden, diğerinin de keçi sütünden yapılmış olduğu. Yapılan gözlemler bakterilerin farklı yayılma rotalarına işaret ettiğini gösteriyor. Bu da mumyaların Avrasya’nın kuru otlaklarında seyahat eden büyükçe bir göçebe grubunun parçası olduğunu gösteriyor. Çalışmanın yazarlarından ve Çin Bilimler Akademisi’nde paleontolog ve paleoantropolog olan Qiaomei Fu, bu insanların ticaretle uğraştığını ve hem süt ürünlerini hem de bakteri barındıran bu kapları paylaştıklarını söylüyor.
Bu arada bu mumyaların doğal yollarla oluştuğunun altını çizelim. Xiaohe mezarlığı, coğrafyası ve iklimi bakımından eşsiz bir yerdi. Bir zamanlar buralar yemyeşil ve verimli topraklara ev sahipliği yapan bir yerdi. Ancak suyun akış yolu değişip de bölgeyi çölleştirince topluluk başka yerlere taşınmak zorunda kaldı. Kurak koşullara hızlı geçiş cesetlerin doğal yollarla mumyalaşmasına ve derilerinin, giysilerinin ve peynir kolyelerinin iyi bir şekilde muhafaza edilmesine yaradı. Böyle örneklere rastlamak o kadar kolay değil. O yüzden keşfin keyfine bakın.
Şizofreni bir kişinin nasıl düşündüğünü, hissettiğini ve davrandığını etkileyen bir hastalık. Paranoya, sanrılar, halüsinasyonlar ve bunların sonucunda davranışlardaki değişiklikler hem hasta hem de yakınları için zorlu bir süreç oluşturur. Üstelik hastalığı tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil. Peki ya belirtileri azaltmakta çok etkili bir ilaç olsa? Amerika’da Gıda ve İlaç İdaresi yani FDA, Bristol Myers Squibb’in geliştirdiği şizofreni ilacı Cobenfy’ya yeşil ışık yaktı. Böylece 70 yıl sonra ilk kez bu hastalık için bir ilaca onay verilmiş oldu.
ABD’de yaklaşık üç milyon, Türkiye’de de yaklaşık 800 bin şizofreni hastası olduğu tahmin ediliyor. Ancak her iki ülkede de hastalığa sahip kişilerin bir kısmı tedavi olmuyr. Cobenfy tedavi görmeyi kabul eden 1,6 milyon Amerikalı hastanın yüzde 75’inin ilk 18 ayda tedaviyi bıraktığını söylüyor. Çünkü etkili ve tolore etmesi kolay ilaçlar bulmakta zorlanıyorlar. Mevcut şizofreni ilaçları beyindeki dopamin reseptörlerini doğrudan bloke ederek hastalardaki semptomları hafifletiyor. Ancak bunun yan etkisi de kilo artışı, aşırı yorgunluk ve istemsiz, kontrol edilemeyen hareketler oluyor.
Cobenfy ise beyinde nöronlar ve diğer hücreler arasında nörotransmitter sinyalleri ileten muskarinik reseptör olarak da bilinen proteinleri hedef alıyor. Bu reseptörler aktive edildiğinde dopamin salımı azılıyor. En önemlisi de ilaç semptomları biraz önce saydığımız yan etkiler olmadan azaltmakla kalmıyor, bilişsel işlevi de iyileştiriyor. Günde iki kez kullanılan hapın ekim sonunda piyasaya çıkması bekleniyor. Fiyatıysa ABD ölçeğinde bile pahalı. Sigortasız ve indirimsiz fiyatı aylık 1850 dolar, yıllık da 22 bin 500 dolar ediyor.
Parçacık fizikçilerinin parçacıkları birbirine çarpıştırıp ortaya ne çıktığını görmekten daha çok sevdikleri bir şey yoktur. Onların bu tutkusu sayesinde biz de fiziğin Standart Modeli’nde öngörülen (Higgs Bozonu gibi) ya da gözden kaçırdığımız şeyleri öğrenebiliyoruz. Nihayetinde Standart Model bir atomun nasıl ve nelerden oluştuğunu kurallara bağlamaya çalışan ve 50’li yılların sonlarından itibaren kollektif biçimde geliştirilen elimizdeki en geçerli model. Ama Standart Model’in eksikleri de var. En başta modelin evrenin en temel gücü olan kütle çekimini hiç içermediğini söylemek lazım. Model ayrıca karanlık maddenin doğası ya da madde-anti madde dengesizliği gibi evren gizemlerini açıklamıyor. Bu yüzden fizikçiler Standart Model’i aşacak teorileri geliştirmeye çalışıyor ki var olanın ötesindeki fiziği keşfedebilelim. İşte bugün sizinle NA62 deneyini konuşacağız.
Bu deney kısaca yüklü bir kaonun yüklü bir piona, bir nötrinoya ve anti-nötrinoya bozunmasından ibaret. Böyle söyleyince pek bir anlam ifade etmemiş olabilir ama kaonlar garip varlıklar. Protonlar, nötronlar ve kaonlar evrenin küçük yapı taşlarından biri olan kuarklardan oluşur. Ancak sayıları birbirinden farklıdır. Protonlar ve nötronlar üç kuarktan oluşurken, kaonlar iki kuarktan oluşur. Bu da “yukarı kuark” denen en hafif kuark ile anti-garip kuarktır. Yüklü kaonlar bozunduğunda bir piona, bir nötrinoya ve bir de anti-nötrino’ya dönüşür. Ancak bu olay Standart Model’e göre her 10 milyar kaondan sadece birinde meydana gelir. Anlayacağınız çok nadir bir olay.
NA62 deneyine geri dönelim: Deneyde bu nadir bozunmaları incelemek için yüksek enerjili protonları sabit duran hedefe çarptırarak kaonlar üretildi. Daha sonra bu kaonların bozunup bozunmadığı ve ortaya ne tür parçacıkların çıktığı incelendi. Sonuç olarak bu bozunmanın gerçekten de nadir ama sandığımızdan yaklaşık yüzde 50 daha sık görüldüğü ortaya çıktı. Yani 100 milyarda yaklaşık 13 kez meydana geliyor. Standart Model tahminleriyle gözlemlenen sonuçlar arasındaki tutarsızlığa neyin neden olduğu belirsiz. Bunun sebebi yeni parçacıklar da olabilir, fiziğin yeni kuralları da.
Şimdi bültene şeker molası vermenin tam zamanı. İki fotoğraf yarışmasına göz atacağız. Bunlardan eğlenceli olanla başlayalım: Komik Vahşi Yaşam Fotoğraf Ödülleri! Kazananların 10 Aralık’ta açıklanacağı bu yarışmada yok yok. Örneğin müzikal animasyonundan çıkmış gibi görünen şu Flaman peygamberdevesine bir bakar mısınız?
Ya da şu Japonya’nın Hokkaido açıklarında mahalle kavgasına gider gibi deniz buzunda koşan Steller deniz kartalına…
Eğer bunlar yüzünüzde bir tebessüm bıraktıysa daha fazlasını burada bulabilirsiniz. Kazanacak fotoğrafı belirleyenlerden biri olmak istiyorsanız oylamaya buradan katılabilirsiniz.
Şimdi gelelim sonucu açıklanmış bir fotoğraf yarışmasına. Bu kez biraz ciddileşeceğiz. Çünkü Yılın Genç Kuş Fotoğrafçısı 2024 ödülünün kazananı ciddi bir soruna parmak bastı. Aşağıda gördüğünüz sarmal oluşturan o yapıda şehirde pencere gibi fark edilmesi zor yüzeylere çarparak ölen dört binden fazla kuş var!
“Her yıl sadece Kuzey Amerika’da bir milyardan fazla kuş pencerelere çarparak ölüyor” diyen foto muhabir Patricia Homonylo, pencerelere çarpıp da hayatta kalan kuşlara bakım sağlayan Fatal Light Awareness Program’da çalışıyor. Ne yaparlarsa yapsın kurtaramadıkları kuşlara dikkat çekmek için bu yolu bulmuş. Bu sayede 23 binden fazla kişinin başvurduğu yarışmada birinci oldu. Umarız fotoğrafın vermek istediği mesaj geniş kitlelere yayılabilir.
Yarışmanın diğer kazananlarına buradan bakabilirsiniz.
👩🚀Hayat size limon veriyorsa limonata yapın. Mesela NASA astronotu Suni Williams, Boeing’in Starliner aracında çıkan arıza nedeniyle Uluslararası Uzay İstasyonu’nda gelecek yıla kadar mahsur kaldı. Ama pazartesi günü ISS Expedition 72 görevinin başlaması vesilesiyle Rus kozmonot Oleg Kononenko’nun taşıdığı kaptanlık unvanını devraldı. Williams yörüngedeki üssün kaptanlığını ikinci kez devralıyor. Williams komuta değişim töreninde “Expedition 71 hepimize beklenmedik durumlara hızla adapte olma becerisi konusunda çok şey öğretti. Plana göre gitmeyen çok şey oldu ama siz nasıl olduysa buna uyum sağlamayı başardınız. Butch ve beni benimsediniz, plan tam olarak böyle olmasa da ailenin bir parçası oluverdik” dedi. Hayatın ne göstereceği belli olmuyor, Williams der miydi ki misafir olarak gittiğim uzay istasyonuna ikinci kez kaptan olacağım?
NOT: Starliner astronotlarını gelecek yıl dünyaya getirecek Crew-9 görevi için Falcon 9 roketi dün Florida’daki Cape Canaveral Uzay Kuvvetleri İstasyonu’ndan havalandı.
Falcon 9 launches Crew-9, the first human spaceflight mission to launch from pad 40 in Florida pic.twitter.com/BYpPPtaKqm
— SpaceX (@SpaceX) September 28, 2024
👨🚀Bu arada Williams’a kaptanlığı devreden Rus kozmonot Oleg Kononenko ve bir diğer kozmonot Nikolay Chub da uzayda rekorlara imza attı. 60 yaşındaki Kononenko şu ana kadar uzayda toplamda 1111 gün geçirerek tarihteki diğer tüm astronotları geride bıraktı. Bu rekorunu uzun yıllar koruyacak gibi de görünüyor. Öbür yanda her iki kozmonot da uzay istsyonunda aralıksız 374 gün geçirerek, NASA astronotu Frank Rubio’nun 371 günlük rekorunu kılpayı geride bıraktı.
🥜Aşağıda gördüğünüz görüntü bir yer fıstığına ait değil. Dünya’ya yakın olduğu için “potansiyel olarak tehlikeli” olarak sınıflandırılmış bir asteroit! NASA’nın Jet İtki Laboratuvarı’na göre 2024 ON olarak bilinen bu cisim, 16 Eylül’de Dünya’nın 999 bin kilometre yakınına geldi. Bu mesafe Ay ile olan mesafenin 2,6 katı ediyor. Yani yakın olsa da rahatsız edecek ölçüde değil. İlk olarak temmuz ayında Hawaii’deki ATLAS tarafından fark edilen bu asteroit anlayacağınız üzere epey büyük. Uzunlamasına 350 metre olan asteroit eğer bir gökdelen olsaydı Empire State Binası kadar yüksek olurdu. Yer fıstığı gibi görünmesinin sebebi de bunun aslında “temas ikilisi” denen şey olmasından kaynaklanıyor. Yani daha büyük bir cisim oluşturmak için birbirine dokunan iki küçük cismi görüyoruz aslında.
🩸Gelelim bir diğer sağlık haberimize… Hemofili kanın pıhtılaşmasını önleyen genetik bir hastalık. Yani bir kaza geçirdiğinizde yaranız ne kadar küçük olursa olsun kanı durduramamak çok daha ağır sonuçlara yol açabilir. Şimdi bilim insanları New England Journal of Medicine’de yayınlanan çalışmalarında hemofili B hastası yetişkinlerin tek bir gen terapisi ile kanama ataklarının yüzde 71 oranında düştüğünü söylüyor. Peki bu nasıl mümkün oluyor? Hemofili B, pıhtılaşma faktörü IX eksikliğinden kaynaklanıyor. Gen tedavisi karaciğerin faktör IX’u oluşturmasını sağlayarak kanın pıhtılaşmasının önünü açıyor. Bu da hastaları sık kanamadan kurtarıyor.
Yapay zekanın babalarından Yann LeCun bu hafta milyarder girişimci Elon Musk’ı hedef aldı. Şu anda Meta’nın yapay zeka bilimcisi olarak çalışan LeCun, Elon’ın ağzından “Son sekiz yıldır Tesla’nın ‘tam otomatik sürüş’ özelliği konusunda tekrar tekrar yalan söylesem de siyaset ve diğer konularda söylediğim her şeye inanmalısınız” diye yazdı. Musk yaklaşık 10 yıldır sürücüsüz araçlar için hep gelecek yıla işaret ediyor. LeCun durduk yere böyle bir taş atmadı tabii.
Olayın başlangıcı girişimci Dan O’Dowd’ın Musk’ı otonom sürüş teknolojisini abartmayı sürdürdüğü için topa tuttuğu uzun bir yazıya dayanıyor. Yanlış anlamayın O’Dowd beş tane Tesla araca sahip. Zaten onu öfkelendiren de Musk’ın sözlerine güvenerek bu kadar araç almış olması. Girişimcinin şikayetlerinden biri şöyle: Elon haziran ayında ‘Akıllı Çağır’ denen özellik için araç kullanıcılarının sürücü koltuğunda kimse olmadan sadece bilgisayar görüşüyle araçlarını çağırmalarını bir iki ay içinde mümkün kılacağını iddia etti. Temmuz ayı geldiğindeyse bu özelliğin ‘önümüzdeki ay’ kullanıma sunulacağı söylendi. Akıllı Çağır’ın kamuya açık yollarda çalışmasına yasal olarak izin bile verilmiyor.”
LeCun da Musk’tan değil ama “yalanlardan nefret ettiğini” söyledi. Yoksa Musk’ın “arabalarını, roketlerini ve uydu ağını” pekâlâ seviyor. Belki de Musk X’te tweet atmayı biraz azaltıp Tesla’daki sorunlara odaklanmalı. Zira SpaceX ve Neuralink şirketleri başarılı olsa da X ve Tesla’nın sorunlu olduğu ortada. Üstelik X’ten uzaklaşması her iki şirketin de yararına olacaktır.
İnternet her yerde. Peki ortaya nasıl çıktı? Nasıl değişti? Ve ileride nasıl olacak?
İnsanlık tarihindeki hiçbir gelişme, dünyayı internetin ortaya çıkışı kadar kökten ya da hızlı bir şekilde değiştirmemiştir. İnternetin 21. yüzyıldaki yaşamda şekillendirmediği ya da temelden değiştirmediği neredeyse hiçbir şey yoktur. Fakat internetin geçmişi düşündüğünüzden çok daha uzundur. Temelleri, günlük yaşamın erişilebilir ve kaçınılmaz bir parçası haline gelmesinden onlarca yıl öncesine, ta 1960’lara kadar uzanır.
Yazar ve gazeteci Chris Stokel-Walker, internetin (nispeten) mütevazı başlangıcından bugün her yerde var olan gücüne, e-posta ve çevirmeli bağlantıdan sosyal medya ve metaverse’e kadar izini sürüyor.
Dünya Çapında Ağ’ın nasıl çalıştığına, zaman içinde nasıl değiştiğine ve bildiğimiz dünya üzerindeki etkilerine dair karmaşık kavramların yanı sıra temel terminolojiyi açıklayan ve önemli figürleri ön plana çıkaran bu kitap, çağa yön veren bu teknoloji hakkında bilmeniz gereken her şeyi kısa ve kolayca anlaşılır halinde açıklıyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
Beagle, 27 Aralık 1831’de Devonport’tan yola çıktığında Charles Darwin yirmi iki yaşındaydı ve bu hayatının yolculuğu olacaktı. Elinizdeki günlük bu yolculuğu bize aktarırken, jeoloji, doğa tarihi, insanlar, yerler ve olaylarla ilgili sabırlı gözlemler yapan bir doğabilimciyi karşımıza çıkarıyor. Volkanlardan yerli topluluklara, çok çeşitli kuş ve böceklerden doğa olaylarına ve afetlere dair pek çok gözlem bu olağanüstü günlüklerde bulunabilir. Darwin’in bu yolculukta yaptığı gözlemler ve edindiği fikirler, evrim teorisine ve Victoria döneminin en tartışmalı kitabı olan Türlerin Kökeni’ne kapı açmış, pek çok entelektüel akımı da harekete geçirmiştir.
Bu kitapla okuyucu Darwin’in, Tanrı’nın yarattığı tüm canlı türlerinin ezelden beri aynı olduğuna inanan birinden; merakı, sorgulamaları ve gözlemleri sonucunda nasıl Türlerin Kökeni’ni yazarak bilim tarihini altüst etmiş büyük bir biliminsanına dönüştüğüne tanık oluyor.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.
“Herhangi bir alandaki üstünlük iddiası, dünyanın merkezi olduğunu düşünen insan için geçerliydi. Oysa şimdi nehrin, toprağın, denizin, havanın, kuşun, börtü böceğin varlığına bağlı olduğumuzu biliyoruz. Bu bilgiyi bir yaşam biçimine dönüştürdüğümüzde yeni bir hayat uzanacak önümüzde.”
Pandemi bize yeni bir dünyanın eşiğinde olduğumuzu gösterdi, deneyimlediğimiz ama henüz anlamlandıramadığımız bir dünya… Oysa yeni bilim, bize bu dünyanın koşar adımlarla geldiğini haber veriyordu. Yaşamın yapıtaşının atom değil, enformasyon olduğunu, evrendeki her şeyin içinde bulunduğu bağlantısallık ağıyla var olduğunu son yıllarda ardı ardına Nobel alan nörobilim ve matematik alanındaki çalışmalar göstermişti. İnsan yalnız değildi, biricik değildi, üstün değildi; insan evrende yaşam için var olan canlılardan bir tanesiydi sadece. Bu anlayış tümüyle yeni bir çağın, hukukun, eğitim sisteminin, değerler sisteminin habercisiydi.
Prof. Dr. Türker Kılıç, Nasıl Daha İyi ve Güzel Bir Yaşam Kurarız? sorusunu nörobilimle yanıtlıyor ve bize yalnız kendimizi değil, çevremizi de dönüştüreceğimiz yeni bir perspektif öneriyor. Dünyaya her sabah aynı heyecan, aynı merakla bakmamızı sağlayacak, gündelik hayatı sürprizsiz yavanlığından kurtaracak bir perspektif. Yaşama ve yaratmaya borçlu olduğunu düşünen yediden yetmişe herkesin başucu kitabı.
👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.