Napolyon, Atatürk, Oppenheimer: Üç film, üç yüzyıl, üç farklı savaş sanatı

Prof. Dr. Mustafa Ergen, bu sezon gösterime giren üç önemli filmden hareketle Amerika’da, dünyada ve Türkiye’de savunma sanayiinin geleceğine yakından bakmış. Bazı önerileri var.

Bilim Teknoloji 17 Aralık 2023
Bu haber 1 yıl önce yayınlandı

Bu sezonun önemli üç filmi olan Napolyon, Atatürk ve Oppenheimer’a farklı bir bakış açısıyla yaklaştığımızda yüzyıllar arasındaki savaş sanatının nasıl evrildiğini resmedebiliriz. Peki gelecek yüzyıl?

Napolyon Fransız Devrimi’nin ardından yükselen bir lider olarak ortaya çıktı ve 1799’da Brumaire darbesi ile Fransa’nın başına geçti. Ardından 1804 yılında Fransa İmparatoru olarak taç giydi ve 1814’e kadar süren geniş bir Avrupa savaşları dönemine liderlik etti.

Napolyon’un orduları o dönemdeki geleneksel savaş stratejilerinden farklı olarak hızlı manevra ve yüksek mobilite üzerine kuruluydu. Birliklerini hızla konumlandırarak düşmanı şaşırtmayı ve hızlı saldırılarla zafer elde etmeyi amaçladı.

Napolyon başarılı bir diplomattı da

Napolyon topçu birimlerini stratejik olarak kullanarak düşman hatlarını zayıflatma ve bozma stratejisini benimsedi. Düşman hatlarına etkili topçu ateşi açarak saldırı öncesinde düşmanın direncini kırmaya çalıştı. Ayrıca sadece sahada değil, aynı zamanda diplomasi sahnesinde de başarılıydı. Birçok kez müttefiklerini manipüle ederek güçlü bir stratejik pozisyon elde etmeyi başardı.

Ancak Napolyon, zaferleri ve başarılarına rağmen sonunda 1815 yılında Waterloo Muharebesi’nde mağlup oldu ve sürgüne gönderildi. Bu olay aslında savunmada diplomatik iş birliğiydi, Napolyon döneminin sonunu getirdi ve Avrupa’da siyasi dengeyi yeniden şekillendirdi.

18. yüzyıl geleneksel savaş sanatlarında toprak kazanımı üzerine profesyonel ordular ve soylu sınıf mensuplarından oluşan askeri elit ile yönetilen süngü saldırıları, topçu birlikleri ve klasik sıralı savaş taktikleri öne çıkıyordu. Mektuplar, elçiler ve atlı kuryelerle iletişim sağlanıyordu.

Atatürk

Atatürk Türk Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında gerçekleştirdiği stratejik hamleleri ve liderlik yetenekleriyle tanınan bir askeri deha. 

Atatürk ordusundaki birlik ve koordinasyonu vurgulayarak farklı birimler arasında etkili iletişimi sağlamıştır. Bu birliklerin daha iyi iş birliği yapmasına ve düşmana karşı koordineli direniş sergilemesine olanak tanıdı. 

Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk ve komutanları düşman güçleri karşısında sayıca üstün olmamalarına rağmen asimetrik savaş stratejilerini başarıyla uyguladı. Halkın büyük desteğiyle gerilla taktikleri düşmanı yıpratmada etkili oldu.

Atatürk sadece askeri stratejilere odaklanmakla kalmayıp diplomatik becerilerini de kullanarak cephelerin birleştirilmesi ve düşmanlar arasında çatışma yaratma stratejisini benimsedi. Bu, Türk ordusunun gücünü artırdı.

19. Yüzyıl Sanayi Devrimi’nin etkisiyle ateşli silahlar, tüfekler, topçu birlikleri, telgraf ve demiryolu taşımacılığı gibi teknolojik gelişmeler savaş alanındaki dinamikleri değiştirdi. Zorunlu askerlik sistemleri, geniş çaplı ordu mobilizasyonları ve ulusal orduların oluşumu başladı.

Oppenheimer: Öykünün arka plandaki esas kahramanı

Oppenheimer’da ise İkinci Dünya Savaşı’nda inovasyonun kritik rolünü görüyoruz. 

Oppenheimer’in atom bombası projesine atanmasının izini sürersek filmde resmedilen Prof. Vannevar Bush’a ulaşabiliriz. Vannevar Bush bir bilim adamı olarak Roosevelt yönetiminde Millî Savunma Araştırma Komitesi (National Defense Research Committee – NDRC) başında savaşın kaderini değiştiren kararların ve projelerin yöneticisi olarak görünüyor. 

Bir yanda atom bombası için Oppenheimer adlı bir bilim adamına Manhattan Projesi için yetki verilirken diğer yanda radar teknolojileri için Frederick Terman adlı bir öğrenci Harvard Radyo Laboratuvarı’nın başına getiriliyor ve geliştirilen teknolojilerle savaş bir yıl erken bitiyor. 

Daha sonra “Silikon Vadisi’nin Babası” olarak anılan Prof. Frederick Terman günümüz teknoloji girişimciliğinin merkezini yaratıyor.

Ayrıca Bell Laboratuvarları’nda Claude Shannon adlı öğrencisi şifreleme ve haberleşmenin temellerini attığı bir süreci başlatıyor. Millî Savunma Araştırma Komitesi (National Defense Research Committee – NDRC), Amerika Birleşik Devletleri’nde 27 Haziran 1940 ile 28 Haziran 1941 tarihleri arasında “savaş mekanizma ve cihazlarının geliştirilmesi, üretimi ve kullanımına temel oluşturan sorunlar üzerinde bilimsel araştırmaları koordine etmek, denetlemek ve yürütmek” amacıyla kurulan bir organizasyon.

Çalışmalarının çoğu katı bir gizlilikle yürütülmüş, 2. Dünya Savaşı sırasında radar ve atom bombası gibi en önemli teknolojilerin geliştirilmesine öncülük etmiş. 1941 yılında Bilimsel Araştırma ve Geliştirme Ofisi (Office of Scientific Research and Development – OSRD) tarafından yerini almış ve sonrasında danışma kurulu olarak işlev görmüş, nihayetinde 1947 yılında sona erdirilmiştir. NDRC, 27 Haziran 1940 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin Delano Roosevelt’in emriyle kurulmuştur. Millî Savunma Konseyi’nin bir parçası olup, ulusal güvenlik amaçları için sanayiyi ve kaynakları koordine etmek amacıyla 1916 yılında kurulmuştur. Prof. Dr. Vannevar Bush, NDRC’nin kurulması için çaba harcamıştır, çünkü Birinci Dünya Savaşı sırasında sivil bilim insanları ile askeri arasında iş birliğinin yetersizliğini deneyimlemiştir.

Bush, 12 Haziran 1940’ta Başkan ile bir araya gelmeyi başarmış ve önerilen kuruluşu açıklayan tek bir kâğıt parçası ile Roosevelt’in onayını on dakika içinde almıştır. Hükümet yetkilileri daha sonra Bush’un yetkisini artırmaya ve kendilerini atlamaya çalıştığını iddia etmişlerdir ki sonradan Bush bunu kabul etmiştir. 

Bir nevi bilim insanları ve mühendisler grubu, mevcut kanalların dışında hareket ederek yeni silahların geliştirilmesi programı için otorite ve mali kaynağı ele geçirerek inisiyatif almaya çalışmışlar ve başarılı olmuşlardır. 

NDRC’nin başkanı olarak atandığı 15 Haziran tarihli mektubunda Roosevelt, NDRC’nin Ordunun ve Donanmanın kendi laboratuvarları veya endüstri kontratlarıyla yaptığı araştırmaların yerini almak için olmadığını, aksine “bu etkinliği, önemli cihazların daha hızlı geliştirilmesine etkili bir şekilde katkıda bulunabilen bilim insanlarının yardımını çekerek ve yeni enstrümantasyonlar üzerinde yeni çabaların kullanılması yönünde çalışmayla belirlemek için” tamamlaması gerektiğini belirtmiştir. Bir nevi konvansiyonel sürecin dışına çıkılarak risk alınmış hem atik davranılarak hem de subjektif kararlar verilerek bu süreçte başarılı olunmuştur.

20. Yüzyıl Modern savaş, hava kuvvetleri, tanklar, nükleer silahlar, füze teknolojisi ve bilgisayarlı sistemlerin dahil olduğu bilimsel inovasyonun öne çıkardığı karmaşık bir yapıya evrildi.

Peki bizi bekleyen ne?

Yeni yüzyıla gelirsek, savunma sanayiindeki gelişmiş ülkelerdeki yöntem değişikliklerini göz önünde bulundurarak, eski metotlarla savunma sektörünü devam ettirmememizin gerektiğini anlamamız önemlidir. 

Savunmanın ticari olarak ilerlemesi, soğuk savaş sonrasında Amerika’nın Sovyetlere karşı seçtiği bir yöntem oldu. Üniversitelerin dahil edilmesi, savunma ürünlerinin ticari şirketlerden çıkması ve akabinde savunma teknolojilerinin sivil hayat için ticarileştirilmesi, günümüzde ABD’nin teknoloji üstünlüğünü getirdi. 

Sovyetlerin devlet enstitülerinde beyaz önlüklü bilimsel çalışmaları ölçeklenemedi. Bu süreç ABD’de büyük, yavaş hareket eden, kural bazlı ilerleyen dev savunma sanayii şirketlerinin yanı sıra Silikon Vadisi ile başlayan savunma teknolojilerini sivil hayata hızla sokabilen risk yatırımı destekli ticari startup şirketlerini ortaya çıkararak dünyayı hızla değiştirdi.

Savunma sanayii startupları geliyor

Şu anda ikinci aşamada oluşan sivil ticari ekosistem, savunma sektörünü yeniden tanımlamaya ve ağır dev savunma şirketlerinin yerini hızlı hareket eden startup şirketlere bırakmaya çalışıyor. 

“Hacking for Defense” (H4D) veya “Hacking for Homeland Security” (H4HS) hareketiyle üniversitelerde savunma teknolojileri dersleri okutuluyor, startuplar destekleniyor ve savunma teknolojileri, az sayıda büyük şirketin elinden startupların eline geçmeye çalışılıyor. Bu şekilde daha fazla teknoloji ve daha darbelere ve krizlere dayanıklı bir savunma gücü oluşturuluyor. (https://h4d.us) 

Bu paradigma değişikliği ve ABD’nin yasa ve kurallarda hızlı hareket etme yeteneği, savunmada bir üst lige geçmek olarak değerlendirilebilir.

Türkiye de değişikliğe gitmeli

Ayrıca, ticari tarafı gelişmemiş, devlet destekli Rusya savunma endüstrisini ve yükselen Çin teknolojisini bir alt lige bırakma hamlesi olarak görmeliyiz. Bu doğrultuda, eğer milli savunma teknolojilerine önem veriyorsak, yeni ligin oyun kurallarını ve yöntemlerini içselleştirerek savunma sektörünü genç, dinamik ve hızlı hareket eden startup şirketlerle geliştirmemiz gerekmektedir. 

Buna uygun bir kuvvet anlayışı ve bürokrasisi ile donatılmış Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın oluşturulması, köpüğü alınmış projelerin tesisi gerekmektedir. Aksi takdirde, üçüncü lig kurallarıyla birinci lige çıkamayız.

21. yüzyılda savunma ve savaş tekniklerinde geleneksel devletler arası savaşların yanı sıra terör örgütleri gibi aktörler arasındaki asimetrik çatışmalarda yaygınlaşmaktadır. 

Dijital saldırılar, bilgi manipülasyonu ve siber casusluk gibi alanlarda çatışmaların yaşanması, insansız hava araçları ve otomatik sistemlerin daha yaygın kullanımı, keşif, gözetleme ve saldırılarda etkili bir rol oynamaktadır. 

Geleneksel ve asimetrik savaş tekniklerinin kombinasyonu, askeri, ekonomik, siber ve siyasi unsurları içermektedir. Uzayın askeri operasyonların önemli bir cephesi haline gelmesi; uyduların iletişim, keşif ve navigasyonda kritik bir rol oynaması, biyolojik savaş ajanlarına ve çevresel tehditlere karşı savunma önlemlerini içermektedir.

Bu unsurlar, günümüzdeki karmaşık güvenlik ortamını yansıtmaktadır. Ancak, savaş teknikleri sürekli evirildiği için gelecekteki gelişmeler tahmin edilemez. Savunma sektöründe başarılı olmak için kural koyabilme, atiklik ve sübjektif karar alma yeteneğini geliştirmek gerekmektedir.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.