İnsanın ve doğanın sömürülmesine ilk günden itibaren ses çıkarmaya çalışan halklardan biri Kuzey Amerika yerlileridir. Nasıl ki onlar yaşadıklarını yüzyıldır hikaye etmekten vazgeçmiyor, bizim de doğayla ilgili yaptığımız tercihlerin bizi nereye taşıdığını gösteren bir edebiyata ihtiyacımız var.
Adada büyürken, kitapçı Çetin bizim için son derece önemli biriydi. Çünkü kitapçısının bir duvarı kiralanabilen Tommiks, Teksas, Zagor, Mandrake ve cep fotolarla kaplıydı. Sıcak bir sabah tıngır mıngır iskeleye inmek, raflarda okumadığımız Tommiks, Teksaslar bulmak, eve dönüp bir kase tuzlu ay çekirdeği ya da bir tabak soğuk üzüm ile bahçede bu çizgi romanlara dalmak… Sıkılınca yürüyüp kayıkhaneye gitmek, sandala atladığımız gibi billur Marmara sularına açılmak… Sonra deniz yorgunu eve dönüp, kaldığımız yerden kitaplara devam etmek… İşte bütün bir çocukluğumuz. Dünyanın nasıl bir yer olduğunu, Marmara’nın nasıl hızla elden gideceğini henüz bilmiyoruz.
Sömürünün en etkin silahı elbette kültürel olandır. Bizler de çocukluktan itibaren Pazar sinemalarında John Wayne filmleri izleye izleye, Teksas Tommiksler okuya okuya, insanı ve doğayı sömürdüklerini anlamadığımız kahramanları alkışladık durduk. Ama vicdanlı, meraklı, okuyan, araştıran herkesin sömürenleri değil, sömürülenleri sevmesi gerektiğini anladığı bir gün elbet gelir çatar. Hem insanın, hem doğanın sömürülmesine ilk günden itibaren ses çıkarmaya çalışan halklardan biri Kuzey Amerika yerlileridir.
John G. Reinhardt’ın ‘İri Boynuzlu Kara Geyik Anlatıyor’ isimli kitabı bu bakımdan müthiş bir tanıklıktır. 1881 yılında doğan Reinhardt, şair ve amatör bir tarihçidir. 20 yaşında Nebraska’ya taşınır ve burada Omaha’da yerlilere ayrılmış bölgenin (“reservation”) yakınına yerleşir. Hayatı boyunca ilgi duyacağı Kızılderili kültürüyle tanışması böyle olur.
Reinhardt, 1930’larda Kuzey Amerika yerlilerinin “hayalet dansı” adı verilen ruhani törenleriyle ilgilenmeye başlar. Bunları araştırırken Siyu’ların Oglala kabilesinden bir şifacı (“medicine man”) olan İri Boynuzlu Kara Geyik’e ulaşır. İri Boynuzlu Kara Geyik ile ortak bir dili konuşmamalarına rağmen, ilk andan itibaren aralarında büyük bir yakınlık doğar. Kara Geyik’in oğlu ve kendi kızının da yardımlarıyla Reinhardt, Kara Geyik’in hayat hikayesini kitaplaştırır ve 1932’de bastırır. Kitap, aynı zamanda 1800’lerde ABD’nin kıtanın batısına doğru yayılırken yerli halkta yarattığı yıkıcı etkinin hikayesidir. Batıya yayılmada elbette altın madenlerinin büyük payı vardır.
İri Boynuzlu Kara Geyik Anlatıyor Batı medeniyeti ile Kızılderili medeniyeti arasında doğaya bakışa olan temel farkı ortaya koymasıyla, iklim krizinin ortasındaki dünyamız ve doğa katliamlarına karşı durmaya çalışan halkımız için hala çok manidar. Şöyle der İri Boynuzlu Kara Geyik:
“Benim hayatımın hikayesi, kutsal olan ve anlatılmaya değer olan her tür yaşamın da hikayesidir, biz iki ayaklıların, bu yaşamı dört ayaklılarla, havanın kanatlarıyla ve tüm yeşil varlıklarla paylaşmamızın hikayesidir. Hepimiz aynı annenin çocuklarıyız, hepimizin babası tek bir ruhtur (Benim tercümemle). Keşke bugün doğayı tahrip, halkları yerinden edenler, tarih içinde nasıl bir zincirin halkası olduklarını idrak edebilse.
Evet, doğayı sömürmek, insanların ve elbette hayvanların yerlerinden edilmesi anlamına da gelir. Bir kıtanın halkını yerinden etmek nasıl bir şeydir ve o halk şimdi nasıl yaşıyor diye merak ediyorsanız, Tommy Orange’ın ‘O Yer O Yer’ isimli romanı size göre olabilir. Büyük Oakland Powwow’una gitmeyi planlayan farklı karakterler üzerinden ilerleyen roman, hem Amerikan yerlilerinin tarihini, hem nasıl tarihsizleştirildiklerini ortaya koyar. Bir halkı yerinden etmenin, hatta silmenin yarattığı kederin ve ıssızlığın, bugünün dünyasında nasıl göründüğüne pencere açar.
Amerikan yerlilerini anlatan en önemli romancılardan biri de Louise Erdrich’tir. ‘Gece Bekçisi’ ve ‘Yuvarlak Ev’ isimli romanlar, bu yazarı keşfetmek için iki güçlü seçenek. 2021 Pulitzer ödülünü kazanan Gece Bekçisi’nin ilhamı Louise Erdrich’in kendi büyükbabasıdır. Erdrich’in kendi de bir gece bekçisi olan büyükbabası, Kuzey Dakota yerlilerinin yerlerinden edilmemesi için büyük mücadele sürdürmüş, mücadelesini ta Washington’a dek götürmeyi başarmış.
Bu mücadelelerin sonunda ne elde edilmiş, bir şey elde edilebilmiş mi, bunu konunun uzmanlarına bırakmak gerekir. Sadece şu bilgi dikkat çekici. 2009 yılında dönemin ABD başkanı Barack Obama, Amerikan Yerlilerine Özür Dilemek Üzere Kongre Kararı’nı imzalıyor. Kabile reisleri ve kabile temsilcileri, bu özre şahit olmak ve kabileleri adına bu özrü kabul etmek üzere imzaya davet edilmiyor. Obama, bu özrü hiçbir zaman yüksek sesle, kamuya açık şekilde okumuyor. Yani anlayacağınız, erk erkliğini biliyor.
Türkiye’de doğa kıyımı aldı başını gidiyor. Hangi birini sayalım: Eskiden koylarında denizatı ve karides yüzen adada, artık para vermeden denize girecek yer bulamıyoruz. Selim İleri’nin ‘Her Gece Bodrum’da anlattığı yerler, tepeleme inşaat oldu. Nasıl ki Amerikan yerlileri, kendi yaşadıklarını yüzyıldır hikaye etmekten vazgeçmiyor, bizim de doğayla ilgili yaptığımız tercihlerin bizi nereye taşıdığını ve taşıyacağını gösteren bir edebiyata her zamankinden çok ihtiyacımız var.
Siz de bu düşünceyi paylaşıyorsanız o zaman mutlaka Ahmet Büke’nin ‘Deli İbram Divanı’nı okumalısınız. Deli İbram Divanı, 2022’de en beğendiğim Türkçe romandı. 2022 Vedat Türkali Roman Ödülünü de alan bu müthiş kitap, 1950’lerde geçiyor. Kapitalist düzenle doğa sömürüsünün nasıl el ele gittiğini, yunuslar ve dalyan balıkçılığı üzerinden aktarıyor. Akbelen ve benzerleri ise edebiyatta ele alınmayı bekliyor.
John G. Reinhardt, İri Boynuzlu Kara Geyik Anlatıyor
Tommy Orange, O Yer O Yer
Louise Erdrich, Gece Bekçisi ve Yuvarlak Ev
Selim İleri, Her Gece Bodrum
Ahmet Büke, Deli İbram Divanı
1 Aralık 2024 - Rıdvan Hatun’dan Billur Örüntüler: Olgun bir ilk kitap
24 Kasım 2024 - Ünlü romancı Cormac McCarthy’nin ilham perisi 47 yıl sonra ortaya çıktı
17 Kasım 2024 - Booker’ın son kazananı Orbital tam da COP 29’a denk geldi!
10 Kasım 2024 - Her şeyin sorumlusu: Çocuksuz kedi kadınlar!