Blinken Mısır’da Sisi’yle görüştü: İsrail’le çalışan bir Filistin devleti İran’ı saf dışı bırakabilir
İran'da zehirlenme vakalarında Uluslararası Af Örgütü'nün bildirdiği sayı 13 bin. Son 6 haftada sayılar böylesine artış gösterirken ve ülkenin neredeyse her yerinde saldırılar gerçekleşirken rejimin somut adımlar atmamasına veliler başta olmak üzere pek çok İranlı tepkili.
Yazı, İranlı bir öğrencinin katkılarıyla hazırlanmıştır. Güvenliğini tehlikeye atmamak için adı paylaşılmamıştır.
‘Ahlak polisi’ tarafından ‘başörtüsünü uygun şekilde takmadığı’ gerekçesiyle gözaltına alınan Mahsa Amini’nin polis gözetimi alındayken hayatını kaybetmesinin üzerinden neredeyse yedi ay, kız öğrencilerin sistematik olarak kimyasal gaz saldırılarına uğramasının üzerinden ise altı hafta geçti.
İnsan Hakları Örgütü’nün (IHR) son paylaştığı bilgilere göre Mahsa Amini için başlatılan protestolarda şimdiye kadar en az 537 kişi hayatını kaybetti, 22 binden fazla kişi tutuklandı. Hayatta kalmayı başaranların bir kısmı da hayatlarının sonlarına kadar taşıyacakları yaralarla baş başa kaldı. Mahsa protestolarının şiddeti azalır gibi olsa da kadınlar özgürlüklerine vurulan zincire karşı tepkilerini göstermek üzere kamu alanlarında başörtüsü yasasına karşı gelmeye devam etti ve ediyor da.
Başörtüsünü takmayı reddeden bu kadınlar rejim duvarına tosluyor. Kimliklerinin fişlenmesinden tutun da sosyal hizmetlerden yararlanamamaya, üniversiteden uzaklaştırmaya, kendilerine hizmet veren mağazaların mühürlenmesine ve hatta kameralarla tespit edilip yaptırımlara uğramaya kadar çetrefilli bir duvardan bahsediyoruz. Bunun son somut örneklerinden biri nisan başlarında sırf saçları açık diye yoğurtlu saldırıya uğrayan, bu da yetmezmiş gibi saldırganlarıyla birlikte gözaltına alınan iki kadın.
Ancak şu anda kadınlara yönelik en şiddetli saldırılar ilkokullara ve liselere yönelik zehirli gaz saldırıları. Öyle ki bu saldırılar dolayısıyla şimdiye kadar 13 bin kız öğrencinin zehirlenerek hastaneye müracaat ettiği gözlemlendi.
Aslında son 6 haftadır daha çok mevzubahis olan kimyasal gaz saldırılarının ilki, Kum kentinde 18 kız öğrencinin zehirlendiği 30 Kasım 2022 tarihinde meydana geldi. Yetkililer bunun sıradan bir zehirlenme vakası olduğunu öne sürse de sadece iki hafta sonra 13 Aralık 2022’de yine aynı okulda 51 öğrenci zehirlendi. Son durum ise 31 ilden en az 28’inde 13 binden fazla öğrencinin zehirlenmesi.
Hastaneye müracaat eden öğrencilerin saldırıya ilişkin aktarımları ise şöyle: Önce okula bir gaz bombası atılıyor. Ardından alışılmadık bir gaz kokusu alıyorlar ve bunun akabinde kısa süreli nefes darlığı, bacaklarda uyuşma, ağrı ve yürüme güçlüğü baş gösteriyor. Bu kokuların mandalina ya da çürümüş balık kokusuna benzediğini söyleyen tanık ifadeleri olsa da spesifik bir kokudan bahsetmek mümkün değil.
Zehirlenme vakalarında uzman İranlı bir doktor ilk vakaların görüldüğü dönemde kullanılan kimyasal maddelerin organofosfatlar olduğunu söylemişti. Bu kimyasal bileşik, sinir sistemi üzerinde etkili oluyor. Organofosfatlarda daha çok tarım alanında çalışan insanlar zehirlenir. Dolayısıyla o dönem bu açıklamayı yapan doktor şaşkınlığını dile getirmekten de kaçınmamıştı.
Etlerinden tırnaklarından artırdıklarıyla okula gönderdikleri ve bir meslek sahibi olup kendi ayakları üzerinde durabilsinler diye okula gönderdikleri kızlarının aslında en güvende olmaları gereken yerde böyle saldırılara uğrayarak hastanelere kaldırılması doğal olarak aileleri öfkelendirdi. Hükümetin bu konuda aksiyon almaktaki yavaş tavrı ise öfkeleri iyice zirveye çıkardı.
Aileler tepkilerini göstermek için illerindeki eğitim müdürlükleri önünde protestolar düzenlemeye başladı. İsfahan’da 11 Nisan’da meydana gelen zehirli gaz saldırılarının akabindeki cumartesi günü çok sayıda velinin, ‘Çocuk katili hükümet istemiyoruz’ ve ‘Bunca yıllık zulüm, bu yönetime ölüm’ gibi sloganlar atması da aslında öfkelerinin geldiği noktayı çok net bir şekilde gösteriyor.
Ancak bu duruma tepkili olanlar sadece veliler değil. Öğretmenler Derneği, saldırıları ‘biyolojik terör saldırısı’ olarak değerlendiren ve şiddetle kınayan açıklamalar yayımladı. İran Öğrenci Hareketi de zehirli gaz saldırılarından hükümeti sorumlu tutarak, tüm öğrencileri tek bir çatı altında toplanarak kendilerine karşı yapılan saldırıya karşılık vermeye çağırdı ve yayımladıkları bildiride, “Rejimin suçlarına karşı bugün sessiz kalmak demek, bu suçların ağırlaşması ve devam etmesine yeşil ışık yakmak demektir. Bugün okulda yaşanan, yarın evde ve sokakta yaşanır” ifadelerine yer verdi.
Tüm bunlar olurken hükümet ne yapıyor diye soracak olursanız, 3 Nisan’da istifa eden eski Eğitim Bakanı Yusef Nuri olaylar ilk patlak verdiğinde bu saldırıları birer ‘söylenti’ olarak ele almış ve öğrencilerin başka hastalıkları olabileceğini söyleyerek çok ciddiye almadığını göstermişti. Zira bu açıklamaların yanı sıra o dönem öğrencilerin ‘psikolojik olarak zehirlenmiş gibi hissedebileceği’ konusu gündeme gelmişti. Ancak sonradan 28 ilde birden vakalar artış gösterince takdir edersiniz ki hükümetin konuya dair tutumu da değişiklik gösterdi.
Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi 1 Mart’ta İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi, İstihbarat Bakanı İsmail Hatib ile Sağlık Bakanı Behram Aynullahi’yi zehirlenme vakalarının kaynağını araştırması için görevlendirdi. Hamaney ise son açıklamalarında zehir saldırılarını ‘affedilemez bir suç’ olarak nitelendirerek, faillerin en ağır cezalara çarptırılması çağrısında bulundu.
Bu bağlamda Nevruz’dan kısa bir zaman önce yaklaşık 100 kişinin gözaltına alındığı bildirildi. Ancak bu da İranlıların hükümete karşı duyduğu şüpheyi dindirmeye yetmedi. Keza Nevruz’dan sonra okulların açılmasıyla saldırılar tekrardan baş gösterdi. Hatta bu seferkiler daha şiddetliydi. Biri erkek olmak üzere en az iki öğrenci gaz saldırılarında hayatını kaybetti.
Halkın tek şüphesi de bundan kaynaklanmıyor üstelik. 2020’de Ukrayna’ya ait bir yolcu uçağının düşürüldüğü ve 176 kişinin hayatını kaybettiği olayda İran başta sorumluluk almayı reddetmiş ve buna inanmayan pek çok İranlı sokaklara dökülerek rejimi sorumluluk almaya davet etmişti. Ardından sorumluluk almayı kabul eden rejim, 3 yıl sürecek bu davayı, 10 askeri cezalandırarak ve düşüşten sorumlu komutana 176 kişinin canına karşılık 13 yıl hapis cezası vererek sonlandırdı. Bu da aslında halkın hükümete duyduğu güvenin ne kadar az olduğunu gösteriyor.
Rejim bunların yanı sıra Ali Pourtabatabei adındaki bir gazeteciyi, okulları hedef alan zehir saldırılarını haberleştirdiği için Kum kentinde gözaltına aldı. Bu da hem hükümetin artan baskısını hem de gazetecileri olayı araştırmaktan korkutmaya çalıştığını gözler önüne seriyor. Böyle bir durumda da halkın hükümete güveni iyice tuzla buz oluyor.
Bu zehirlenme vakalarıyla ilgili olarak yetkililer, ‘başta kız okulları olmak üzere tüm okulların kapatılmasını isteyen radikal grupları’ suçluyor. Ancak hükümetin isim vermeden hedef gösterdiği bu gruplardan kimyasal gaz saldırılarını üstlenen henüz çıkmadı.
13 bin genci zehirleyecek ve hatta en az iki öğrencinin ölümüne sebep olacak kadar sistematik bir şekilde hareket eden bir grubun saldırıları üstlenmemesi de doğal olarak tuhaf karşılanıyor. Ayrıca İran’da İslam Devrimi’nden sonra dahi şimdiye kadar kadınların eğitim haklarına yönelik böyle bir örgütlü bir eylem gerçekleştirilmemişti. Karma eğitim ve kıyafet yasağına rağmen kadınlar şimdiye kadar eğitim haklarından faydalanabildi.
Biraz önce de dediğimiz gibi bu kadar sistematik ve örgütlü bir şekilde ülkenin neredeyse her yerinde gerçekleştirilen bu saldırılarda rejimin failleri yakalayamaması için ya zaten müdahale etmek istemiyor olması ya da gerçekten beceriksiz olması gerekiyor. En azından halkın bir kısmı böyle düşünüyor diyebiliriz.
Öte yandan rejim yeni bir adım atarak 14 yaşındaki Erfaneh Honar, 16 yaşındaki Setayeş Amiri ve Setayeş Darug adlı üç kız öğrenciyi tutukladı. Kızlara yöneltilen suçlamalar belirsiz. Ancak Şiraz’daki okullarda yaşanan zehirlenmelerle ilgili tutuklandıkları biliniyor. Aileleriyle telefonla ya da yüz yüze görüşmeleri de yasak. Hükümetin zehirlenmelerden öğrencileri sorumlu tuttuğu tek örnek bu değil.
Daha önce Genel Silahlı Kuvvetlerin muhafızlığını ve güvenlik yardımcılığını yapmış olan güvenlik ve emniyetten sorumlu bakan yardımcısı Seyyid Mecid Mirahmedi’nin 10 Nisan’da yaptığı açıklamaya göre, meydana gelen zehirlenmeler ‘çok sınırlı sayıda’ ve bazı öğrencilerin sınıfların kapatılmasına yönelik yaptıkları birer ‘şaka’.
Mahsa’nın ölümünün ardından protestolarda başta üniversiteli öğrencilerin adını duysak da çok geçmeden 16-17 yaşlarındaki liseli kızların şüpheli ölümleriyle karşılaştık. Bu noktada anladık ki liseli kızlar da rejime karşı ayaklanmaktan, Hamaney’in fotoğraflarını yakmaktan ve meydanlara dökülerek haklarını aramaktan geri durmuyordu.
Öte yandan öğrencilerin bu çıkışları çok da şaşırtıcı sayılmaz. Zira İslam Devrimi’nden bu yana öğrenciler haklarını aramaktan hiçbir zaman çekinmedi. Mahsa olaylarından önce 2019 yılında Tahran Üniversitesi öğrencileri, üniversiteye yapılan polis baskınına ve bazı öğrencilerin tutuklanmasına karşı protestolar düzenledi. Protesto ateşi çok geçmeden diğer üniversitelere de yayıldı.
Bunun daha önceleri de var tabii. İran’da öğrenci hareketleri zaman zaman durgunlaşsa da hiçbir zaman tam olarak sona ermedi. Yukarıda da daha önce bahsettiğimiz üzere 13 bin öğrenciden sadece ikisinin hayatını kaybetmesi de aslında bu saldırılarla çok ciddi hasarlar bırakılmak istenmediği düşünülüyor. Sanki öğrencilerin örgütlü bir hale gelmemesi ve korku içinde yaşaması amaçlanıyor gibi. Önümüzdeki günlerde ne olacağı bilinmez ancak aileler çocuklarını okutmak için, öğrenciler eğitim haklarını ellerinde tutabilmek için ve öğretmenler de öğrencileriyle güvenli bir şekilde bir araya gelmek için mücadelelerinde devam edecek gibi.