Güney Kore’nin MZ kuşağıyla tanışın: Fazla mesai saatlerine savaş açtılar
Akkök Grubu şirketlerinden Aksa Akrilik, üç ay süren pilot uygulamanın sonunda haftada 4 günlük mesaiyi kalıcı hale getirdi. Şirket, eksik çalışılan gün için diğer günlerde ek mesai uygulaması yapmamış, maaş ve yan haklarda da herhangi bir kesintiye gitmemişti.
Akkök Holding Şirketleri’nden Aksa Akrilik, Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek 1 Ocak-31 Mart arasında deneme sürecini uyguladıkları haftada 4 gün çalışma sistemini bin 450 Aksa çalışanından mesai ücreti almayan 225 çalışanı için kalıcı hale getirdiğini duyurdu.
Şirket, eksik çalışılan gün için diğer günlerde ek mesai uygulaması yapmamış, maaş ve yan haklarda da herhangi bir kesintiye gitmemişti. Haftada 4 gün mesai yapan çalışanlar, yine önceki gibi 08:00- 17:00 saatleri arasında çalışmış, haftada 1 gün de izin kullanmıştı. Aksa haftada 4 gün mesai nedeniyle çalışan sayısında bir artışa gitmedi, var olan norm kadrosuyla süreci yönetti.
Uygulama, şirkete bağlılığı artırdı
Pilot uygulamanın sonuçlarını paylaşan Aksa Akrilik Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdürü Cengiz Taş, “Uygulamayla birlikte, performansı tamamen iş sonuçları ve hedeflere göre ölçerek, çalışana işi üzerinde daha fazla sorumluluk veren bir modele geçmiştik. Uygulama kapsamındaki çalışanlarımızın geri bildirim anketi sonuçlarının bulguları arasında, haftada 4 gün çalışıldığında iş terminlerinde ve toplantı vb. katılımlarında bir aksama yaşanmadığı, sürecin çalışma verimliliğini yükselttiği, iş yaşam dengesini olumlu etkilediği, şirkete bağlılığı ve motivasyonu artırdığı gibi çıktılar yer aldı” diye konuştu.
Pilot uygulamanın organizasyonel yedeklemeye de katkı sağladığını belirten Taş, çalışılmayan gün içinde gelişebilecek durumlar için çalışanların diğer ekip arkadaşlarıyla iş takibi konusunda daha fazla etkileşimde olduğunu, bunun da ekip içi iş birliğini artırdığını kaydetti.
Şirket, üç ay süren uygulamanın sonuçlarını da paylaştı. Uygulama kapsamına giren 223 çalışandan 193’ünün katıldığı anketin sonuçlarına göre, çalışanların yüze 93’ü uygulamanın motivasyonunu artırdığını ve uygulamanın devamının da motivasyon açısından olumlu olacağını, yüzde 97’si uygulamaya dahil olduğunda işlerini termininde teslim edebildiğini ve bölüm içi işlerin de aksamadığını, yüzde 94’ü uygulamanın iş yaşam dengesini olumlu etkilediğini belirtti.
Haftada 4 gün mesai uygulamasının başlamasının ardından Aksa Akrilik’e yapılan nitelikli iş başvuruları yüzde 100 artış gösterdi. Aksa Akrilik’in iyi yetenekleri çekme potansiyeli ciddi ölçüde artarken, özellikle genç yeteneklerin şirkete iş başvurularında da kayda değer artış gözlendi.
Diğer taraftan, Aksa Akrilik sosyal medya hesaplarından paylaşılan içeriklerin görüntülenmelerinde ve Aksa Akrilik ile ilgili paylaşımlarda ilgili dönemde geçmiş döneme göre büyük artış kaydedildi. Aksa Akrilik’te haftada 4 gün mesai uygulamasına geçilmesi, Twitter’da uzun süre trend topic olarak yer buldu.
Tüm dünyada haftada 5 gün olan mesai anlayışından uzaklaşmak isteyen şirketlerin sayısı artıyor. Son olarak Belçika, İzlanda, İsveç ve Almanya’da kısmen uygulanmaya başlanan 4 gün mesai İngiltere’de denenmeye başlanmıştı. İngiltere’de pilot uygulamaya katılan 61 şirketten 56’sı 4 gün mesaiyi kalıcı hale getirmişti.
Harvard Business Review (HBR) dergisinde yayınlanan bin makaleye göre, 1980’lerde Apple Computer’da ilk Macintosh bilgisayarların anakartlarını tasarlayan ABD’li mühendis Burrell Smith’in üzerinde “90 hours a week and loving it!” (Haftada 90 saat çalışıyorum ve buna bayılıyorum!) yazan sweatshirt’ü, ilhamını Steve Jobs’un o dönem belki biraz da abartıyla sarf ettiği sözlerden alıyordu. Jobs, yakın zamanda basına Macintosh ekibinin “haftada 90 saat çalıştığını” söylemişti; ekip, üzerinde çalıştığı yazılımı 1984 Ocak’ına kadar tamamlamak için uğraşıyordu.
Geçmişte haftada 90 saat çalışılarak geliştirilen teknolojiler olmasaydı, bugün uzaktan çalışma gibi yeni modellerin mümkün olamayacağı kesin. Yine de uluslararası inisiyatifler tarafından pilot uygulamalarla pek çok ülkede hayata geçirilen ve olumlu çıktılar sunan kısa çalışma haftası ya da hibrit çalışmanın norm halini aldığı günümüz iş hayatında haftada 90 saat çalışmakla övünen birine rastlamak daha zor olabilir.
Başta gelişmiş ülkeler olmak üzere dünyanın pek çok yerinde on yıllardır kısalmaya devam eden çalışma süreleri kapsamlı araştırmalara konu oluyor. Pandemi, tedarik zinciri krizi, Rusya-Ukrayna savaşı gibi küresel olguların da etkisiyle derinden dönüşen iş yapma ve çalışma biçimleri, insanların nasıl ve ne kadar çalıştığına dair dengeleri de yeniden belirliyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) geçtiğimiz ay yayımladığı Working Time and Work-Life Balance Around the World (Dünya Genelinde Çalışma Süresi ve İş-Özel Yaşam Uyumu) raporu da iş yapılan saat sayılarına, işe dair düzenlemelere ve bunların iş-özel yaşam üzerindeki etkilerine odaklanıyor.
Araştırmada bugün gerçekleşen pek çok iş piyasası reformunun ve değerlendirmesinin temelinde çalışma süreleriyle alakalı konuların yattığı vurgulanıyor. Çalışma süreleri ile iş organizasyonu ve dinlenme sürelerinin çalışanların fiziksel-mental sağlıkları, kazançları, iş güvenlikleri ve refahları; işletmelerin ise performansları, verimlilikleri ve rekabet edebilirlikleri üzerinde önemli etkilerinin olduğu belirtiliyor.
Dünya genelinde çalışma sürelerinin dününe ve bugününe bakıldığında, başta ABD, Avustralya, UK, Almanya ve İsveç gibi gelişmiş ülkeler olmak üzere kişi başı yıllık çalışma sürelerinde 1800’lerin sonundan 1940’lara kadar dramatik bir aşağı yönlü trend görülüyor. Öyle ki bu ülkelerde 1870’lerde genelde 3 bin saati aşan yıllık çalışma süreleri 2017’ye gelindiğinde 2 bin saatin altına iniyor. Öte yandan, Kore Cumhuriyeti örneğinde ise sanayileşmenin etkisiyle çalışma saatlerinin özellikle 1970’lerden 1980’lerin ortasına kadar daha da artarak yılda 3 bin saati bulduğuna işaret ediliyor.
Raporda çalışma sürelerinin klasik göstergesi olarak haftada ortalama kaç saat çalışıldığı baz alınıyor. Buna göre Covid-19 pandemisi öncesine kadar dünya genelindeki maaşlı işlerde çalışma saatleri ortalamasının yaklaşık 43,9 saat olduğu belirtiliyor. Raporda karşılaştırılan haftalık çalışma sürelerinde Güney Asya 49 saat ve Doğu Asya 48,8 saat ile açık ara öndeyken, Güney ve Batı Avrupa’da bu sürelerin 37,2 saate kadar düştüğü görülüyor. Cinsiyet perspektifinden bakıldığında ise erkeklerin haftada ortalama 46,2 saat, kadınların ise 40,5 saat çalıştığının, fakat çalışma sürelerindeki bu farkta, kadınların hanehalkının ve hanenin bakımına erkeklere kıyasla çok daha fazla zaman ayırmasının hesaba katılmadığının altı çiziliyor. Sektörel bazda dünya genelinde hem kadınların (46 saat) hem de erkeklerin (51,3 saat) en fazla çalıştığı sektör toptan ve perakende ticaretken, en kısa süre tarım alanında çalışıldığı belirtiliyor (kadınlarda 32,7 saat, erkeklerde 41 saat). Tüm bu veriler ışığında, günümüzde çalışma sürelerine ve bununla alakalı değerlendirmelere dair en çarpıcı verilerden birinin çalışma saatleri dağılımındaki genel eşitsizlik olduğu söylenebilir.
Türkiye’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı ile ILO’nun birlikte hazırladığı 50 Soruda İş Kanunu’nda Çalışma Süreleri El Kitabı’na göre, Türkiye’de haftalık çalışma süresi en fazla 45 saat, günlük çalışma süresi ise en fazla 11 saat olabiliyor. Öte yandan OECD’nin 2020’de yayımladığı Yıllık Çalışma Saatinin Türkiye ve OECD Ülkeleri için Yıllara Göre Kıyaslaması’ndaki veriler, dünya genelinde çalışma süreleri istikrarla azalırken Türkiye’nin 45,6 saatlik haftalık ortalama çalışma süresi ile 34 ülke arasında ikinci sırada bulunduğuna, işgücündekilerin yüzde 15’inin de haftada 60 saatten fazla çalıştığına işaret ediyordu.
Oysa işyerinde geçirilen sürenin uzunluğuyla operasyonel verimlilik ve çalışan bağlılığı gibi ölçütler ters orantılı olabiliyor. Kitle fonlama şirketi Kickstarter’ın baş strateji sorumlusu Jon Leland’a göre, 4 Day Week Pilot Programı’nı Eylül ayında tamamlayan ve 100 kadar çalışanını kalıcı olarak dört günlük çalışma sistemine geçirdiğini duyuran şirket, çalışan bağlılığında bu zamana kadarki en yüksek orana ulaştı. Leland ayrıca yeteneği elde tutmada iyileştiklerini ve hem daha hızlı hem de daha kolay işe alım yaptıklarını, bunların da genel verimlilikte en etkili faktörler olabileceğini belirtiyor.
Öte yandan, işyerinde geçirilen zamanın kısıtlı bir bölümünün tamamen çalışmaya ayrıldığını gösteren çalışmalar da mevcut. İngiltere’de vouchercloud.com’un çalışan verimliliği konulu anketine katılan yaklaşık 2 bin çalışanın yüzde 79’u, çalışma gününün tamamında kendilerini verimli bulup bulmadıkları sorusuna “Hayır” cevabını verdi. Çalışanlar dikkatleri dağıldığında
Sosyal medyada vakit geçirmek – %47 (44 dakika)
Haber sitelerine bakmak – %45 (1 saat 5 dakika)
Çalışma arkadaşlarıyla iş dışı aktiviteler hakkında konuşmak – %38 (40 dakika)
Sıcak içecek hazırlamak – %31 (17 dakika)
Sigara molası vermek – %28 (23 dakika)
Mesajlaşmak – %27 (14 dakika)
Atıştırmak – %25 (8 dakika)
Ofiste yemek hazırlamak – %24 (7 dakika)
Arkadaşlarla/partnerle telefon görüşmesi yapmak – %24 (18 dakika)
Yeni iş aramak – %19 (26 dakika)
Farklı kurumlarca gerçekleştirilen tüm bu araştırmalar gösteriyor ki dünya genelinde çalışma süreleri çeşitli sebeplerle yıllardır kısalıyor. ILO’nun 1930’da belirlediği ve bugün hâlâ geçerli olan maksimum haftalık çalışma süresi 48 saat. Elbette bu üst sınırın belirlendiği dönemde işgücünün büyük ölçüde erkeklerden oluştuğunu da göz ardı etmemeli; bugün Avustralya gibi gelişmiş ekonomilerde çalışabilecek durumda olan kadınların üçte ikisi işgücünde bulunuyor.
Peki, çalışma konusunda ideal bir süreden bahsedilebilir mi? Son dönemde her zaman olduğundan daha fazla vurgulanan iş-özel yaşam dengesi ve hem çalışan hem de işveren tarafındaki verimlilik konuları burada da belirleyici motivasyonlar olarak öne çıkıyor. Dünya Mutluluk Raporu’na göre dünyanın en mutlu ülkelerinden biri olan Danimarka’da maksimum haftalık çalışma süresi 37 saat. Australian National University’nin 2017’de yayımlanan bir araştırmasında ise ideal çalışma haftasının 39 saat olması gerektiği belirtiliyor. Dolayısıyla 100 yılı aşkın zamanı kapsayan verilerin ve bugünkü paradigmaların işaret ettiklerine bakarak, çalışma sürelerinin önümüzdeki on yıllarda kısalmaya devam edebileceğini düşünmek mümkün.