Bak şu işe… Arda Güler, Maradona’dan pahalı!
Ekonomist Akın Rota 'enflasyon muhasebesi'ne geçişe tepki gösteren iş dünyasını eleştirerek 'Lehlerine olan bir uygulamayı neden eleştirirler anlamadım. Çoğunun durumu enflasyonun yükünü yıllardır çeken ücretli ve emeklilerden çok daha iyi' dedi.
Son günlerde işletmeleri enflasyonun yıkıcı etkilerinden korumak için uygulamaya konulan “enflasyon muhasebesi”ne tepki gösteren iş dünyası temsilcileri ve örgütlerinin sayısı giderek artıyor. Çoğunun itiraz nedeni henüz işletmeye geçmemiş sabit kıymetlerden de vergi alınacak olması. Ekonomist Akın Rota ise enflasyon muhasebesine tepki gösteren iş dünyası örgütlerini X hesabından yaptığı paylaşımda eleştirerek “Lehlerine olan bir uygulamayı neden eleştiriyorlar anlamadım” diyerek, şu görüşleri dile getirdi:
“Enflasyon düzeltmesinde stoklar değerlenir ama satılan malın maliyeti (SMM) de değerlenir. Stok artışı geliri artırırken, SMM artışı da gideri artırır. Gelir ve gider arasındaki oran yaklaşık olarak stok devir hızı kadardır: Ortalama stok süresi 90 gün ise gider artışı gelir artışının 4 katıdır. Kısaca Enflasyon düzeltmesi kârı dolayısıyla vergiyi azaltır. Eh, fiktif stok varsa da zaten onun kârı tahsil edilmiştir, nette zarar olmaz. Enflasyon düzeltmesi özkaynağın vergilendirmesini önler, faiz adı altında kredi anapara ödemelerinin gider yazılmasını önler, SMM’deki enflasyon kârının vergilendirilmesini önler. Tamamiyle kurumsal şirketlerin lehine bir uygulamadır. Düşük özkaynaklı, yüksek borçlu, yüksek stoklu, fiktif işlemli şirketlerin düzenlerini bozar. Sistemden geçinmelerinin önüne geçer. Meslek gruplarının çoğunluğun temsilcisi gibi davranmamaları hakikaten garip.”
İş dünyasının her platforma dile getirdiği eleştiriler sonucunda uygulamanın ertelenmesinin çok da şaşırtıcı olmayacağına dikkat çeken Rota, “Bu söylemleri duydukça sanırsınız ki ülkemizde değişik bir muhasebe sistemi var ve bilançolarda sadece varlık tarafı bulunmakta, borçtan ve özkaynaktan söz eden yok. Koparılan yaygaraya bakınca sanki Türkiye bir yatırım hamlesinin ortasında aniden haksız bir vergi ile karşı karşıya kalmış sanırsınız” dedi.
Şirketlerin itirazlarının muhtemel nedeninin geçmiş yıllarda enflasyon ile alınmış vergi avansının iadesinin yapılmak istenmemesi olduğunu vurgulayan Rota, “Ancak mevcut durumları yine de enflasyonun yükünü yıllardır çeken ücretli ve emeklilerden çok daha iyidir. En azından yeni bir vergiden ziyade yıllardır enflasyon sayesinde tahsil ettiklerinin iadesi söz konusudur. Çok da endişe etmelerine gerek yok, iktidar ve muhalefeti bu konuda bir araya getirebilen lobileriyle onu da önce erteletip sonra iptal ettirecek güce sahiptirler” yorumunu yaptı. Akın Rota, blogunda kaleme aldığı “Kimin için enflasyon düzeltmesi” başlıklı yazıda konuyu şöyle analiz etti:
“İş dünyamızda enflasyon muhasebesi uygulamasına karşı kuvvetli bir direnç var. Enflasyon düzeltmesinin (ED) haksız bir vergi doğurduğunu odalar, dernekler vb. tüm baskı unsurları ile her türlü platformda dile getiriyorlar. 2023 yılının sonunda bilançolarda ED yapıldı ama bu düzeltmeden kaynaklanan kâr ve zararlar vergi hesaplamasına katılmadı. Vergi uygulaması 2024 yılının ilk 3 ay sonuçlarına bırakıldı. Ancak gelen talep ve baskılar sonucunda uygulama bu kez ikinci 3 aylık döneme ertelendi. Şimdi bunun da ertelenip sene sonuna bırakılması için yoğun bir kampanya başlatıldı. Türk iş hayatında biraz tecrübeliyseniz bu uygulamanın sene sonunda iptalinin gündeme getirileceğini ve muhtemelen de istenilenin elde edileceğini bilirsiniz.
İş dünyasının sesi yüksek çıkan belirli bir kesimi neden ED’ye karşı çıkıyor? Genelde savlar şu şekilde sıralanabilir:
– Sabit kıymetlerimiz değerleniyor, işletmeye nakit girmeyen kârın vergisi isteniyor.
– Stoklarımız değerleniyor, satılmamış malların vergisi isteniyor.
– Yatırım döneminde olup henüz işletmeye geçmemiş sabit kıymetlerimizden vergi alınıyor.
Bu söylemleri duydukça sanırsınız ki ülkemizde değişik bir muhasebe sistemi var ve bilançolarda sadece varlık tarafı bulunmakta, borçtan ve özkaynaktan söz eden yok. Koparılan yaygaraya bakınca sanki Türkiye bir yatırım hamlesinin ortasında aniden haksız bir vergi ile karşı karşıya kalmış sanırsınız.
Öncelikle ED nedir kısaca bir bakmakta yarar var. ED’de temel olarak 3 kalem enflasyon değerlemesine tabii tutulur: Stoklar, sabit kıymetler ve Özkaynaklar. Bunlara parasal olmayan kalemler denir ve stoklar ve sabit kıymetler varlık (aktif), özkaynaklar ise kaynak (pasif) tarafındadır. Her bir kalem alındığı tarihten güncel tarihe kadar enflasyon farkı kadar değeri artırılır. Basit bir örnek ile ilerlenirse; bir sabit varlık 2 sene önce 1.000 TL bedelle alınmış ve o tarihten bugüne ilk sene %50 enflasyon, ikinci sene %40 enflasyon neticesinde iki senelik toplam enflasyon %110 olmuş (1,50*1,40) ise ED sonucu değeri 2.100 TL olacaktır. Artan 1.100 TL değer ‘parasal kazanç’ olarak gelir kaydedilir. İtirazlar burada kaynaklanıyor, görüldüğü gibi şirket hiçbir faaliyette bulunmadan, hiçbir nakit üretmeden 1.100 TL kar etti denip vergi isteniyor. Bu açıdan bakınca evin rayiç değeri arttı diye fazla emlak vergisi almaya benziyor!
Ancak madalyonun öbür yüzü nedense kimse tarafında dile getirilmiyor. Özkaynaklar da aynı şekilde değerleniyor ve bu sefer özkaynak değerlemesi ‘parasal kayıp’ olarak gider yazılıyor. Yukarıdaki örneğimize dönersek sabit varlık alımının 1.000 TL özkaynak ile yapıldığı durumda bu sefer özkaynaklar 2.100 TL’ye değerlenip 1.100 TL ‘parasal kayıp’ ortaya çıkacaktır. Bu örnekte parasal kayıp ve kazançlar birbirini götüreceğinden herhangi bir vergi çıkmayacaktır!
Buna karşı getirilen savunma ise Türkiye’de şirketlerin özkaynaklarının çok düşük olduğu ve yatırımların daha ziyade borçla finanse edildiği şeklinde. Bu kesinlikle doğru. Zaten şirketlerin düşük özkaynak/yüksek borçluluk ile finanse edilmesini devletimiz özellikle teşvik eder. Devletimiz adeta ‘Yarattığım/yaratacağım yüksek enflasyon ile özkaynaklarınızdan vergi alıp onu eriteceğim, aklı olan boğazına kadar borçlanır, anapara ödemelerini gider yazar’ diye haykırır. İş insanları da bu duruma en uygun şekilde hareket etmek için herkesten önce davranırlar.
Bir örnek ile enflasyonun özkaynakları nasıl erittiğini ve borçlanmayı nasıl teşvik ettiğini özetleyelim: A şirketi sene başında özkaynakları ile 1.000 TL mal alırken, B şirketi aynı malı tamamen kredi ile almıştır. Her ikisi de sene sonunda yüzde 50 enflasyon neticesinde mallarını biraz kâr ile 1.600 TL’ye satmışlardır. A şirketi 600 TL kâr etmiş ve bunun sonucunda 150 TL vergi ödemiştir. Yalnız elinde kalan 1.450 TL ile artık fiyatı 1.500 TL olan malı tekrar alacak parası yoktur. B şirketi ise yine 600 TL kazanmıştır ama 500 TL faiz ödeyip matrahtan düştüğünden 100 TL kâr üstünden 25 TL vergi ödemiştir. 1.500 TL’ye yeni malı alır üstüne 75 TL de parası kalır. 2020-2023 arasındaki kısa hafızamızı biraz kurcalarsak alınan kredinin faizinin enflasyonun oldukça altında (%10-20 gibi) kaldığı ve bankaların kredi vermek zorunda bırakıldıkları bir durumda kim B şirketinin hissedarı olmak istemez ki?
Ancak borç faizinin vergiden indirilmesi (aslında doğru terim vergi matrahından indirilmesidir ama günlük konuşmada böyle geçer) aslında faiz adı altında anapara ödemesinin de vergiden düşülmesi demektir. Yine yukarıdaki 1.000 TL’lik sabit kıymetin 1.000 TL kredi ile alındığını ve sadece enflasyon kadar 2 senede 1.100 TL faiz ödendiğini düşünelim. Eğer faaliyet kârı yapmış ise düşük vergi ödeyecektir, faaliyet kârı yoksa vergi alacağını gelecek yıllardaki karından düşecektir. Kısaca bu şirketin 1.100 TL tutarında vergi alacağı oluşmuştur. Kredi borcu hala 1.000 TL’dir veya 2 sene önceki satın alma gücüne göre bu reel olarak artık sadece 476 TL’dir (1.000/2.1). Bu şirket sadece faizi ödeyip, hiç anapara ödememiştir yine de borcu reel olarak 476 TL’ye düşmüştür. Ödenmiş 524 TL anaparanın tamamı da vergi matrahından bir güzel düşülmüştür. Yüksek enflasyon sayesinde yatırımının anaparasının neredeyse tamamı faiz gideri olarak vergi matrahından düşülebilir ve böylece devlet, verdiği diğer yatırım teşviklerinin yanısıra, yatırıma yüksek enflasyon ile kurumlar vergisi oranında (şu anda %25) ayrıca teşvik vermiş oluyor
Görüldüğü gibi düşük özkaynaklı/yüksek borçlu şirketler yüksek enflasyon ortamında aslında peşinen vergi alacaklısı duruma geçmişlerdir. Şimdi ED için itirazları aslen aldıkları avansı iade etmek istememelerinden kaynaklanmaktadır.
Yine de öne sürülen savlardan haklı olunan tek durum henüz işletmeye geçmemiş ve kredi faizleri aktifleştirilen (= faizin gidere yazılmayıp, varlığın değeri üstüne konması) ve amortisman ayrılamayan sabit varlıkların durumudur. Bu faizler zaten gider yazılmayıp aktifleştirildiği için sadece bunlara özgün bir düzenleme yapılabilir.
ED’de üçüncü ama bence en önemli unsur stoklardır. Değerleme neticesi satılmamış stokların vergisinin istendiği söylemi var. Stokların ilişkili olduğu diğer kalem SMM’dir. Teknik detaya girmeden stokların değerlenmesi SMM’nin de artmasına neden olur. ED’de stok değerlemesi ‘parasal kazanç’ yaratırken, SMM artışı da maliyet olarak gideri artırır. SMM artışı parasal kazançtan yaklaşık stok devir hızı kadar fazladır. Örneğin stok devir süresi 90 gün ise (stok devir hızı=4) bu durumda SMM artışı stok değerlemesinden 4 kat fazladır. Kısaca ED sayesinde azaltılan vergi yükü stok değerlemesinden gelecek vergi yükünün 4 mislidir. Öte yandan enflasyon oranı arttıkça SMM artışının toplam SMM içindeki oranı da yükselir. Sadece bu bile ED uygulanması için iş dünyasının ölümüne mücadele etmesi gereken bir neden olmasına rağmen neden muhalefet edildiğini anlamak zordur. Zamanında çeşitli stok afları ve kayıt dışı işlemler neticesinde şişirilmiş fiktif stokları bulunan işletmelerin bu uygulamaya muhalefeti normal karşılanır. Acaba bunlar ülkenin iş aleminde çoğunlukta mı diye de insan kendine sormadan edemiyor!
Şirketlere bu avantajlar varken bazı mali müşavir kuruluşlarının ED’ye muhalefetleri artacak iş yükü kaygısından olsa gerek.
Özkaynakların vergilendirilip eritilmesi, faiz adı altında kredi anapara ödemelerinin vergiden düşülmesi, düşük SMM ile fiktif kârlılıkların oluşması yüksek enflasyonun açtığı en önemli tahribatlar arasındadır. ED bunları önleyen, şirketlerin borç özkaynak oranlarını tekrar dengeye oturmasını sağlayan ve en önemlisi fiktif kârlılıkları önleyen bir düzendir.
Şirketlerin itirazlarının muhtemel nedeni geçmiş yıllarda enflasyon ile alınmış vergi avansının iadesinin yapılmak istenmemesidir. Ancak mevcut durumları yine de enflasyonun yükünü yıllardır çeken ücretli ve emeklilerden çok daha iyidir. En azından yeni bir vergiden ziyade yıllardır enflasyon sayesinde tahsil ettiklerinin iadesi söz konusudur. Çok da endişe etmelerine gerek yok, iktidar ve muhalefeti bu konuda bir araya getirebilen lobileriyle onu da önce erteletip sonra iptal ettirecek güce sahiptirler.”