Jack Daniel’s, köpek oyuncağı markasıyla mahkemelik oldu
İş hayatında herkesin aklından bir dönem kendi işini kurma hayali geçer. Onun için düşünmeye, çalışmaya hatta üretmeye başlamak paha biçilmezdir.
Bizim kuşakta, mezun olunca hangi işe girelim, nerede çalışalım diye aramızda konuşurken önümüzde iki seçenek olurdu. Ya özel bir şirkette alt kademelerden başlayacağımız bir işe başvurmak ya da kamuya ait kurumların açtığı sınavlara girmek ve devlete kapağı atmak.
Benim seçimim netti; (en) sevdiğim markada, sevdiğin işi bul ve orada yürü. Çok da alternatifim yoktu; ne bugünkü gibi girişimcilik ile ekosistemleri ne de yurtdışı iş olanakları. İş kuracak bilgim ve param zaten yoktu. Heyecan ve tutku ise
çoktu. Başka bir opsiyon olmayınca da tüm enerjinizi ve aklınızı işinize veriyorsunuz. Çok opsiyonunuzun olması ve yaptıklarınızdan keyif almanız, sizi iyi hissettiriyor. Bir de arkadaşlarınızdan dinlediğiniz işlere göre daha özgür ve insiyatif aldığınız bir işiniz varsa. Pozisyon ve paradan daha önemlisi işe severek gitmekti. Yaptığım işte alan açılması ve yaptığım işin etki yaratması.
Ama bunları yaparken aferinler, bravolar aldığımı da zannetmeyin. İçten yanmalı çalışırım ben. İyi işler ürettikçe, bir de bunu yap o zaman gibi ek işler ve projeler eklenirdi üstüne. Ben inandıysam üstlerimin bir şey söylemesine gerek yoktur.
Projede birlikte çalıştıklarımdan ya da saha da yaptıklarımızın işe yaradığını duymak bana yeterlidir.
Bugün ise alternatifler çok fazla, sadece biraz dijital okuryazarlık yeterli. O da zaten gençlerde fazlasıyla var. Kurumsal yaşam mı yoksa girişimcilik mi?
Kurumsalda çalışmanın bana göre en büyük üç artısı;
-Disiplin ve planlı çalışmayı öğrenme.
-İnsan ve iş yönetimi konusunda deneyim.
-Sabit gelir ve düzenli tatil (yükseldikçe artma garantili)
Girişimci olmanın en büyük üç artısı ise;
– kararlarını özgürce almak ve kendi işini yönetmek.
-yarattığın iş ve markanın yaratacağı tatmin.
-hayallerini çok genç yaşta gerçekleştirme şansı.
İki seçenek için de daha onlarca madde yazabilirim. Ama bana
göre bu altı madde bile, gelecekle ilgili yön çizmemize yetebilir.
İki opsiyonun eksileri mi?
İkisi opsiyon içinde artı yazdıklarımın tersini düşün. Bu eksiklikleri gidermek çok mu zordur?Size bağlı. Kurumsalda aldıklarınızı ve edindiğiniz deneyimi dışarda almanız mümkün olmaz. Ama çok iyi mentorlarınız ve deneyimli yönetici tanıdıklarınız varsa hızla ve takılmadan ilerlemeniz mümkün.
Genç girişimcilerin en çok takıldıkları konuların başında, işin büyümesi ile birlikte eleman seçimi ve yönetimi oluyor. Bu konuda az da olsa kurumsal deneyim önemli. Özellikle hiç kurumsalda çalışmadan girişim kurduysanız ve kurumsal deneyimi olan birini alacaksanız işiniz daha da zorlaşıyor. Hem girişimci için hem de kurumsaldan ayrılıp kendinden daha genç girişimcilerle çalışmaya gelen ve kurumsalın kurallarına alışmış kişiler için.
Girişimci iseniz, özellikle işin başında düzenli bir geliriniz olmayacağı gibi, pilavcılık sektörü ile iyi geçinmekte fayda var. Tatil ise başlarda hayal gibi. En iyi tatiliniz, yakınlarınızın yazlığı ya da memleketteki eş-dost yanında geçireceğiniz kısa tatiller olabilir. Dostunuzun teknesi değil.
Ya da kurumsalda, düzenli bir geliriniz, rahat bir hayatınız, şirket arabanız, her yıl 21-30 gün izniniz ve Akyaka, Kaş veya Selimiye’de tatil yapacak paranız olabilir.
Ama fikirlerinizi sormayan ya da dinlemeyen yöneticilerinizin olduğu ve kendinizi ait hissetmediğiniz bir ofise, yıllarca her gün gidip gelmeniz gerekebilir.
Amerika’da veya Avrupa’da 100 yıl önce yaratılmış bir markanın, yurtdışında üretilmiş reklam filmlerini veya satış kampanyalarını burada uygulayarak övgüler, primler de
kazanabilirsiniz. Asla kendi yarattığınız marka ya da büyüttüğünüz iş kadar tatmin sağlaması mümkün olmaz.
Gelelim gelir ve kazanç işine, başlarda girişimci için pilav ve tost ile karın doyurma işi, 5-10 yıl içinde iş büyür, global olur arkasından şahane bir exit de gelirse, şampanyalı ve havyarlı iş toplantılarına dönüşebilir. Hatta çocukluğunuzdan beri hayaliniz olan bir meseleyi çözmek için, yeni işinizi ya da vakfınızı bile kurabilirsiniz.
Kurumsalda çalışmakla, girişim kurmak ya da girişimde çalışmak opsiyonları arasında gidip gelenler için bu yazdıklarım. Ya da kurumsalda uzun yıllar çalışıp, sıkışıp, bıkıp ve tükenip ama bir türlü işini kurmaya cesaret edemeyenler için de geçerli. İkisini de ucundan yaşamış biri olarak yaşadıklarım, okuduklarım ve gözlemlerim. Ama ikisi içinde hazırlanın, sorun ve araştırım. Kendinize zaman ve bütçe ayırın. Hazırlanmadan
girilen ve içinize sinmeyen işlerde, başarı şansınız çok olmaz.
Son zamanlarda girişim kuran kadar kurumsaldan ayrılıp, girişimlerde işe başlayan değişik yaş gruplarından insanla da tanışıyorum. Çok zorlananlar olduğu gibi, esnekliği ve özgürlüğü, paraya tercih edenlerde var. Denemeden anlamak mümkün değil. Hep şunu diyorum, olmadı eski işlerinize, kurumsala dönebilirsiniz. Bu opsiyon hep var. Hem de bagajınızda çok kişide olmayan deneyimlerle.
Özellikle üniversitede okuyan gençlerde, girişimlerde çalışmaya başlamak çok yaygınlaştı. Büyük şirketlerde uzun dönem staj yapmak yerine girişim kafasını ve işleyişini anlamak ve hatta daha fazla sorumluluk alabilecekleri girişimlerde çalışma
deneyimini daha çok duymaya başlıyorum. Uzun dönem staj yapanlarında, okul bittikten sonra girişimlere girip daha esnek çalışma ve kararlara daha aktif katılma yönelimi de artıyor.
Bazı gençlerin Linkedin hesaplarındaki, çalıştığı şirket kısmında ‘havalı ve büyük şirket’ ismi meraklarını da şaşırarak görüyorum. Şirketin cirosu ya da çalışan sayısından çok, o şirketin değerlerinin sizin değerlerinizle örtüşmesi daha önemli
değil mi?
Ya da kendi işi ya da kurduğu markayı yazarsa, üniversitedeki ya da sektörde çalıştığı arkadaşların küçümseyeceğini düşünenler var. Oysa tam tersi, iş hayatında herkesin aklından bir dönem kendi işini kurma hayali geçer. Onun için düşünmeye, çalışmaya
hatta üretmeye başlamak paha biçilmezdir.
Hatta kurumsala işe alımlarda, seçim kriteri olarak girişim kurmuş ya da girişim batırmış kriteri getirilmeli.
Gazeteci bir arkadaşımın, Malatya Sümerbank Tekstil Fabrikası’nda ustabaşı olarak çalışan rahmetli dedesinin çocukken ona söylediği cümleyi çok sevmiştim:
‘Bir işte başarılı olmak istiyorsan o işe ya aşık olmalısın ya da muhtaç. İkisinden biri yoksa bir halt olmaz.’
Keşke hep ‘aşk’ olsa.