Sürdürülebilirlik konuşulup dünyanın sorunları ne zaman çözülür?
İnsan hiç tanımadığı insanlara LinkedIn ve Instagram'dan mesaj atıp ben bir podcast serisi yapıyorum, konuğum olur musun der mi? Sonra günlerce kitap, yazı okuyup, konukları hakkında araştırma yapıp, sayfalarca notlar alıp, sorular hazırlar mı?
31 yıl kurumsalda genel müdürlük yaptıktan sonra başka ne var diye düşünüyor insan.
Hepsi bu mu? Yaptım işte, iyisiyle, kötüsüyle tam 31 yıl. Her gün gittim işe, hem de çok severek. Çoğu zaman en erken.
Şehirler, ülkeler, bayiler, maçlar, ajanslar, uçaklar, trenler, oteller, konferanslar.
Bakanlar, başbakanlar, başkanlar ile toplantılar.
Hep daha iyisini yapmak, çalıştığım markaya ve işe fayda yaratmak ve en önemlisi kişisel amaçlarımı gerçekleştirmek için.
Bakanlara fabrika gezdirmekten tutun, Merkel ve Putin’le konferansa katılmaya kadar.
Dünya futbol şampiyonasına finallerinden, olimpiyat açılış törenlerine kadar.
Rus Milli Futbol Takımı oyuncuları ve antrenörü Hiddink ile aynı uçakla maça gitmişliğim, takımla film çekmişliğim, basket takımımız ile şampiyonluktan sonra kupa kaldırıp, kutlamalarda çıldırmışlığımız var.
Basın toplantıları, röportajlar, festival açılışları-kapanışları. Athena’yı Moskova’daki müzik festivalinde çıkarıp, Gökhan ve tüm ekiple beraber öncesinde bar gezmemiz var.
İstanbul’da bir müze ve konser salonu açmak için, dünyadaki müzeleri ve konser salonlarını gezmişliğimiz var.
Yeni bir bira markası çıkarmak için bir gün Mexico City’de, ertesi gün Prag’daki bira tadımlarından, toplantılar için bir gün Millwaukee’de, haftasına Amsterdam, arkasından Londra’ya gitmişliğimiz de.
Eee, başka ne var? Hep aklımda duran. İşte orada bir harekete geçme durumu var. Düşünme, paylaşma ve aydınlanma.
Önce ailemle konuştum, nerdeyse iki yıl sürdü. Eşim hep destek. O da arada gidip geliyor, sen duramazsın diyor. Önce ne yapacağına karar ver diyor.
Araya pandemi giriyor, iş uzuyor. İlkokul arkadaşım Ünal en cesuru, en destekçisi, evet ya yeter artık diyor, başka bir şey yap artık diyor.
Aynı ilkokul, aynı üniversitede okuduk ve o bir gün bile kurumsalda çalışmamış, hep kendi işini yapmış. Kızlarım çok istekli değil ayrılmama, devam et diyorlar.
Zamanı geliyor ve tamam diyorum, kurumsaldan çıkıp yeni heyecanımı aramaya başlıyorum ve ortağım Zeynep Kurmuş’la beraber üzerine on ay çalışıp, Genwise’ı hayata geçiriyoruz.
Bu arada sevdiğim ve amacımı gerçekleştirdiğimi düşündüğüm işlere de devam ediyorum.
İşte o noktada bu sene başında, iki 20’li iki 50’li yaşlarda 4 kişi, 22 Ocak’ta Sapanca’da bir ev kiralayıp 2 gün boyunca hem işimizi, hem kendi geleceğimizi konuşmak için kapanıyoruz. İki genç girişimci arkadaşım, eşim ve ben.
Sapanca’da ilk gün, iki ayrı girişim için planlar ve stratejiler düşünüyor ve üretiyoruz. İkinci gün sıra kendimize geliyor. Kişisel gelecek planlarımızı yapıyoruz. Gençlerden biri “İkigai kullanalım mı?” diyor.
Her birimiz için Japonların keşfi ikigai ile bireysel amaçlarımızı, hedeflerimizi , tutkularımızı çok sade bir yöntemle ortaya çıkaran metodu kullanıyoruz.
Metotlar her zaman çalışıyor, buna çok inanıyorum. İkigai çalışıyor, hızlı bir şekilde yapmak istediklerimiz, iyi yaptıklarımız, dünyaya fayda sağlayacağımız alanları yazıyoruz.
İşte hazır, bana biçilen görev ve benimde çok severek yaptığım ve fayda yarattığıma inandığım, bundan sonra gençlere ve girişimlere daha çok destek ol, deneyimlerini aktar ve onlardan öğren ve işini hızlandır işi.
Kendi yaşıtlarıma ise gençlerin girişimcilik kafasını anlat, koçluk yap, Genwise’da yaptığımız gibi kırk yaş üstündekilere de üretmeye devam et, dünyayı değiştirmek için adımlar at mesajını ve eylemini büyüt rolü çıkıyor.
Bu sonuçları eyleme dönüştürme kısmında ise; bugüne kadar otantik bir liderlik yaptın ve her işte cesur adımlar attın, şimdi bunları büyütme ve yayma zamanı diyor gençler.
Bize yaptığınız ve yol gösterdiğiniz gibi iyi örnekleri bulun ve onlarla konuşun daha çok insana bu sesi duyurun. Mesela bir podcast yapın size benzeyen cesur insanları konuk alıp, ilham olma ve cesaret verme işini daha geniş kitlelere yayın. Hatta Sapanca’da hızımızı alamayıp bir konuk listesi bile hazırlıyoruz.
Kurumsalda çalışırken ayrılmış ve kendi girişimini kurmuş hocalardan mimarlara, dünyanın en büyük teknoloji şirketlerinde çalışırken şarapçılık işine girmiş hem de bunu kırk yaşından sonra yapmış isimlerden oluşan upuzun bir liste.
Sonuç mu?
Dönüşte ben notlarımı önüme koyup günlerce bakıyorum, sayfalarca yazılar yazıyorum.
Ama en kritik an, podcast yapımcı şirketin hiç tanımadığım yöneticisine bir mail atıp, ben şöyle bir podcast yapmak istiyorum, bir kahve içer miyiz diye yazıyorum.
Olur mesajı geliyor.
Bu arada ben yine yerimde duramayıp, Sapanca’da beraber çalıştığımız arkadaşlarla podcastin ismini bir gecede oturup çalışıyor, içime sindikten sonra başka genç tasarımcı arkadaşla görsellerini çalışıyorum.
Kısacası yine bana rahat batıyor ve gençlere ve Japonların ikigai modeline güvenip stüdyoya kayıta giriyorum.
Yıllarca kurumsal şirketlerde büyük pozisyonlarda çalışıp yepyeni bir işe, girişime, hayata yelken açan ve rahatını bozan konuklarla kısa konuşmalar yapıyorum.
Arkamızdan gelecek olanlara ilham vermek ve rahatlarını bozmak için.
İşte çok yakında dinlemeye başlayacağınız “Tuğrul Ağırbaş’la Rahat BATTI” podcast serisi böyle ortaya çıktı.
İnsan hiç tanımadığı insanlara LinkedIn ve Instagram’dan mesaj atıp ben bir podcast serisi yapıyorum, konuğum olur musun der mi?
Sonra günlerce kitap, yazı okuyup, konukları hakkında araştırma yapıp, sayfalarca notlar alıp, sorular hazırlar mı?
Kayıtlar yaklaştıkça heyecandan ne yapacağını bilemez ve ben neden bu işe girdim diye kendine sorar mı?
Ve ilk kayıt için 4 Mayıs’ta Maslak’ta stüdyoya girip, kulaklığı takar mı?
Dinledikçe içine sinip hadi müziğini ve görselini seçelim ve artık başlayalım der mi?
Sizce?