Otogarlar hareketlendi: İstikamet sandık
Kredi kartlarında takibe düşen alacağın haftalık olarak 20 milyar TL'yi geçtiğine dikkat çeken Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz, 'Taksit ve limit sınırlaması ve faiz artışı getirilmesi halinde kart sahipleri borç sarmalına girer' uyarısında bulunuyor.
Son günlerde herkesin dilinde, geliri giderlerine yetmeyen vatandaşların cankurtaranı haline gelen kredi kartlarına seçimden sonra taksit, limit sınırlaması ve faiz artışı gibi önlemler getirileceği var. Zira faizi tüketici kredisinin altında olduğu için kullanımı her geçen gün artan kredi kartları bir yandan tüketimi artırarak enflasyonu körükleyip bu yılki hedefe ulaştırılmasını zorlaştırıyor, diğer yandan da tasarrufları azaltıyor. Ancak kredi kartlarına getirilecek kısıtlamanın vatandaşların bütçelerini zorlayacağı da aşikar. Nitekim İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran “100 bin liraya kadar ihtiyaç kredileriyle 20 bin liraya kadar olan kredi kartı limiti bunun dışında tutulmalı” uyarısında bulundu.
Yazı dizimizin bugünkü konuğu olan İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü Maliye Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz da kredi kartlarında takibe düşen alacak tutarının haftalık olarak 20 milyar TL’yi aştığına dikkat çekerek, sınırlama getirilmesi halinde kart sahiplerinin borç sarmalına gireceği uyarısını yapıyor. Kredi kartı taksitlerine ve limitlerine yapılacak sınırlamanın nakit taşımaya geri dönülmesi anlamına geleceğini de belirten Yılmaz, “200 TL’lik banknotlarla günlük ihtiyaçları karşılamak bile imkansız. Ayrıca unutmamak gerekir ki, kredi kartı ile alışveriş kayıt dışılığı önleyici işleve sahip. Getirilecek bir sınırlama kayıt dışılığı artırır” diyor. Yılmaz, sorularımızı şöyle yanıtladı:
-Seçimin ardından para politikasında bir gevşeme olacağını düşünüyor musunuz?
Mayıs seçimlerinin ardından 2.5 yılı aşkın süre yükselen enflasyona rağmen ısrarla sürdürülen gevşek para politikasına son verildi. Ortodoks politikalara dönüş ile sıkı para politikasına geçildi. Ancak enflasyonla mücadelede tam anlamıyla yol alınamadığı ortada. Enflasyon aylık olarak artmaya devam ediyor, bu yılın haziran ayına kadar da artacak, ardından baz etkisiyle düşüş trendine girecek. Ancak bu döneme kadar sıkılaşan para politikasında geri adım atmadan mevcut duruşu sürdürebilmek önemli. Gevşeme, kısa vadede faiz üzerinden değil ama makro ihtiyati tedbirler üzerinden olabilir. Enflasyonun düşüş trendine girme beklentisi, Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine geçişi açısından önemli bir zamanlama meselesi. Dolayısıyla para politikasında gevşeme olacaksa bu ancak mevcut sıkı duruşun enflasyon dinamikleri üzerindeki olumlu etkisinin görülmesiyle mümkün olmalı, büyüme oranındaki düşüş kaygısıyla ilişkilendirilmemeli. Çünkü değerli TL yabancı sermaye girişinin sürmesini sağlar, bu da büyümeyi olumlu etkiler. O nedenle yeniden gevşek para politikası ve düşük faiz ortamında artan kredi arzı ile büyüme, şu anda sürdürülen para politikasından vazgeçilmesi ve eskiye dönüş anlamına gelir. Böyle bir ortam ekonomi politikasına güvensizliğe, ülke risk priminde yükselişe ve yabancı sermaye çıkışına neden olur.
-Kredi kartlarında taksit azaltıcı ve faizi artırıcı önlemlerin geleceği söyleniyor. Sizce mümkün mü?
Kredi kartı taksit sayısı ve kart limitlerinin düzenlenmesini gündeme taşıyan en önemli faktörler, yüksek enflasyon, enflasyon beklentilerinin çıpalanamaması ve bu nedenle talebin sıkı para politikasına rağmen canlılığını devam ettirmesi. Sıkı para politikası sonucunda kredi kartı gecikme faizleri de yükseldi. İhtiyaç kredilerinin faiz oranlarındaki yükseliş hane halkını kredi kartı kullanımına, taksitlendirmeye yoğun bir şekilde yönlendiriyor. İşletmeler de işletme sermayesi açısından nakit sıkışıklığı içinde, krediye erişim güç ve maliyetli. Tüm bu nedenler kart kullanımının yoğunluğunu, limit artırım taleplerini, nakit çekimi beraberinde getiriyor. Eğer taksitli satışlara bir sınırlama gelirse kart sahipleri bir borç sarmalına girecek. Zaten kredi kartı takip tutarı haftalık 20 milyar TL’yi aşmış durumda. Kredi kartı taksitlerine ve limitlerine yapılacak sınırlama, nakit taşımaya geri dönülmesi anlamına gelir ki, 200 TL’lik banknotlarla günlük ihtiyaçları karşılamak bile imkansız. Ayrıca unutmamak gerekir ki, kredi kartı ile alışveriş kayıt dışılığı önleyici işleve sahip. Getirilecek bir sınırlama kayıt dışılığı artırır. Son olarak bankalar açısından da kredi kartı diğer kredilere göre daha az riskli ve risklerin kontrol ve takibinin daha kolay yapıldığı bir ürün. İhtiyaç ve diğer kredilerin sınırlanmış olduğu ortamda bankalar kredi kartı kullanımıyla krediyi tabana yaymış oluyor.
-Bütçede seçim nedeniyle oluşacak açık sonucunda yeni vergilerin gelmesi mümkün olabilir mi?
Bütçe, kamu hizmetlerinde önceliklerin belirlenerek ve planlanarak kaynakların tahsis edilmesi, kamu hizmetlerinin maliyetinin topluma adil bir şekilde bölüştürülmesi, ekonomik istikrar ve büyümenin sağlanması, devlet faaliyetlerinin yasallığını garantilemesi, ekonomi politikasının dizaynı, siyasi karar alıcıların iktidarının devamı ve halkın taleplerinin yerine getirilmesi gibi çok sayıda işleve sahip. Kaynak tahsisinde önemli bir sorun, mevcut kaynakların bir kamu faaliyeti yerine diğerine tahsis edilmesine hangi “temel”de karar verileceğidir. Çünkü farklı politika hedefleri arasında birbirine rakip olan talepleri uzlaştırma sorunu da oldukça önemlidir. Ancak söz konusu seçim olunca, yukarıda bahsettiğim “temel” seçim oluyor. O nedenle politikacılar etkileyici vaatler sıralayarak seçimlere girmek ve iktidar olmak ya da iktidarı devam ettirmek isterken, bütçeyi popülist amaçlar için kullanabiliyor. Örneğin, emekliliğe hak kazanma şartlarını kolaylaştırabilir, belli gruplara hane halkı transferi gerçekleştirebilir, aynı zamanda seçmen olan vergi yükümlülerini rahatlatacak tedbirler olan vergi teşvik ve avantajlarını belli kesimlerin yararına sunabilir vb. İşte tüm bu oy maksimizasyonuna yönelik ve rasyonellikten uzak uygulamalar, bütçe açıklarını doğurur. O nedenle seçim dönemlerinde bütçe açıklarının oluşmasında siyasal karar alma sürecinin katkısı vardır. Bütçe açığı bu yılın ilk ayında 150,7 milyar TL ile geçen yılın aynı dönemine göre beş kat arttı. Bütçe açığını kontrol edebilmek için hükümetin elinde iki araç var; biri vergileri artırmak, kamu harcamalarını (bütçe giderlerini) kısmak. Kamu harcamalarını kısmak ya da kamuda tasarruf genel seçim sonrası gündeme gelse de gerçekleşmedi. 2023 yılında bütçe açığının gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı %5,4 oldu. Aynı mali disiplinsizliği 2024 yılında da karşımıza çıkaracak durumlar mevcut: Öncelikle borç faiz giderleri bütçe açıklarının belirleyicisi olmaya devam edecek. Ayrıca personel harcamaları bütçe giderlerinin bu yıl da dörtte birini, hatta daha fazlasını oluşturacak. Ertelenen BOTAŞ ödemesinin yanı sıra kamu kurumlarının bütçelerine konan deprem ödenekleri, artan maliyetler yetersiz kalacak. Yüksek enflasyon vergi matrahını artırdığından vergi hasılatı da nominal olarak artıyor. 2024 yılı vergi gelirleri tahmini 2023 yılına oranla %67 daha yüksek, oysa enflasyon beklentisi 2024 için %36. Anlaşılan enflasyon oranı üzerinde bir vergi artışıyla karşılaşacağız. 2024 yılında da önceki yıllarda olduğu gibi dolaylı vergilerin vergi hasılatı içindeki payı yüzde 70’e yakın seyredecek. Petrol ürünleri, motorlu taşıtlar ve tütün mamulleri üzerinden alınan ÖTV’nin yükü artarken, KDV ve ÖTV’de bu görünüm vergi adaletsizliğinin yerel seçim sonrasında yaşanmasına neden olacak. 2023 yılında vergi gelirlerinin GSYH içindeki payı %17,5 olarak gerçekleşirken, 2024’te bu oranın %18,2’ye yükselmesi bekleniyor. Vergi aracılığıyla devletin ekonomiye müdahalesi artıyor, aynı zamanda kamu harcamalarında kısıntıya gidilmediği için bütçenin gider tarafı da büyüyor, devletin ekonomideki payı azalmıyor, aksine artıyor.
-Simite yüzde 50 zammın ertelenmesi nedeniyle yeni zam yağmuru beklentisi de artıyor…
Seçim ekonomisi mantığı içinde politikacılar başarılı bir performans göstererek seçimlere girmek ve seçimleri kazanmak istediklerinden seçmenlerin arzularını yerine getirme çabası içine girer. O nedenle çoğunlukla zamların ertelendiğini görmek şaşırtıcı değildir. Ancak enflasyon yüksek seyrederken, onu izleyen ücret artışları devam ederken, enerji vb. maliyet baskıları artarken üreticinin artan maliyetlerini fiyatlara yansıtması kaçınılmazdır. Yerel seçim sonrası ufukta kısa vadede başka bir seçim görünmediğine göre, bugünkü zamların yerel seçim sonrasına ertelendiğini öngörmek yanıltıcı olmaz.
Literatürde “politik miyopluk” olarak geçen kavrama göre, politikacılar oylarını maksimize etmek ve seçimleri kazanmak için uzun dönemde ekonomiye yararlı olabilecek politikalar yürürlüğe koymak yerine, kısa sürede sonuç alabilecekleri politikaları yürürlüğe koymayı tercih ederler. Seçim sonrasına ertelenen zamları ne derece görebiliyorsak, miyopi derecemiz o kadar düşük demektir. Ancak mevcut yönetim bu miyopi derecesinin daha yüksek olmasını sağlayacak yolları denemeye devam eder.
-İhracatçıların döviz kurunun yükseltilmesi talebi karşılık bulur mu?
Türkiye’nin kronik bir dış ticaret açığı sorunu var, ihracat artış oranı, ithalat artış oranının gerisinde kalıyor. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2023 ocak-Aralık döneminde %68,5 olarak gerçekleşti. Bu oran geçen yıldan daha da düşük. Türkiye İhracatçılar Meclisi, ihracatçının rekabet gücünün artması ve ihracat artışının sağlanması için TL’nin döviz karşısında değer kaybetmesinin kaçınılmaz olduğunu belirtiyor. Ancak ihracat artışı sadece kura bağlı değil. Türkiye’nin ihracatının çok önemli bir kısmını gerçekleştirdiği Avrupa’nın ekonomik görünümündeki bozulma, yakın çevremizde devam eden jeopolitik faktörler de etkili. TL’deki değer kaybı geçen yıl enflasyon oranının altında kaldı. Değerli TL içeride enflasyonu kontrol altında tutuyor ama ihracatçı açısından dezavantaj olarak görülüyor. TL’nin döviz karşısındaki değer kaybı ihracat ve turizm sektörlerini rekabetçi hale getirip hem sektörde kârlılık hem de vergi gelirlerinde artış yaratacak ama enflasyon da kaçınılmaz olacak. Rekabetçi kur üzerinden ihracatın teşvik edilmesi ve büyümenin bu yolla sağlanmasına ilişkin Türkiye ekonomi modeli denemesinin ortaya çıkardığı makroekonomik dengesizliklerle hâlâ mücadele ediliyor. Eğer ihracat ya da turizm kesimi temsilcilerinden gelen baskılar ve müzakereler artarsa bu sektörlerin sağlayacağı döviz girişi tercih edilecek ve mevcut ekonomi politikasının tam tersi uygulama alanı bulacak. Ancak mevcut para politikası yönetiminin göreve devam etmesi durumunda, enflasyonda düşüş sağlanmadan politika değişikliğine gidilmeyeceğini, yıllardır devam ettiği şekilde TL’de günlük değer kaybına izin verileceğini düşünüyorum.
-Merkez Bankası’nın müdahalesine rağmen dolar kurunda yılbaşından bu yana yüzde 4 artış oldu. Sizce bu devam eder mi? Artışın seçime kadar kontrol edileceğini düşünüyor musunuz? Seçimden sonra artış olur mu?
Mayıs ayındaki genel seçimlerin ardından TL’de iki ayda yüzde 30’u aşkın değer kaybı yaşandı, bu derece olmasa da yaşanmaya devam ediyor. Bu şekilde yabancı sermaye girişi için uygun ortam oluşturulmaya çalışılıyor. Ancak gelinen noktada rezerv kaybı artıyor ve cari açık önemli bir sorun alanı. Merkez Bankası’nın müdahalelerine rağmen kurdaki artışın sınırlanması için Türkiye’nin sıcak parayı çekebilmesi, bunun için de TL’ye güven gerekli. Bu da finansal istikrarı sağlayacak şekilde atılan para politikası adımlarına bağlı. Değerli TL ve düşük kur ortamında sıcak para girişi sağlanmadığı, cari açık yükseldiği sürece döviz ihtiyacı artıyor ve kur artışını kontrol etme zorunluluğu devam ediyor. Aslında Türkiye’nin doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını kendisine çekmesi sıcak paradan daha önemlidir ve cari açık vermeden büyümeyi de başarmalıdır.
– Son günlerde dalgalı kur rejiminde seçim sonrası devalüasyon da konuşulmaya başladı. Sizce böyle bir olasılık var mı?
Enflasyonla mücadelede ne kadar kararlı olunursa, kur atağının yaşanmaması çabası o kadar önem kazanır. Ancak tek sorun enflasyon değil, cari açık ve döviz ihtiyacı devam ediyor. Döviz ihtiyacı, döviz kurunun baskılandığı dönem uzadıkça rezerv kullanılarak karşılanıyor. Ülkeye yabancı sermaye girişinin koşullarından biri olan değerli TL, aynı zamanda içeride enflasyonun yükselişinin ve dolarizasyonun önüne geçilmesini sağlayacak önemli unsur. Yerel seçimden kısa bir süre sonra gelişmiş ülke merkez bankalarının enflasyonla mücadelelerini tamamlayıp para politikalarını gevşettikleri dönem geldiğinde, gelişmekte olan ülkelere yabancı sermaye akımı hızlanacak. O dönemde Türkiye’nin yabancı sermayeyi kendisine çekecek bir “hikaye”ye sahip olması kur ataklarının önüne geçilmesini sağlayacağından, genel seçim ardından yaşandığına benzer bir devalüasyon olasılığını düşük görüyorum.