TÜSİAD: Türkiye’yi her bölgesiyle teknoloji üretim merkezi haline getirmeliyiz
Çevreci projelerle öne çıkan Eczacıbaşı kırık seramik atıklarını değerlendirerek dünyanın ilk ve tek yüzde 100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosunu üretti. Böylece dünyaya verilen zarar da yüzde 30 oranında azaldı.
Eczacıbaşı Grubu seramik üretiminden çıkan kırık seramikler dahil tüm proses atıklarını değerlendirerek dünyanın ilk ve tek yüzde 100 geri dönüştürülmüş seramik lavabosuna dönüştürdü.
Eczacıbaşı markalarından VitrA’nın yakın zamanda üretmeye başladığı seramik lavabosu için İstanbul Modern’de tanıtım etkinliği düzenledi. Etkinlik Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ve Eczacıbaşı Yapı Gereçleri CEO’su Özgen Özkan’ın ev sahipliğinde yapıldı.
Ekinlikte ürünle ilgili bilgi veren Eczacıbaşı Yapı Gereçleri CEO’su Özgen Özkan yüzde 100 geri dönüştürülmüş lavabonun standart bir ürüne göre dünyaya yüzde 30 daha az zarar verdiğini söyleyerek “Bunun için hammadde taşımıyoruz. Hammadde ürettirmiyoruz. Zaten bizde olan bir hammaddeyi kullanıyoruz. Böyle baktığımızda yaklaşık yüzde 30 daha temiz ve diğer ürünlere göre dünyaya faydalı bir ürün” dedi.
Diğer ürünlerle karşılaştırıldığında kalitesi açısından fark olmadığını, suyu emmesi düşük olduğu için daha bile üstün olduğunu ifade eden Özgen Özkan “Büyük formları daha düz üretebiliyoruz ama şu anda lavabo yapıyoruz. Daha sonra duş teknesi ekleyeceğiz. Ardından da mutfak eviyesi gelecek, sonra da klozet devreye girecek. Ürün gamını bu şekilde geliştireceğiz” dedi. İngiliz tasarımcı Tom Dixon’la birlikte tasarlanan ve geçen ay Milano Tasarım Haftası’nda sergilenen lavabolar için 21-23 Mayıs tarihlerinde Londra’daki Clerkenwell Design Week kapsamında da bölgede yer alan VitrA showroomunda etkinlikler yapılacak.
Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı da toplantıda sürdürülebilirlikle ilgili anılarını paylaştı. Çevre konularının gündemlerine 1970’li yıllarda girdiğini belirten Bülent Eczacıbaşı “Bazı yazarların uyarmasıyla, bazı fikirleri ortaya atmasıyla şu konular tartışılmaya başlandı. Biz de sosyal sorumluluk duygusu yüksek bir kuruluş olarak bu konudaki eksiklerimiz üzerinde kafa yormaya başladık. 1980’li yılların başında ben Selpak ve Solo markalarıyla temizlik kağıtları üreten, o zamanki adıyla İpek Kağıt kuruluşumuzun genel müdürüydüm. Bu görevi üstlenir üstlenmez ilk yaptığım işlerden biri o tesiste bir atık arıtım tesisi kurmak oluştu Karamürsel’de. Bu atık arıtım tesisinde biz atık sularımızı İzmit Körfezi’ne vermeden önce arıtıyorduk. Ve bir açılış daveti yaptık arıtım tesisi için. Ve bu davette sularımızı nasıl temizlediğimizi anlatmak için de fabrikanın içine bir akvaryum kurduk. Akvaryumun içine de balık doldurduk. O törene, o zaman Karamürsel’in ve Kocaeli’nin — o zaman Karamürsel Yalova’ya bağlı değildi bugünkü gibi, Kocaeli’ne bağlıydı — resmi erkanı katıldı. O bölgede bulunan büyük tesislerin ki İzmit Bölgesi biliyorsunuz çok büyük, SEKA var o zaman, tesisler var, onların yöneticileri katıldı. Basında çok büyük ilgi gördü ve basında yer aldı” dedi.
Bülent Eczacıbaşı’nın gecede konuyla ilgili paylaştığı anıları şöyle: “Birleşmiş Milletler 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde çevre ve kalkınma konferansı düzenledi. Bu konferans çevre sorunlarının, sürdürülebilirlik sorunlarının dünya gündemine yerleşmesinde çok önemli bir rol oynadı. O sırada Sayın Rahmi Koç TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı’ydı. Ben de TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı’ydım. Türkiye’den bu konferansa Rahmi Bey ve birkaç iş insanı katıldı. Bu konferansı takip eden haftalarda veya aylarda yapılan ilk TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında Rahmi Bey Yüksek İstişare Kurulu Başkanı olarak çıktı, konuşma yaptı ve konuşmasında konferansın mesajları konusunda TÜSİAD üyelerini bilgilendirdi. Konferansın ana mesajlarını onlarla paylaştı. Ben de başkan olarak o günün gündeminde Türkiye’nin ekonomik sorunlarıyla ilgili yorumlar yaptım. Bu toplantıdan sonra bizleri üyelerimiz acı acı eleştirdi. Bir sohbet hatırlıyorum üyelerimizle. Orada benim babam Nejat Eczacıbaşı da vardı. Üyeler dedi ki çok açık bir şekilde, biz dediler, başkanlarımızdan birbirini destekleyen, birbirini güçlendiren mesajlar bekliyoruz. Hele Türkiye’nin siyasi sorunlarına değinmeyen konuşmaları zaten anlamsız buluyoruz. Bir de Türkiye bu kadar sorunlarla karşı karşıyayken çıkıp çiçeklerden, böceklerden söz etmeyi son derece anlamsız buluyoruz. Ve bunu da siyasetçilerin tepkilerinden korktuğunuz için yapıyorsunuz diye düşünüyoruz dedi. Buna babam Nejat Bey tepki verdi. Rahmi Bey’i savundu. Dedi ki ben öyle düşünmüyorum. Rahmi Bey son derece zamanında ve yerinde bir konuşma yaptı. Çok büyük sorunları, burnumuzun ucundaki sorunları bize anlattı. Bırakın TÜSİAD’ı Türkiye’de ve TÜSİAD içindeki üyelerden, bırakın bu konferansa katılmayı acaba bu konferansın yapıldığını kaç kişi biliyor? Kaç kişi farkında? Hiçbiriniz farkında değil. Ve göreceksiniz ki 10-15 sene içinde hepimiz bu sorunları konuşuyor olacağız, başka da bir şey konuşmayacağız dedi.”
“Şimdi iki vizyoner büyüğümüzü burada anmış olduk” diyen Eczacıbaşı şöyle konuştu: “Gördük ki pek Nejat Bey’in tahmin ettiği kadar belki çabuk olmadı, 10-15 senede olmadı ama artık işte bu noktaya geliyoruz, artık başka hiçbir şeyin konuşulamadığı noktaya geliyoruz. Ve çok büyük bir değişim görüyoruz. Çevre konusu artık birtakım entelektüellerin sohbet konusu olmaktan çoktan çıktı. Karşımızda bir hayatta kalma, insanlığın devam etmesi, bu gezegen üzerindeki yaşamın devam etmesi sorunu var. Tabi bu gezegen söylemini ben bir kenara bırakmak istiyorum. Pek sevmiyorum çünkü gezegene hiçbir şey olmaz. Gezegen yoluna devam eder, doğa da yoluna devam eder, olan insanlara olur. Ve biliyoruz ki biz böyle gidersek yaşam bizim alıştığımız biçimde artık bu gezegen üzerinde sürmeyecek. Çünkü çevre sorununun üzerine bambaşka yepyeni bir boyut eklendi. Dev bir boyut eklendi, o da iklim değişikliği. Ve bu değişiklik de bir ölçüde zaten geri dönülmez bir biçimde gerçekleşti. O nedenle biz artık sadece önleme tedbirleri üzerinde değil, aynı zamanda uyum tedbirleri üzerinde çalışmak zorundayız. Bu gerçekleşmiş olan geri dönülmez değişime biz nasıl uyuyacağız? Onun üzerinde de çalışmak zorundayız. Bu genel değişime paralel olarak kuruluşlarımızda da çok büyük bir değişim gerçekleşti. Biz de artık konuya bir sosyal sorumluluk meselesi olarak bakmıyoruz. Bu iş sosyal sorumluluk meselesi değil. Bu iş artık kuruluşlarımızın yaşamını devam ettirmeleri, rekabet güçlerini korumaları ve ayakta kalmaları meselesi. Çünkü biliyoruz ki sürdürülebilirlik olmazsa, biz sürdürülebilir kurumlar olamazsak, bir kere müşteriler bizim ürünlerimizi tercih etmeyecekler. Bırakın onu zaten ürünlerimize bazı pazarlara sokmayacaklar, giremeyeceğiz o pazarlara. Genç yetenekli insanlar bizim kuruluşlarımızda çalışmayacak. Finansmana erişmek çok zorlaşacak. Zorlaştı bile… Zorlaştı bile çünkü finans kurumlarının artık kriterleri artık kredi koşulları arasında sürdürülebilirlik kriterlerini en ön sıralara çıkarmaya başladılar. İşte bütün bu nedenlerden biz sürdürülebilir tedarik zincirleri kurmak zorundayız.”
Şimdi kuruluşların belirli aşamalardan geçerek bu çalışmaları sürdürdüklerini belirten Bülent Eczacıbaşı “İlk aşamalarda hammadde ve enerji kullanımında verimliliği artırma çalışmaları yapılıyor. Bunlardan çabuk geri dönüşler sağlanıyor, ölçülebilir geri dönüşler sağlanıyor, moraller yükseliyor. Oldukça kolay çalışmalar bunlar. Ama ondan sonra sürdürülebilirliğe hizmet eden ürünler geliştirme aşamalarına geçiliyor. Bizim kuruluşlarımız da – dünyada da biraz öyle – bu aşamalarda. Bizim için önemli iki konu var. Bir tanesi bunların enerji. Kuruluşlarımızın en önemli girdileri arasında enerji yer alıyor. Enerji kullanımında verimliliği artırmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda karbon ayak izimizi de azaltmaya çalışıyoruz. Hammadde verimliliğini arttırmaya çalışıyoruz. Tabii çok önemli bir konu da su kullanımını ve verimliliği artırmaya ve tasarrufları artırmaya çalışıyoruz” dedi.
Bülent Eczacıbaşı gecede şirketin konuyla ilgili bazı kilometre taşlarını da paylaştı: “2006 yılında biz Eczacıbaşı olarak Birleşmiş Milletler Global Compact imzacısı olduk. O yıldan itibaren sürdürülebilirlik alanındaki gelişmelerimize bağımsız denetim raporlarıyla destekleyerek raporlamaya ve paylaşımlarımızla paylaşmaya, onları bilgilendirmeye başladık. Her yıl biraz daha ileriye gittik. Yenilenebilir enerjiye yatırımlar yaptık. Güneş enerji santrallarımızın kapasitesini giderek artırdık. Eczacıbaşı’nın enerji şirketini kurduk. 2030 yılından itibaren de enerjiyi çok kullanan yapı ürünleri grubumuzda yüzde 100 oranında öz tüketimle üretim yapmayı öngörüyoruz, planlıyoruz.
Aynı zamanda veri analitiğinden yaralanıyoruz. Veri analitiğinden yaralanarak da hammadde ve enerji kullanımını optimize etmeye çalışıyoruz. Bunun da sonuçlarını görüyoruz. Burada çok önemli bir başarı hikayesi daha yeni gerçekleşti. VitrA Karo kuruluşumuz dünyadaki sayılı tesisler arasına girdi. World Economic Forum’un, Dünya Ekonomik Forumu’nun Global Lighthouse diye bir kuruluşlar grubu var. Bu grubun içerisinde 153 çok ileri, seçkin kuruluş var. VitrA Karo da bu kuruluşlardan biri oldu ve dünyada karo alanında faaliyet gösterip bu gruba giren ilk kuruluş oldu. Bu da çok övündüğümüz bir başarı oldu.
Şimdi peki bundan sonra ne olacak diye sorabilirsiniz. Bundan sonra olması gereken, gerçek anlamda sürdürülebilir bir kuruluş olmak, sürdürülebilirliğe hizmet eden bir kuruluş olmak. Nasıl kuruluşlar bunlar? Bunlar sürdürülebilirliği böyle önemli de olsa bir faaliyet olarak sürdüren kuruluşlar değil, tüm stratejilerinin içine sürdürülebilirliği entegre etmiş olan kuruluşlar. Ve bütün yöneticileri bir sürdürülebilirlik lideri, sürdürülebilirlik yöneticisi olan şirketler. Herkes yeşil yaka bu şirketlerde, yeşil yaka olmayan yok.”
Bülent Eczacıbaşı konuşmasını sürdürülebilirlik alanında geçirdikleri dönüşüme ilişkin bir anıyı aktararak son verdi: “Galiba 2006 yıllarındaydı, belki biraz daha sonraydı, bilmiyorum. O yıllarda olması lazım. Bizim o zamanki CEO’umuz Erdal Karamercan bana geldi. Ve bu işi direktör seviyesinde bir yöneticimize teslim etmemiz gerektiğini söyledi. Erdal Bey tanıdığım yöneticiler arasında, Türkiye’deki CEO’lar arasında ona en erken aşamada inanmış ve gereğini yapmış bir yöneticidir. O bunları söylediği zaman eyvah dedim, itiraf edeyim ki biz yeni bir bürokrasi yaratıyoruz. Ayrıca Global Compact’i imzalamamız gerektiğini söyledi. Ben de ‘Nedir o Global Compact?’ falan diye sordum. Ama doğru karar verdik. Konuyu bugün de aramızda olan Okşan Atilla Sanön’e teslim ettik. Kendisi orada oturuyor. O zaman da ona ‘sürdürülebilir yenge’ adını taktık. Ama şimdi ne diyoruz? Şimdi diyoruz ki konunun sorumlusu en tepedeki yönetim kuruludur. Ve bütün yöneticiler sürdürülebilirlik yöneticisidir, sürdürülebilirlik lideridir. Bu da dönüşümün ve uyanışın boyutlarını gözlerini de seriyor. Umarım geç kalmamışızdır.”