Gayrimenkul yatırım fonlarına inşaat yapma, arsalarında proje geliştirme izni geliyor
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yarın ABD’de yatırımcı toplantıları başlatıyor. Şimşek başta faiz artışları ve OVP olmak üzere, enflasyonla mücadele ve istikrar adına attıkları yeni adımları anlatacak ama asıl hedefinin kısa sürede yabancı sermaye akışını başlatmak olduğunu herkes biliyor.
Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantıları için bu hafta ABD’de olacak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Mehmet Şimşek’le birlikte ABD’li şirket yöneticileri ile bir araya gelip, yatırım isteyeceği ve ABD yönetimi nezdinde baskı yapmalarını istemesi bekleniyor. Erdoğan’ın zaman zaman bu tür toplantılar yaptığını biliyoruz. Bu kez ABD’li büyük şirketlerin katılımlarının hangi düzeyde olacağı da merak konusu oluyor.
Yatırımcı toplantıları ve ABD’li şirketlerle yapılacak toplantıların diplomasideki sıkıntılı sürecin gölgesinde yapılacağı anlaşılıyor. ABD Hazinesi’nin bazı Türk şirketlerine Rusya ambargosuna uymadıkları için yaptırım kararı vermesi geçen haftanın sürpriziydi. Buna ek olarak ABD’de Reza Zarrab ve Halkbank aleyhine, İran’a finansman sağlamaları nedeniyle ABD’li askerlerin ölümüne sebep oldukları gerekçesiyle dava açılması ise son sürpriz gelişme oldu.
New York’ta BM Genel Kurulu bahanesiyle yapılacak yatırımcı toplantıları ve ikili görüşmelerin bu kez ayrı bir önemi var. Çünkü tam seçim öncesi iyileşmeye başlayıp, seçim sonrası yeniden bahar havası estiği söylenen Türkiye-ABD ilişkilerinde son bir ay içinde ciddi sıkıntıların yaşandığı görülüyor. Türkiye’nin yeni bir ekonomi politikası uygulamaya çalıştığı, bunun başarısı için ABD başta olmak üzere Batı’nın desteğine ihtiyaç duyduğu bir dönemde, siyasi çatışmaların bu ekonomik toplantıları etkilemesinden kaygı duyuluyor.
Sadece ABD değil AB ile de sıkıntılı bir sürecin yaşandığını görüyoruz. AB ile Türkiye’nin son yıllarda göçmen konusu dışında anlaşabildikleri fazla konu bulunmuyor. Türkiye’deki insan hakları ve demokrasi iklimi geriye gittikçe, AB ile ilişkiler hep sorun olarak kalıyor. AB’nin göçmen krizi nedeniyle Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle son yıllarda üst perdeden dile getirilmese de, temel anlaşmazlık konularının varlığı zaten biliniyor.
Geçtiğimiz hafta yayımlanan Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Raporu, ilişkilerin yeniden sertleşmesinin başlangıcı oldu. Dışişleri Bakanlığı’nın rapora verdiği sert tepki ardından, ABD’ye gitmeden önce Erdoğan’ın çok sert bir çıkışı oldu. Erdoğan, AP’nin Türkiye raporu sonrası “Gerekirse AB’den ayrılırız” dedi. Şimdi bu rest niteliğindeki karşı çıkışın bir blöf olup olmadığı tartışılıyor. İktidara yakın gazetelerde bile, diplomasi yorumları yapanlar, Avrupa Parlamentosu raporu sonrası bu çıkışın “ikaz “ olduğunu söyleyerek durumu yumuşatmaya çalıştıklarını görüyoruz.
Bu çıkışı, yaklaşan seçimler öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni kutuplaşma konuların biri olarak gündeme sunduğunu söyleyenler de var. Daha geçtiğimiz ay içerisinde AB’nin Türkiye ile daha güçlü olduğunu anlatan Erdoğan’ın, aslında böyle bir karar almayı deneyemeyeceğini, ancak iç siyasi malzeme olarak AB kozunu kullanmak isteyeceğini belirtenler çoğunlukta.
Aslında iktidara yakın gazetelerde bile bunun bir rest olarak değil de ‘ikaz’ olarak sunulmasının, oluşacak tepkiyi yumuşatmaya dönük olduğu tahmin ediliyor. Bir başka deyişle Batı ile yakınlaşma ile birlikte ekonomide girilen yeni yol için Batı finansmanına ihtiyaç duyulduğu gerçeğini göz ardı etmeden, bir araya yol ve uzlaşma yolu bulunmasına da çalışılıyor.
Erdoğan’ın bu kadar uzun süre iktidarını sürdürmesinde, iktidarının ilk yıllarında IMF programını devam ettirmesi yanında, AB ile yakınlaşmasının da büyük önemi olduğunu AKP’liler çok iyi biliyor. İnsan hakları ve demokrasideki iyileştirmeler AB ile yakınlaşma sağlarken, içeride aydın çevrelerde desteği sağladığını da herkes hatırlıyor.
Erdoğan’ın AB ile yakınlaşma serüveni sürekli tartışma konusu. Tartışılmayan konu; AKP iktidarının ilk yıllarında ekonomide sağlanan ‘AB çıpası’nın 2010’lere kadar süren ekonomideki “Türkiye Hikayesi”nin anlatılmasına sağladığı büyük katkı. Bu sayede Türkiye o dönem büyük ölçüde yabancı yatırımcı çekip, uzun yıllar yüksek büyümeyi düşük enflasyonla birlikte sağlayabildi. O dönemin başarısının 21 yılı dolduran AKP iktidarının en önemli dayanağı olduğu da ortada.
Özetle; Türkiye yeniden ekonomik istikrar sağlayıp, enflasyonu düşürüp, sürdürülebilir büyüme sürecine girecekse bunun için Batı sermayesine büyük ihtiyaç duyuyor. Son dönemde insan hakları ve demokrasiden uzaklaşma eğilimi artarken, bununla birlikte “ekonomide biz bize yeteriz” anlatısının fiyasko ile sonuçlandığı açık. Açık olmasa, Cumhurbaşkanı Erdoğan Mehmet Şimşek’i getirip, faizlerin bu kadar artırılmasına izin vermez, hemen seçim ardından Batı ile ilişkileri yeniden canlandırmak için bu kadar büyük çaba içine girmezdi.
Erdoğan’ın batı ile ilişkilerde yine kafası mı karıştı, bilmiyoruz. Batı ile yakınlaşmadan yine vazgeçeceğini sanmıyoruz ama bu olursa o zaman yatırımcı toplantıları ve sermaye girişleri konusunda iyimser olmaya imkan yok.