Haşmet Topaloğlu’dan festivalcilere 12 filmlik müdavim listesi

Fotoğraf: Burcu Atay

Haşmet Topaloğlu’nun şapkası çok. Yapımcı, yönetmen, senarist… Belmin Söylemez’in yönettiği ‘Ayna Ayna’ ve ‘Şimdiki Zaman’ın yapımcısı ve Söylemez ile birlikte filmlerin senaristi. Ama filmi geriye doğru sararsak belgeseller çıkacak karşınıza. Mesela ‘Bu Ne Güzel Demokrasi!’, Belmin Söylemez, Somnur Vardar, Berke Baş ile birlikte çekmişlerdi. Filmi daha da geriye sararsak  televizyondaki habercilik günleri gelecek karşınıza. Ama söz konusu İstanbul Film Festivali olunca Haşmet Topaloğlu her zaman izleyici. Sözü kendisine bırakıyoruz:

Yıllarca en büyük zevklerimden biri İstanbul Film Festivali’nin program kitapçığını ve çizelgesini alıp bir köşeye çekilmek ve saatlerce film seçip seanslar çakışmasın diye ince ayar yapmaktı. Sonrasında arkadaşlarımla buluşup birbirimizin listeleri üzerinden geçer, karşılıklı tavsiyelerde bulunurduk. Artık internetten inceleyip WhatsApp’tan paylaşıyoruz ama ince eleyip sık dokumayla film seçme zevkinde değişen bir şey yok.

Öncelikle Ulusal Yarışma filmlerinin hepsini öneririm. Türkiye’de son dönemde yapılan filmleri merak etmemek mümkün değil. Yakın zamanda bir daha görme şansımızın olmadığını da unutmayın. Bunun dışında buyrun size bu yılki programdan seçtiklerim.

🔴 AKLA DÖNÜŞ – Man Ray: Görsel sanatlara meraklıysanız böyle bir fırsatı kaçıramazsanız. Hele de müzikte Jim Jarmush’un da imzası varsa.

🔴 LITTLE GIRL BLUE  – Mona Achache: Aile bireylerinin geçmişi üzerine belgesel yapan yönetmenlere sık rastlanır ama böyle zengin bir arşivle çalışan ve annesini bu kadar meşhur bir oyuncuya (Cotillard) canlandırtma şansı olanı az bulunur.

🔴 MUTLULUK  – Ilya Povolotsky: Bazen hiçbir fikriniz olmayan bir filmin görüntülerine bakarsınız ve bu filmden etkileneceğinizi hissedersiniz. Bir de, Rus sineması çoğu zaman etkiler.

🔴 DARGEÇİT – Berke Baş: Söz etkilenmekten açılmışken. Yakın tarihimize, mantık ve vicdan sınırlarını zorlayan bir dava,  bitmek bilmeyen bir hak arayışı üzerinden bakan bu belgeselden etkilenmeyecek biri olacağını sanmıyorum. Sabırla, yıllara yayılan tanıklıkla yapılmış istisnai bir belgesel.

🔴 YAKTIN BENİ – Matías Piñeiro: Sinemada şiirsel anlatım bıçak sırtı bir tarzdır ama 16mm çekilmiş bu denemeci filmden umutluyum.

🔴 DÜNYANIN SONUNDAN ÇOK DA BİR ŞEY BEKLEMEYİN – Radu Jude: Ama bu filmden çok şey bekleyebilirsiniz çünkü Radu Jude özgürlüğü ve özgünlüğü içinde ne yapsa iyidir.

🔴 UMUTSUZLAR – Miklos Jancso: Jancso’nun ‘Kızıl İlahi / Meg ker a nep’ filmini Sinepop’ta izleyip yerime çivilenmemin üzerinden 34 yıl geçmiş. Macaristan tarihinin baskı dolu dönemlerini çok farklı bir tarzla anlatan bu ‘auteur’ yönetmeni perdede tekrar görmek kaçırılmayacak bir fırsat.

🔴 DOMETES BİBER DEPRESYON – Aybüke Avcı: Ne diyordum; aileleri üzerine film yapan yönetmenler ve tercihleri. Genç yönetmenin elinde Cotillard yok ama ailesi, memleketi ve hatıraları üzerine samimiyetle, kara mizahla yaptığı belgeselde yaşanmışlığı en çarpıcı şekilde yansıtan Mehmet dayı, Naziye yenge ve köy halkı var.

🔴 ÖLMEK – Matthias Glasner: Ve ama iyi oyuncuları iyi bir filmde seyretmenin de zevkini de yaşamak gerek. Babylon Berlin’in en çılgın karakterlerinden biriyle şöhretini arttıran Lars Eidinger başta müthiş bir kadro ve Dennys Arcand’ın ‘Barbarların İstilası’nı hatırlatan öyküsüyle bu film görülmeyi hak ediyor.

🔴 ALICE KENTLERDE – Wim Wenders: Bir başka Alman yönetmen… diye yazmak bile şaka gibi olur. Sinema tarihinin en özgün, en üretken yönetmenlerinden Wim Wenders’in 74 yapımı bu kült filmini görmeyen sinemasever kalmamalı. Perdede, diyorum.

🔴 ECLIPSE – İpek Kent, Efe Öztezdoğan: Beş jimnastikçinin insan üstü azmini, spor disiplinini anlatan bu belgesel o kadar büyük uğraşlarla ve titizlikle çekildi ki merak etmemek mümkün değil. Hele de Riefenstahl’in -politik yanını değil, görsel mükemmeliyetçiliğini- anımsatan müthiş görüntülerinden tadımlık bir bölüm gördükten sonra.

🔴 BENİM 20. YÜZYILIM – Ildiko Enyedi: Efendim yine 34 yıl öncesine gidiyoruz. Birbirinden orijinal kısa filmleri sayesinde tanıştığım Ahmet Kırkavak, günde dört film seyretmekten kısılmış gözleriyle Emek Sineması’nın önünde karşıma çıktığında ben merhaba diyemeden ‘Şef, mükemmel bir film seyrettim. Mutlaka ama mutlaka görmelisin’ demişti. Göremedim (sonrasında TV’de izlemiş olmayı saymazsak). Son dönemde nefis ‘Beden ve Ruh’ filmiyle kendisini bir kez daha hatırlatan Enyedi’nin -hadi artık bu klişeyi bile kullanayım- başyapıtını bu kez perdede izleyebileceğim. Siz benim kadar gecikmeyin.

SON NOT:  Festival mutluluğumuzun içinde silinmesi mümkün olmayan bir burukluk da var. Film festivaliyle özdeşleşmiş Emek Sineması artık yok. Yıkılalı yıllar oldu. Zorla ve hileyle bizden koparıldığını, kültürel mirası ne pahasına olursa olsun korumamız gerektiğini bir kez daha hatırlayalım.