İstanbul Film Festivali'nde Musikişinas bölümü bugün sinemaseverlere tablolar ve müzikle iç içe geçmiş bir deneyim vadediyor. Prömiyerini Berlin Film Festivali'nde yapan 'Gloria!' saat 11.00'de Kadıköy Sineması'nda.
18. yüzyılın dünyasını gözünüzün önüne getirin. Bir yandan Aydınlanma Çağı ile insanlık eşi benzeri görülmemiş bir sıçrayış yapıyor ama bir yandan da tüm bunlara direnen o dogmatik dünya tüm sertliğiyle hâlâ ayakata. Bu yaşlı kıtanın kuzeyindeki İngiltere’de sanayi devrimi yaşanmaya başlamışken İtalya’da pek çok şey Rönesans’tan beri değişmemiş. Bu esnada da barok hakimiyetindeki Avrupa sanatı en görkemli ressam ve müzisyenleriyle yüzyıllar sonra bile aşılamayacak eserler ortaya koyuyordu. Stanley Kubrick’in ‘Barry Lyndon’ı ya da Federico Fellini’nin ‘Casanova’sının da geçtiği bu dönemde İtalya’daki bir manastıra uzanıyoruz. Karşınızda ‘Gloria!’
İtalyan yönetmen Margherita Vicario’nun hikâyesi ülkesinde geçen ilk uzun metrajlı filmi prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yapmıştı. Aynı zamanda besteci olan Vicario, Venedik’teki bir manastırda geçen bu filmde tarihi yeniden yazıyor. Bunu yaparken de her bir sekansı adeta bir barok dönem tablosu gibi tasarlıyor. Işığın ustası Caravaggio’nun tablolarından izler bulabileceğiniz ‘Gloria!’da dilsiz genç kadın Teresa hikâyemizin ana kahramanı.
Barok dönemin en önemli merkezleirnden Venedik’teki bir manastırı yatılı okulunda kalan Teresa, sıkıcı hayatına renk katacak ve onu durağanlıktan çıkaracak arayışlar içerisindedir. Ancak 18. yüzyıl, hele ki manastırda yaşayan genç bir kadının oyun oynaması ya da herhangi bir şekilde eğlenmesine çok da hoş bakılmadığı bir dönemde. Ancak her zaman işleyen kural bir kez daha tekerrür edecekti. Baskı, bir yerde aşılacaktı.
Galatéa Bellugi, Carlotta Gamba, Veronica Lucchesi, Maria Vittoria Dallasta ve Sara Mafodda gibi İtalya’nın sevilen oyuncularnın yer aldığı ‘Gloria!’ manastırda yaşayan bu genç kadınların müzikle hayata tutunmalarını büyüleyici notalar eşliğinde anlatıyor. Teresa ve arkadaşlarının bir sır olarak başladıkları müzik yapma faaliyeti aralarındaki bağı güçlendirirken yeni keşiflere de yol açacaktı. Mum ışığında manastırın kuytu köşelerinde müzik yapan genç kadınların aynı anda pek tabuyu yıkıyordu. Kadınların müzik yapmasına pek de sıcak bakılmadığı bir dönemde bu kuralı yerle bir eden Teresa ve arkadaşları bu meydan okumayı uyumaları gereken bir saatte gizli gizli gerçekleştiriyordu. Yetenekleri ve azimler sayesinde yılmayan bu genç kadınların yaptığı işler Venedik’te kulaktan kulağa duyulmaya başlar.
Manastırın kurallarını hiçe sayan bu gençler müziğin kalıplarını umursayacak değildi. İşte aslında hikâye de tarihi çok hoş bir biçimde eğip büken kısım da burada. Ellerinde bugün herhangi bir klasik müzik konserinde görebileceğimiz enstrümanlar bulunan bu gençlerin müzikal arayışı ortaya yeni bir türü çıkaracaktı. Karşınızda bu devrin müziği pop.
Clara Schumann’dan Madonna’ya müzik tarihine adını yazdıran kadın müzisyenlere de bir selam olarak görülebilecek film, azmin neşeyle birleştiğinde ortaya çıkan sonucu beyaz perdeye unutulmayacak oyunculuk performanslarıyla taşımış. Müziğin içinden gelen bir yönetmenin anlatısı da filme ayrı bir tat katmış durumda. Bu biraz gerçek, biraz hayali sıcak filmi 28 Nisan Pazar günü saat 13.30’da Nişantaşı Cinewam’da yeniden izleyebilirsiniz.