Elçi cinayetinde sekizinci yıl: Anmaya değil vazgeçmedik demeye geliyoruz
Yargıtay 10 tutuklunun demir çubuk ve sopalarla dövülerek öldüğü “Diyarbakır Cezaevi katliamı" davasında zaman aşımı kararını hukuka uygun buldu. Yaklaşık 28 yıldır süren ve üç kez Yargıtay’dan dönen dava sonuçta cezasızlıkla kapandı.
Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 24 Eylül 1996 tarihinde 10 tutuklunun sopa ve demir çubuklarla dövülerek öldürülmesi ve 24 tutuklunun yaralanmasıyla ilgili dava cezasızlıkla sonuçlandı. Aralarında asker, polis ve gardiyanlarla cezaevi doktoru ve müdürünün de olduğu 89 sanıklı dava usul ve esas yönündeki eksiklikler nedeniyle iki kez Yargıtay’dan döndü. Bozma kararının ardından yeniden görülen davada Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi 2019’da yargılamanın zaman aşımından düşmesine karar verdi.
Mağdur avukatları yerel mahkemenin kararının hukuka aykırı olduğunu belirterek temyize gitti. Bazı sanık avukatları ise zamanaşımı yerine beraat verilmesi gerektiğini savunarak itiraz etti.
Temyiz incelemesini dört yılda tamamlayan Yargıtay 1. Ceza Dairesi yerel mahkemenin düşme kararını oy çokluğuyla onadı.
Kararda yerel mahkemenin sanıkların maktullere karşı eylemlerini tanımlarken suç maddesi ve hukuki değerlendirmelerinde hata bulunmadığı vurgulandı. 2014 yılında beraat eden yedi kamu görevlisi sanık hakkında yeniden hüküm kurulmasının “hukuki değerden yoksun” olduğu kaydedildi.
MLSA’dan Deniz Tekin’in haberine göre sanıklardan Muhammed Özdil’in 2005 yılında ölmesine ilişkin ise Yargıtay kararın bu sanık yönünden bozulmasına ve dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesine karar verdi.
Kararda ölüm sebebiyle davanın düşürülmesinin gerekip gerektirmediği değerlendirilmesinin hukuki zorunluluk olduğu kaydedildi.
Yargıtay’ın bu kararıyla 88 sanık hakkında açılan davanın düşmesi kararı kesinleşmiş oldu.
Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi 2023 yılında görülen davada Muhammed Özdil’in öldüğüne dair tespitler gerekçesiyle kamu davasının düşürülmesine karar verdi.
Oy çokluğuyla alınan karara muhalif kalan Yargıtay üyesi mahkemenin sanıkların eylemlerinin görev gereği mi yapıldığının ve hukuka uygun hareket edip etmediklerinin detaylı incelenmesi gerektiğini belirtti. Sanıkların eylemlerinin hukuka uygun olduğunun tespit edilmesi halinde beraat kararı verilmesi gerektiğini savundu. Sanıkların görev sınırlarını aştığı tespit edilirse lehlerine olan kanun hükümlerine göre ceza verilmesi gerektiğini, müdahalenin “kastı aşan adam öldürme” olarak değerlendirilip zamanaşımı kararı verilmesinin hukuka aykırı olduğunu iddia etti.
Diyarbakır Cezaevi’nde 1996 yılında gardiyan ve askerlerin tutuklulara saldırması sonucu 10 tutuklu hayatını kaybetmiş, 24 tutuklu yaralanmıştı. Katliamda yaşamını yitirenler arasında Erkan Hakan Perişan, Cemal Çam, Hakkı Tekin, Ahmet Çelik, Edip Dilekçi, Mehmet Nimet Çakmak, Rıdvan Bulut, Mehmet Kadri Gümüş, Kadri Demir, Mehmet Arslan ve Hakkı Tekin bulunuyordu. Cezaevine yapılan operasyon “cezaevi nakillerine karşı başlatılan isyanı bastırmak” gerekçesiyle yapılmıştı.
Katliam dönemin baskıcı ortamında haber konusu dahi olamamış, bir iki yayın organı, dönemin Diyarbakır Barosu yöneticisi Sezgin Tanrıkulu’nun ertesi yıl Robert Kennedy İnsan Hakları Ödülü almasını da sağlayan israrlı takibiyle, katliamı ancak mezardan yazılmış bir mektup gibi haberleştirebilmişti. O haberlerden birinin yayınlandığı Aktüel dergisindeki başlık şöyleydi: “Ben öldüm anne.”
Olaydan sonra asker, polis, gardiyan, cezaevi doktoru ve müdürünün de aralarında bulunduğu toplam 72 sanık hakkında açılan dava tam 11 yıl sonra, 2007 yılında sonuçlanmış, 62 sanık “kastın aşılması suretiyle birden fazla kişiyi öldürmek” ve “görevi kötüye kullanmak” suçlarından beşer yıl hapis cezası ve üçer yıl kamu hizmetinden men cezasına çarptırılmıştı. Üç sanık beraat ederken yedi sanık hakkında zaman aşımına hükmedilmişti.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi eksik soruşturma yapıldığı gerekçesiyle 2007’de kararı bozarak dosyayı yerel mahkemeye göndermişti. Olaylarda ağır yaralanan ve daha sonra hayatını kaybeden Kadir Demir’in tedavi edilmeden Antep Cezaevi’ne sevk edilmesi nedeniyle haklarında dava açılan 17 kamu görevlisinin dosyası da bu davayla birleştirilerek sanık sayısı 89’a yükselmişti.
2014 yılında sonuçlanan davada Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi 62 sanığa beş yıl hapis cezası vermiş, 20 sanık beraat etmişti. Mahkeme yedi sanıkla ilgili davayı da zaman aşımı nedeniyle düşürmüştü.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi 2016 yılında bir kez daha kararı bozdu ve 89 sanık hakkında açılan davanın zaman aşımından düşürülmesine karar verdi.
Mağdur avukatları davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. AİHM Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşam hakkını güvence altına alan 2’nci ve işkence ile kötü muameleyi yasaklayan 3’üncü maddesinin ihlal edildiğine karar vererek Türkiye’yi 2010 yılında 798 bin Euro tazminata mahkum etti.