Depremden 180 gün sonra kızı ve torununun mezarını buldu
Depremin üzerinden 11 ay geçti ve felaket bölgesindeki acılar halen taze. Bir yandan yaşam mücadelesi veren depremzedeler diğer yandan da kaybolan yakınlarını arıyor. Gaiplik başvurusuysa 42 gün sonra başlıyor, felaketin yıldönümünde.
6 şubat depremleri 10 kenti adeta harabeye çevirdi ve resmi verilere göre 50 bin 783 kişinin ölümüne neden oldu. Depremin ilk günlerinde AFAD’ın bölgeye hızla müdahale edememesi, yardımların gecikmesiyse aylarca tartışıldı. Aradan geçen 11 ayda genel seçimler yapıldı, orman yangınları çıktı, sel oldu, şimdi de yerel seçimlere hazırlık süreci var.
Bölgedeki acıysa ancak yeni bir gelişme olursa Türkiye gündemine giriyor.
Olmazsa sadece acıyı yaşayanlar tarafından hatırlanıyor.
Depremin ölüm ve yıkım dışında bir de kaybolanları var. Yakınları onları 11 aydır arıyor ama ne bir iz ne de bir haber bulabiliyor. Şimdi büyük felaketin yıl dönümüne 42 gün kaldı ve aileleri mahkemeye başvurursa kaybolan insanlar için yasal ölüm belgesi alabilecek.
Yasalara göre ölüm ihtimalinin üzerinden en az bir yıl geçtiğinde kaybolan kişinin yakınları mahkemeye başvurup gaiplik belgesi alabiliyor. Bu belge için mahkemenin karar alması gerekiyor. Ancak aileler başvurmazsa bu süreci devlet başlatmıyor.
Deprem bölgesinden ulaştığımız bazı kayıp yakınları enkaz altında kaldıklarından emin oldukları aileleri için başvuru yapmayı bekliyor. Bazılarıysa yakınlarının bir gün çıkıp gelmesini umut ediyor hâlâ. Yaşadıklarına dair inancı diri tutan ise felaket gecesi sevk edildikleri hastanelerden sağ çıkmış ve bir şekilde hayatlarını devam ettiriyor olmaları umudu. Yakınlarının hafıza kaybı gibi durumlar yaşamış olabileceğini düşünüp bekleyişini sürdürenler de var.
Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 22 Nisan’daki açıklamasına göre kayıp başvurusu yapılanların sayısı 297. Oysa Hatay Valisi Mustafa Masatlı’nın 19 Ekim’deki açıklamasına göre sadece kentte kaybolan vatandaşların sayısı 210.
İlk depreme Adana’daki evinde yakalanan Adli Tıp Uzmanları Derneği Başkanı Ahmet Hilal o geceyi hem yaşayan hem de depremzedelere yardım etmek için çırpınan hekimlerden. Anlatımına göre Ahmet Hilal ilk anda depremin yarattığı yıkımın bu denli büyük olduğunu fark etmedi. Telefonuna binaların yıkıldığına dair mesajlar geldiğinde bir karışıklık olabileceğini düşündü ama gün ışıdığında olayın ciddiyetini anladı ve hemen hastaneye koştu. Görevlendirmeyi beklemeden kendisi gibi hekim arkadaşlarıyla ölenleri kimliklendirmek için çabalayan Ahmet Hilal ikinci depreme de görev başında, morgda yakalandı. Deprem anında dışarı çıkıp sarsıntı bittiğinde görev başına dönen Hilal bütün arkadaşlarının da aynı tavrı gösterdiğini söylüyor.
Ahmet Hilal kitlesel felaketlerde kimliklendirme işleminin birçok yönü olduğunu vurguluyor. En iyi yöntemin DNA örneklemi almak olduğunu belirten Hilal diğer yöntemleri cesedin fotoğraflanması, parmak izi, diş kayıtları olarak sıralıyor. Ancak Türkiye’de diş kaydı almanın pek uygulanmadığını söyleyen Hilal sebebin bunun zorunlu tutulmaması olduğunu söyleyip ekliyor: Yapılsa ucuz ve kolaydır.
Hilal yaşanan sorunları şöyle aktarıyor:
“Depremde ölümler çok olduğu için başlangıçta bazı şehirlerde DNA örneklemi alındı ama bazı şehirlerde mesela Antakya’da kimlik tespiti yapmadan, yani yakınlarının ifadesiyle cenazeler verildi. Örnek alınmadı. Ama yine de DNA analizi için örnek almak gerekirdi. Bazı yerlerde bu uygulamalar yapılmadı. Hekim arkadaşlarımızın söylemesine rağmen bakanlık genelge yayımladı çok fazla ölüm olduğu gerekçesiyle. Oysa yapılsa karışıklığın önüne geçilebilirdi. O genelge özetle ‘cenaze sayısı çok fazla en kolay yoldan yakınlarına teslim edelim’ diyordu. Parmak izi alındı, fotoğraf çekildi, ama DNA incelemesi için örnek almakla uğraşılması istenmedi. Doktorlar almak istiyordu ama savcılar bazı yerlerde buna direnç gösterdi. Ama daha sonra bazı yerlerde doktor arkadaşlarımız diretti ve oralarda DNA örneği almak zorunda kaldılar.”
İnsanların kaybolma sebeplerine ilişkin bazı olasılıkları da anlatan Ahmet Hilal, en büyük nedenin ‘yanmak’ olduğunu söylüyor. İkincisi de göçükle beraber kaybolan cesetler olması. Ancak buna daha az ihtimal veriyor.
Şimdi deprem bölgesindeki vatandaşlar yaşam mücadelesi veriyor, kayıplarını arıyor. Özellikle Hatay’da yaşananlar kolektif hafızada çoktan derin yaralar açtı. Depremin üçüncü günü Hatay’a ulaşan Ahmet Hilal bunun herkes için çok travmatik olduğunu söylüyor ve buradaki felaketle ilk karşılaştığı anı şöyle anlatarak sonlandırıyor sözlerini:
“Hiç bu kadar ölümün aynı anda geldiğine rastlamadık. Üçüncü gün Hatay’a gittiğimde yaşadığım manzara korkunçtu. Hastanenin önünde bir çadır vardı ve ölü muayenesi orada yapılıyordu. Dışarıda yüzlerce cenaze vardı. Çoğu battaniyeye sarılıydı ve yakınları bütün cenazelerin yüzünü açarak tanımaya çalışıyordu. Bu olacak şey değildi. Adana’da toplam ölüm 400’den fazlaydı ama Adana dışından gelip ölenler ya da yolda ölenler vardı. Toplam 820 ölü muayenesi yapıldı, çoğunu adli tıp uzmanları ve asistanları yaptı. Adana’da kötü durumda olan cenazeler vardı ama ölünün altında kaldığı ağırlığa bağlı olarak çok ciddi travmaya uğramışlardı. Hatay’da ise manzara çok kötüydü. Yüzlerce cenaze ortaya serilmişti, hepsi kaldırımda duruyordu. İnsanlar yakınlarını bulmaya çalışıyordu o sırada ve kimliklendirmeyi doğru yapmak önemliydi. Kayıp cenazelerin bir kısmının sebebi bu. Kimliklendirme doğru yapılabilseydi… Ama çok büyük bir kitlesel faciaydı.
Herkes için çok travmatik bir süreç. Bilincinizin arkasına atıyorsunuz ama travmatik süreç devam ediyor yaşantınızda. Mesleğim gereği çok fazla ölüm gördüm, ama herkesin aynı anda öldüğünü görünce çok etkilendim. Bu elde olan bir şey değil. Daha da travmatik olan şu; depremi oralarda yaşayan meslektaşlarımız var. Ve travmanın etkisi herkeste farklı oluyor.”