Erkan Baş’tan CHP’ye ‘sağcı aday’ şartı
Pergamon, Antik Çağ'da tıbbın ve kitabın en önemli merkeziydi. Rivayetlere göre 200 binden fazla cilt kitabın bulunduğu kütüphanesinin yanı sıra Pergamon mimarı yapılarıyla da hayranlık uyandıran güzelliğe sahip bir kentti. Burası aynı zamanda Anadolu'daki üç kolezyumdan birine ev sahipliği yapıyor.
Pergamon ya da bugünkü adıyla Pergamon, Antik Çağ dünyasının en gözde kentlerinden biriydi. Özellikle tıp ve kütüphanecilik konusunda dünyada belli dönemlerde akla gelen ilk şehir olan Pergamon, Lidyalılar, Persler, Büyük İskender ve sonrasında da Romalılar ile ihtişamlı günler yaşadı. O ihtişamlı günlerin bir nişanı olan Zeus Altar’ı, binlerce yıl yaşadığı topraklardan sökülüp Berlin’e götürülmese, bu özel antik belki bugünkü gibi buruk değil, kendinden çok daha emin ve gösterişli olacaktı. İzmir merkezine 100 kilometre uzaklıktaki bu antik kent, Bergama ilçe merkezine çok yakın bir noktada yer almaktadır. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bu güzel kente hazırsanız daha yakından bakalım.
Pergamon adının, Luvicedeki “barga” yani yüksek tepe kelimesinden türediği düşünülmekte. Yazılı belgelerde hakkında ilk kez milâttan önce dördüncü yüzyılda bahsedilen antik kent, kısa sürede büyük bir gelişme kaydetmişti. Parayı bulmalarıyla ünlenen Lidyalılar ile büyümeye başlayan kent, Pers fetihleri sonrası bir duraklama dönemi yaşasa da Büyük İskender ve sonrasında komutanlarının idaresindeki Helenistik Çağ’da gelişmeye devam etti.
Pergamon bu dönemde özellikle tıp alanında büyük ilerleme kaydederken Mısırlıların papirüsüne parşömenle cevap verdi. Parşömen, ince hayvan derisinden elde edilen ve üzerinde rahatlıkla yazı yazılabilen tabakaydı. Latincede Pergamon kağıdı anlamına gelen parşömen sayesinde antik kent, entelektüel anlamda büyük ilerleme kaydedebildi. İlaç tariflerinin yazıldığı bu parşömenler Orta Çağ’a kadar batılı üniversitelerde tıp eğitiminde ana kaynak olarak kullanıldı. Burada tabii Galenos’u da anmadan geçmek olmaz. Ünlü tıp bilginin kitapları tüm Avrupa’da ana kaynak olarak asırlar boyunca okutulmaya devam etti.
Roma döneminde önemini koruyan kente imparatorlar adına yapılar inşa edildi. Stratejik konumu nedeniyle Pergamon, imparatorluğun Efes ile birlikte bölgedeki en önemli iki kentinden biriydi. Efes’in aksine denize kıyısı olmayan dolayısıyla da liman ticaretinden faydalanamayan kent, ağırlığını entelektüel yönüyle ortaya koydu desek abartmış olmayız. Zira, Roma İmparatorluğu döneminde burada en az üç gymnasion bulunmaktaydı. Yine Roma dönemine denk gelen milâttan sonra birinci yüzyılda kentin nüfusu 120 bini aşmıştı. Antik Çağ için bu nüfus çok büyük bir sayı anlamına gelmekteydi.
Pergamon 14 bin kişilik antik tiyatrosuyla Efes’ten sonra dünyanın bu alandaki en iddialı yapılarından birine ev sahipliği yapıyordu. Ancak kenti iddialı kılan tek mimari yapısı antik tiyatro değildi. Anadolu’da sadece üç tane bulunan kolezyumlardan biri buradadır. Diğer ikisi ise Nysa ve Kyzikos’tadır. Tepedeki daha yoğun nüfuslu yerleşimin yanı sıra aşağı kent denen ve ovalık alanda konumlanan bölümde de daha mütevazı bir tiyatro bulunmaktaydı. Dört bin kişilik kapasiteye sahip olan bu tiyatro yapısı da aslında bazı antik kentlerin ana tiyatrolarının kapasitesinden daha fazla kişiyi ağırlayabilme özelliğine sahipiti.
Gelelim Pergamon tapınaklarına. Her antik kentte tiyatro yapılarıyla birlikte en çok ilgi gören mimari eserler bu tapınaklar olur. Bu durum burada da değişmiyor. Görkemli Trajan Tapınağı, milâttan sonra ikinci yüzyılda Roma İmparatoru Traianus tarafından yapımına başlatılmıştı. Ancak İmparator Traianus’un ömrü kendi yaptırdığı bu tapınağın açıldığını görmeye yetmedi. Halefi Hadrianus döneminde tamamlanan tapınak, imparator tarafından selefini onurlandırmak için Trajan Tapınağı olarak adlandırılmıştı.
Kalbimizi burkan, Pergamon bahsi her geçtiğinde canımızı sıkan o yapıya geldi sıra. Pergamon’un yukarı şehir kısmında yer alan ve müthiş bir manzarasıyla günümüzün Bergama merkezine hakim yamaçta 1867 yılına kadar Zeus Altarı toprağa gömülü olarak binlerce yıllık görkemini mütevazı bir şekilde gizliyordu. Almanların bölgede 1868-1878 yılları arasında gerçekleştirdiği kaçak kazılarla parça parça yurdundan sökülen altar, Berlin’e götürüldü. Daha doğrusu kaçırıldı. Zeus Altarı, günümüzde Berlin’in en çok ziyaret edilen müzesi konumunda olup anlamsız bir biçimde kentin simgesi haline de gelmiş durumda.
Pergamon Krallığı’nı yöneten Attalos Hanedanı tarafından milâttan önce ikinci yüzyılda inşa ettirilen altarın freskleri Antik Çağ sanatının başyapıtları arasında yerine almaktadır. 36 metre yüksekliğe sahip olan Zeus Altarı’nın sadece merdivenli kısmının yüksekliği ise 20 metredir.
Bu hüzünlü ayrılığı son bulması için hukuki mücadele devam ediyor. Zeus Altarı’nın çok da uzak olmayan bir gelecekte ait olduğu topraklara geleceğine dair umut taşımaya devam ediyoruz. Bir yanı eksik kalmış bu güzide antik kentin ardından rotamızı yarın Troya ile sonlandıracağız. Şimdi Ayvalık ya da Assos’ta mola vakti.