Efes antik kenti geceleri ışıl ışıl
10Haber antik kentler turu Efes'te. UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Efes, İyonyalılardan Romalılara uzanan tarihsel süreçte Doğu'nun Batı'ya, Batı'nın da Doğu'ya açılan kapısı oldu.
Efes, Antik Çağ’da dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. En görkemli döneminde 200 bin kişinin yaşadığı antik kent, İyonya’dan Bizans’a uzanan tarihsel süreçte büyük önem taşıyordu. İyonya’nın 12 şehir devletinden biri olan şehir, Helenistik dönemde sonrasında da Roma çağında ticaret sayesinde büyük gelişme kaydeder. Günümüzde denizin birkaç kilometre içinde kalan kanal limanıyla Akdeniz’e açılan kent, ticaret sayesinde hem zenginleşmiş hem de büyümüştü.
Roma’nın merkezi şehirlerinden biri olan Efes, Hristiyanlık için de en kutsal yerlerden biri haline gelir. Bu girişten sonra şimdi hazırsanız bu muhteşem kenti gezmeye başlayabiliriz. Gezerken doğayı dinlemek de güzel fakat bir şeyler dinlemek isteyenler için Loreena McKennitt’in ‘An Ancient Muse‘ albümünü tavsiye ederim. 10Haber olarak Likya ile başlayıp ardından da Karya ile devam ettiğimiz bayramlık antik kentler rotasında bu seferki durağımız İyonya’nın başkenti. Haydi başlayalım.
Efes, ilk yerleşim izleri altı bin yıl öncesine dayanan bir antik şehir. Hititler döneminde küçük bir yerleşim birimi olduğuna dair bulgular olmakla birlikte esas büyümeyi bugün Yunanistan’dan gelen kabilelerin yerleşmesiyle yaşıyor. Kendilerine İon diyen bu insanlara Persler, Yunan demiş, biz de onlardan aynı şekilde benimseyip kullanmışız.
İon ya da İyonların kurduğu ve 12 şehirden oluşan İyonya Birliği’nin merkezi konumundaki Efes, Miletos ve Priene gibi komşu kentlerle de etkileşim halindeydi. İyonyalılar sonrası bölgede başlayan Pers hakimiyetinde ihtşamını bir nebze de olsa kaybeden Efes, Büyük İskender’in Persleri yenmesiyle kaderinde de bir kırılma yaşar. Bugün ziyaret ettiğimiz yapıya o dönem yani milâttan önce üçüncü yüzyılda kavuşmaya başlayan şehir Helenistik Çağ’ın en görkemli kenti olur. Biz de bu kenti ikinci girişinden keşfetmeye başlıyoruz. Ana giriş değil de ikinci girişi seçmemizin nedeni ise oldukça basit: Yokuş aşağıya inmenin dayanılmaz hafifliği.
Tepe noktadan kentin sütunlu ana caddesi Kuretler’e girip yürümeye başladığımızda sağımızda bizi küçük agora sonrasında İsis Tapınağı ve ardından da Odeon karşılıyor. Dile kolay, 2400 yıl önce yüzlerce kişi kapasiteli ve muhteşem akustiğe sahip bir konser salonu bu. Büyülenmemek ne mümkün? Yokuştan aşağıya doğru inmeye devam ettiğimizde tabelaları takip edip sola döndüğümüzde biraz ileride bizi görkemli Pollio Çeşmesi karşılıyor. Birazdan değineceğimiz kilise yapılarını saymazsak bahsettiğimiz yapıların yaşının ortalama iki bin olduğunu hatırlatmakta fayda var. Şimdi Kuretler’e dönelim.
Domitian Tapınağına selam verip ana caddeye ulaştıktan sonra aşağıya doğru yürümeye devam ediyoruz. İşte, ileride Celsus Kütüphanesi beliriyor. Ancak ona gelmeden önce uğramamız gereken daha çok yer var. Görkemli sütunların rehberliğinde mermer kaplı caddede yürürken bizi Herkül Kapısı karşılıyor. Çifte sütunlu bu kapı bir Geç Roma eseri. Yani o da iki bin yaşında. Yolumuza devam ettiğimizde sağ tarafta Trajan Çeşmesi tüm heybetiyle turistlerin ilgisini çekiyor. Burası, antik kentte fotoğrafı en çok çekilen yerlerden biri. Roma İmparatoru Traianus’un anısına inşa edilen bu görkemli çeşme, kentte yaşayan zengin bir aile tarafından finanse edilmişti. Antik Çağ’da bu gibi iddialı yapılar, yöneticilerin gözüne girmek isteyen yerel zenginler tarafından yaptırılırdı. Neticede kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez. Neyse biz yolculuğumuza devam edelim. Henüz yorulmak için çok erken.
Efes’in baş döndüren heybeti karşısında yorgun düşmeye başlasak da pes etmek yok. Zira Trajan Çeşmesi’nin sol çaprazında yer alan Hadrianus Tapınağı bizi bekliyor. 20 Türk Lirası’nın arkasında resmedilen bu tapınak, adından da anlaşılacağı üzere Roma İmparatoru Hadrianus onuruna inşa edilmiştir. Milâttan sonra 138 yılında tamamlanan tapınağın dört frizi üzerinde Efes’in kuruluş ve gelişim hikâyesi anlatılır. Zira o dönem için de Efes, sürekli yaşamın devam ettiği tarihi bir şehirdir.
Böylesi görkemli ve planlı bir kentin, şehir planı da büyük önem taşıyor. Bunu da Miletoalu mimar Hippodamos’a borçluyuz. Büyük İskender’in komutanlarından ve sonrasında da kral olan Trakyalı Lisimahos’un emriyle kent, Hippodamos’un yılla evvel geliştirdiği ızgara planına uygun biçimde tasarlanır. Böylesi devasa bir kenti tasarlarken elbette tuvaleti unutmak olmaz. Hadrianus Tapınağı’nı geçtikten sonra aynı hizada karşımıza latrina çıkıyor. Hani hep merak edilir ya eskiden insanlar tuvalet ihtiyaçlarını nasıl gideriyordu? Efes gibi büyük bir şehirde yaşayanlar -ki oransal açıdan bu çok yüksek değildi- latrina adlı bu umumi tuvaletleri kullanıyordu. Burası tuvalet ihtiyacının giderildiği yer olmasının çok ötesinde bir işleve sahipti. Bugünlü alafranga tuvaletlerin benzeri yapıdaki latrinada, bugün beş yıldızlı otellerde yürütülen lobi faaliyetleri gerçekleştiriliyordu. Sadece o mu? Tabii ki hayır. Ticaret anlaşmaları ve gündelik hayatın olmazsa olmazı dedikodu için de burası ideal bir ortamdı. Elbette bir latrinadan bugünkü manada bir mahremiyet ve hijyen beklentiniz olmasın.
Bu kötü kokulu ortamın hem rahatsız ettiğinin hem de ilgi çektiğinin farkındayım. Ama rotamızı kokusuz ve çok çok daha nezih bir yöne doğru çevirmeye ne dersiniz. Kazıları yakın zamanda başlayan ve hâlâ devam eden Yamaç Evler’e doğru ilerleyelim. Zengin-fakir ayrımı yerleşik yaşama geçtiğimizden beri var. Kim bilir belki güç ve prestijle ilintili olarak mağaralardaki atalarımız arasında da o ayrım vardı. Neyse, biz konunun bizi ilgilendiren Efes kısmına dönelim. Belirtmekte fayda var. Türkiye’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı tüm müzelerine giriş hakkı sunan Müze Kart, sadece Topkapı Sarayı Haremi ve Efes’teki Yamaç Evler’de geçerli değil. Ancak burada ödeyeceğiniz ücret, mozaiklere ve Antik Çağ’daki gündelik yaşama dair özel bir ilginiz varsa hayli hayli hakkını vermekte.
Geç Roma döneminde inşa edilen ve muhtemelen yedi evden oluşan bu bölge, kentin en prestijli mahallesiydi. Bunu evlerin zeminindeki mozaiklerden anlıyoruz. Zeugma ve Hatay Arkeoloji Müzesi’nden aşina olacağınız türden figüratif mozaikler, dönemin sanat açısında ne denli ileride olduğunun güzel örneklerinden biri. Aradan geçen iki bin yıla rağmen estetik açıdan bu evlerin katbekat gerisinde olan binlerce yapıyı her gün görüyoruz, içinde yaşıyoruz. Bol merdiven tırmanmalı bu Yamaç Evler’den sonra Kuretler Caddesi’ne geri dönelim. Artık Celsus Kütüphanesi ile karşılıklı bakışma zamanı.
Celsus Kütüphanesi milâttan sonra 135 yılında tamamlanmıştı. Roma’nın Asya eyaletinin konsülü Tiberius Iulius Celsus’un oğlu için yaptırdığı bu sanat eserinin girişinde bilgelik, erdem, muhakeme ve bilimi temsil eden dört heykel yer alır. Ne yazık ki bu heykellerin orijinalleri Viyana’da sergilenmekte. Yüzlerce yıl boyunca yerli bir vaziyette olan Efes’in bu en ünlü simgesi Avusturyalı arkeologların restorasyon çalışmaları sonucu ayağa kaldırılmıştı.
Celsus Kütüphanesi’nin tam karşısında gölgelik alanda bir mola verip Antik Çağ’ın ihtişamına dalalım. İnsan burada otururken kendini bir an için Rönesans insanlarının yerine koyuyor. Bu hayranlık ve öykünme asla boşa değil. Rönesans ve sonrasında ortaya çıkan neo-klasizm bize eşsiz mimari eserler ve tablolar kazandırdı. Bunu elbette sanatçıların hünerlerine ama bir o kadar da ilhamlarını aldıkları bu Antik Çağ’a borçluyuz. Üstelik bu ilhamın ana durağı da günümüzde yaşadığımız Anadolu coğrafyası. Halikarnas Balıkçısı’na, arkeolog Fahri Işık’a hak vermemek elde değil. Bu düşünceler eşliğinde dinlendikten sonra yolumuzun kalan kısmını düz bir zemin üzerinde sürdüreceğiz.
Kütüphanenin hemen yanında yer alan Mazeus ve Mithridates Kapısı ile Efes’in tarihi Agorası’na açılıyoruz. Bu görkemli kapıyı yaptıran iki zengin hayatlarının bir döneminde köleydi. İmparator Augustus tarafında azat edilen Mazeus ve Mithridates, zaman içerisinde büyük zenginlik elde edince İmparator Augustus’u onurlandırmak için agoraya açılan bu kapıyı inşa ettirir. Bu vefakar kapıdan geçip eski dünyanın en önemli ticaret limanlarından biri belki de ilki olan Efes’in agorasına ulaşıyoruz. Agoradan günümüze ne yazık ki çok bir şey ulaşmamış durumda. Bizi, agoradan ziyade çok geniş bir alan karşılıyor. yolumuza devam ettiğimizde sağ tarafta devasa bir yapı karşımıza çıkıyor. Antik tiyatrolar, antik kentlerin olmazsa olmazıdır elbet ama bu bir başka özel ve güzel.
Farklı dönemlerde eklemler yapılarak nihai devasa haline ulaşan Efes Antik Tiyatrosu, günümüzde kapsamlı bir restorasyondan geçmekte. Bu yüzden antik tiyatronun yanı başında göreceğiniz vinci garpisemeyin. Üç katlı tribünle günümüze ulaşan antik tiyatronun toplam kapasitesi ise 25 bin kişi. Bu da Efes Antik Tiyatrosu’na dünyanın en büyük kapasiteli tiyatrosu olma özelliği kazandırıyor. Tıpkı Aspendos’da olduğu gibi burada da günün birinde klasik müzik ya da Akdeniz esintili konserleri izleme hayalimiz hâlâ capcanlı. Üstelik buna yurt dışında talip nice dünyaca ünlü yıldız da var.
Muhteşem akustiğini denemek için sahnede ven antik tiyatronun en yüksek noktasında garip sesler çıkarmaktan çekinmeyin. Zira zaten herkes bunu yapıyor. Test edildi, onaylandı: Burasının akustiği de muhteşem. Antik tiyatro gezimizin ardından Liman Caddesi boyunca sütunları takip ederek yürümeye devam edelim. Antik Çağ’da yaşayan insanlar olsaydık bu yol bizi doğrudan limana ulaştıracaktı. Ancak çağlar boyunca Küçük Menderes’in taşıdığı topraklar, tıpkı Miletos’u olduğu gibi Efes’i de denizden koparmış, uzaklaştırmış. Günümüzde Liman Caddesi, bizi antik kentin ana girişine ve Meryem Kilisesi’ne ulaştırıyor.
Bir karışıklığı önlemek adına buradaki kilisenin Meryem Ana Evi olmadığını en baştan belirtelim. Meryem Ana Evi buraya yaklaşık 25 kilometre uzaklıkta. Meryem ya da diğer adıyla Theotokos Kilsesi, dördüncü yüzyıla tarihlenen bir kilise. Ancak bu antik kentin Hristiyanlarca önemi sadece bununla sınırlı değil. İznik Konsülü’nde kabul edilen Dört İncil’den biri olan Yuhanna İncili, Aziz Yuhanna tarafından Efes’te yazılmıştır. Burası aynı zamanda İncil’de adı geçen ve tamamı Anadolu’da bulunan 7 Kutsal Kilise’den birine evsahipliği yapmakta. Ne yazık ki bu kiliseden günümüze ulaşan herhangi bir şey kalmamıştır.
Efes demişken bahsedilmesi gereken bir diğer yer de Artemis Tapınağı. Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan Efes Artemis Tapınağı’ndan günümüzde sadece bir sütun ayaktadır. Antik kente birkaç dakika uzaklıkta bulunan tapınağa varsa aracınızla gitmenizi tavsiye ederiz. Tapınağa dair en ilginç anektot, depremler ve değişen dini inançlar nedeniyle harabeye dönen tapınağın taşları Doğu Roma sonrası dönemde bölgede hakimiyet kuran Türkler tarafından bir caminin yapımında kullanılır. 1375 yılında Aydınoğlu İsa Bey tarafından yaptırılan caminin inşasında hemen çaprazındaki Artemis Tapınağı’nın taş kalıntıları kullanılmıştır.
Hazır Artemis Tapınağı’nın tek sütunlu kalıntısını görme bahanesiyle Selçuk ilçesinin merkezine gelmişken Efes Müzesi’ne de uğramadan olmaz. Kadim Anadolu kültürünün ana tanrıçası Kibele, ile İyonların Yunanistan’dan getirdiği Artemis kültürünün bir karışımı olan Efes Artemis heykeli, kültürlerarası alışverişe en çarpıcı örneklerinden biri konumundadır. Efes Antik Kenti’nin simgelerinden biri olan heykel, kentin kültürel zenginliğinin ve çok katmanlı yapısının da bir göstergesi.
Efes Antik Kenti birkaç paragrafa sığacak bir yer değil ama yazıyı artık burada sonlandırmak zorundayız. Yarınki rotamız Pergamon Krallığı’nın merkezi olacak. Şimdi Şirince’de bir konakta dinlenme zamanı. Yorgunluk kahvesi geldi bile.