Son Troyalıların mezarları gün yüzüne çıkarıldı
Troya Antik Kenti, insanlık tarihinin dönüm noktalarından biri. Bazı tarihçilere göre Doğu ile Batı arasındaki mücadelenin simgesel olarak başlangıcı da kabul edilen Troya'nın hazineleri, 1870'li yıllarda amatör arkeolog Schliemann tarafından talan edilmişti.
Troya Antik Kenti tarihte üzerine en çok konuşulan yerlerden biri. Doğu ile Batı arasında ayrımın keskinleştiği bu tarihi yer binlerce yıl boyunca farklı savaşlara da referans olmuştur. Rivayete göre hem Fatih Sultan Mehmet hem de Mustafa Kemal Atatürk, Troya’nın intikamını aldıklarını dile getirmiştir. Öte yandan Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale Boğazı’ndan geçmeye çalışan İngiliz gemilerinden birinin de adı Agamemnon’dur. Gemi, adını binlerce yıl önceki destansı Troya Savaşı’nda Anadolu kıyılarına çıkarma yapan Miken Kralı’ndan almaktadır.
Binlerce yıldır güçlü bir simgesel anlama sahip olan Troya Antik Kenti Çanakkale’nin merkeze bağlı Tevfikiye köyü yakınlarındadır. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de yer alan antik kentin hikâyesi, Homeros’un ‘İlyada’ destanıyla ölümsüzleşmiştir. Pek çok batılı entelektüel batı medeniyetini ‘İlyada’ destanıyla başlatır. Popüler kültürde kendisine sıklıkla yer bulan antik kent ve burada geçen efsanevi savaş, Wolfgang Petersen’in 2004 yapımı filmi ‘Troy’da da işlenmişti. Elbette artık şaşırtmayan tarihi hatalarla dolu filmin kadrosunda ise Brad Pitt, Eric Bana, Orlando Bloom ve Diane Kruger gibi isimler yer alıyordu.
Troya, İlion ya da Hititçedeki adıyla Vilusa, insanlık tarihinin en önemli yerleşimlerinden biridir. Likya’nın merkezi Patara’dan başladığımız ve kıyı boyunca ilerlediğimiz yolculuğu elbette böylesi bir kentle tamamlamak gerekirdi. Burası da tıpkı Milet ve Efes gibi bir liman kenti olmakla birlikte zaman içerisinde Karamenderes nehrinin taşıdığı alüvyonlarla dolmuş ve denizden birkaç kilometre uzaklaşmıştır.
Troya Antik Kenti’nin ilk yerleşimine dair izler milâttan önce 3200 yılına kadar gitmekte. En az 5200 yıllık bir geçmişi bulunan antik kent, Çanakkale Boğazı’nın girişine yakın konumu, her daim rüzgarlı havası ve artık toprakla dolmuş korunaklı koyuyla yerleşim için ideal bir bölgeydi. Milâttan önce 2600 yılından sonra yapılaşmanın artmaya başladığı antik kentin ilk sarayı bu döneme tarihlenir. Anlattığımız antik kentler içerisinde tiyatro bakımından en mütevazı yer burasıdır. Bunun nedeni de Troya’nın en görkemli yıllarını bu tip mimari yapıların ortaya çıkışından önce olmasıdır. Yine de Troya’da kalıntılarına ulaştığımız küçük bir antik tiyatro bulunmaktadır. Fakat bu tiyatro şimdi detaylarını daha çok vereceğimiz Troya Savaşı’ndan yüzlerce yıl sonra inşa edilmiştir.
Troya Antik Kenti’ne Müze Kartınızla girdikten sonra tabelaları takip ederek bu efsanevi kentin duvarlarına ulaşıyoruz. Mimari açıdan Patara, Pergamon hele ki Efes kadar büyük bir görkem vaat etmese de onlardan çok daha eski bir insan yapımı eserle karşı karşıya olmanın yarattığı heyecanın tarifi zor. Birkaç yıl önce yapılan platform, kentin yüzüyiyle olan temasımızı biraz kesmiş olsa da özellikle yaz aylarında bir akşamüstü günbatımı esnasında burayı ziyaret etmek bence çok doğru bir seçenek. Her daim rüzgarlı havasıyla yazın bunaltıcı sıcağının etkisini azaltması ve güneş ışınlarının binlerce yıllık taşlarda bıraktığı etki gerçekten görmeye değer.
Tarih boyunca depremler nedeniyle sürekli yıkılan Troya Antik Kenti, bu yüzden pek çok farklı katmana sahiptir. Farklı devirler ve kültürlerin izlerini bulabileceğiniz antik kentte Hititlerin akrabaları Troyalılardan Romalılara kadar nice medeniyet gelip geçti. Ancak bu kente zarar veren tek şey ne yazık ki depremler değildi. Milâttan önce 1200’lerde gerçekleşen savaş, kentin kaderini tamamen değiştirdi.
İzmirli ozan Homeros’un 2200 yıl önce insanlığa armağan ettiği ‘İlyada Destanı’na göre Troya kralı Priam, Akhaların Kralı Agamemnon ile ilişkilerini geliştirmek için büyük oğlu Hektor ile küçük oğlu Paris’i elçi olarak gönderir. Araştırmalar sonucu elde edilen bulgular Agamemnon’un, stratejik öneme sahip bı bereketli toprakları ele geçirmek istediği yönünde. Muhtemelen Priam da bunun önüne geçebilmek adına böyle bir hamle yapmıştı. Ancak hesap edemediği bir şey vardı. Küçük oğlu Paris, ağırlandığı saraydaki bir kadına, güzelliğiyle ünlü Helen’e aşık olur. Helen, Agamemnon’un kardeşi Miken kralı Menelaos’un karısıydı. Üstelik Paris’in aşkına Helen de karşılık vermişti. Hâl böyle olunca heyet, Akha topraklarından ayrılırken Helen de gizlice aralarına karışır ve Paris ile birlikte kaçar. Ne büyük diplomatik skandal!
Bu olay Agamemnon’a bir süredir göz diktiği Troya’ya saldırmak için aradığı bahaneyi verir. Akha kralı, neredeyse tüm Yunan şehir devletlerinden ordu birlikleri toplayıp Çanakkale Boğazı’na doğru yola çıkar. Karaya yapacağı çıkarma öncesinde Bozcaada’da mola verir. Mola sonrasında da tahminlere göre 10 yıl sürecek olan savaş başlar. Akhalar ve müttefiklerinin askerleri Troya sahillerine çıkarma yapar. Ancak kentin surları oldukça güçlüdür. Büyük savaşçı Aşil bile bu koca surları aşamaz. Priam’ın büyük oğlu Hektor ile surların önünde giriştiği düelloda tam galip gelecekken topuğuna isabet eden mızrakla öldürülür. Bir süredir başarısızlıkla devam eden kuşatmanın üstüne bir de bu olayın eklenmesi Yunan kıyılarından gelen orduların moralini bozar. Kuşatmanın artık kaldırılması gerektiği dahi söylenmeye başlar.
Ordularda homurdanmalar artarken komutan Odysseus’un aklına sinsi bir fikir gelir. Troya’ya savaştan çekildiklerini ilân edip onlara hediye olarak bir tahta at hediye edeceklerdi. Gece karanlığında surların önüne bırakılmış devasa tahta ata anlam veremeyen Troyalı askerler, onu kentin içine alır. Tahta atın içindeki Akhalı askerler doğru zamanı bulup saklandıkları bu yerden çıkar ve kentin kapılarını ordularına açar. Sonrası bilindik hikâye. Yağmalanan ve yakılan bir kent ile katliama uğrayan bir halk. Neyse ki bu katliamdan kurtulanlar da oldu.
Romalı şair Vergilius’un destansı anlatısında Aeneas, Troya düştükten sonra yanına almayı başardığı kent sakinleriyle birlikte uzun bir yolcuğa çıkar. Libya kıyılarına kadar gider. Sonrasında da Etrüsk diyarına ulaşır. Burada kök salan Aeneas’ın soyundan gelen torunları Romulus ve Remus, Roma kentini kurar. Hikâyenin sonrası ise Roma uzun yıllar antik dünyanın tek hakimi olacak bir imparatorluğa dönüşecektir. Hatta zaman içerisinde Troya da bu devletin bir parçası olacaktı. Roma’nın güç kaybetmesyle aynı dönemde kentin nüfusunda da büyük düşüş yaşanmaya başlar ve kent bir nevi kaderine terk edilir.
Gördüğünüz üzere Troya destansı savaşı ve sonrasındaki gelişmeleriyle insanlık tarihinin bugününe de damgasını vuruyor. Antik kentteki kalıntıların ardından Troya’ya dair detaylı buluntuları ve tarihsel bilgileri hemen yanı başına inşa edilen müzede görmek mümkün. Açıldığı 2019 yılından bu yana dünyadan pek çok ödül kazanan Troya Müzesi hem mimarisi hem de koleksiyonuyla alanında en iddialı müzelerden biri. Ne yazık ki Heinrich Schliemann’ın 1870’lerde yaptığı kazılarda bulduğu paha biçilemez takılar ve diğer tarihi eserler önce Almanya’ya kaçırılır. İkinci Dünya Savaşı sonrası da bu tarihi eserler, savaş ganimeti olarak Ruslar tarafından alınır. Büyük bir bölümü Moskova’daki Puşkin Müzesi’nde sergilenmekte.
Bayramın ilk günü Likya Birliği’nin merkezi Patara’dan başladığımız antik yolculuk Troya’da son buldu. Bir başka yolculukta görüşene değin hoşça kalın.