10Haber Berlinale günlüğü: ‘En Sevdiğim Kek’ ödüle yakın bir İran filmi
Berlin Film Festivali tüm hızıyla devam ediyor ama Almanya'da hava mevsim normallerinin çok üzerinde seyrediyor. Sokaklarda ise kaygı var. Enflasyon ocak ayında % 2,8’e düşmüş. Sürekli grev var. Bir gün uçaklar kalkmıyor, ertesi gün trenler!
Bugün biraz havadan sudan yazacağım. Mecburen. İzlediğim bazı filmler hakkında sadece birkaç cümle etmenin yeterli olacağının farkına vardım. Bu nedenle 15 gündür sokaklarında dolaştığım Almanya’yı biraz anlatayım diye düşündüm.
Almanya’da hava şubat ayı için düşünülemeyecek kadar ılıman. Ara sıra yağmur yağıyor ama 15 dereceyi ve güneşi bile gördük. Almanlar yine de mutsuz. 45 yıl önce de aynıydılar, hiç şükretmeyi bilmiyorlar! Enflasyon ocak ayında % 2,8’e düşmüş. Yine de herkes gelecek korkusu ile yaşıyor! Sendikalar toplu sözleşmelerde % 12,5 zam talebi ile işverenleri zorluyor, sürekli grev var.
Bir gün uçaklar kalkmıyor, ertesi gün trenler. Çiftçiler traktörleriyle yolları kapatıp kentlerin en şık caddelerine gübre döküyor. Birkaç hafta evvel kötü niyetli olduğunu düşündüğüm bir kabare sanatçısı bir televizyon kanalında Almanya’daki süt üreticilerinin yarısının tekelleşme nedeniyle ürünlerini ülkenin beş büyük firmasından birine satmak zorunda olduklarını, bu nedenle de maddi sıkıntı çektiklerini söyledi! Umarım doğru değildir.
İnsanlar her gün sokaklarda gösteri yapıyorlar. Tabii burada polisin de biraz suçu var! Basacaksın cobu, bak bir daha evlerinden dışarı çıkmaya cesaret edebilirler mi? Sonuçta Almanlar’ın yaptığı resmen nankörlük! Doğru, Almanya’da da fiyatlar biraz artmış, ama Türkiye’deki gibi % 200 değil.
Geçen yıl havaalanından bindiğim taksinin Kayserili sürücüsü söz Türkiye’den açılınca “Burası da çok pahalılandı” demişti. Ancak fiyat artışlarını kıyaslayınca Almanya’da yaşamanın daha kolay olduğu söylenebilir. Su da Türkiye’den daha ucuz, yemekler de. Türkiye derken İstanbul, Çeşme ve Bodrum’dan söz etmiyorum. Yanlış anlaşılmasın.
Televizyon kanallarında Türkiye reklamları var. Zavallı Almanlar akıllarına esip ülkemize gelirlerse her gün artan fiyatları gördüklerinde çok şaşıracaklar. Eskiden Almanlar daha ucuz diye Türkiye’ye gelirken artık Türklerin daha ucuz diye Almanya’ya gitmeleri söz konusu olabilir. Şaka yapmıyorum. Tabii eğer vize alabilirlerse.
Almanların bizi neden kıskandığına gelince, sanıyorum Türklerin sabrını ve duyarsızlığını kıskanıyorlar. Ülkede kötü şeyler yaşanmıyormuş gibi, uysalca günlük işlerini yapmalarını ve en büyük dertlerinin “Galatasaray’ın pozisyonu penaltı mıydı?” olmasını kıskanıyorlar. Ne yapalım? Kıskanmaya devam etsinler. Onlar öyle, biz de böyleyiz.
Ara sıra buradaki gazetelere göz atıyorum ve eğlenceli haberlere rastlıyorum. Almanya’nın eski milli futbolcusu Lukas Podolski ortağı olduğu Mangal döner zincirinin sekizinci şubesini 3 Mart’ta Berlin’de açacakmış. Haberden ayrıca Berlin’de binden fazla dönerci olduğunu da öğrendim. Türkiye’de döner işleri iyi gitmeyenlere duyurulur. Burada hala dönerden ekmek kazanılabiliyor.
Ne tuhaf, Almanlar 45 yıl önce dönerin adını bile duymamışlardı. O zaman sadece Yunanlıların ‘giros’u vardı. Uğraştık, didindik, döneri ve sarımsağı Almanlara yedirmeyi becerdik.
Olivier Assayas’ın Altın Ayı için yarışan ‘Suspended Time’ (askıya alınmış, durdurulmuş zaman diye mi çevirsek?) yönetmenin Covid-19 pandemisi sırasında tuttuğu günlükten yola çıkılarak çekilmiş. İkisi de boşanmış olan, film yönetmeni ve müzik eleştirmeni kardeşi, çocukluklarının geçtiği babadan kalma taşra evinde, sevgilileri ile beraber salgının bitmesini bekliyor. Assayas’ın kardeşinin de gerçek hayatta müzik eleştirmeni olduğunu belirtelim.
Covid günlerinde hepimizin karşılaştığı sorunları, zorunlu karantina altındaki dört karakter de yaşıyor. Eller nasıl yıkanacak? Alışverişten sonra paketler kaç saat güneşte bekletilecek? Farklı kişiliklere sahip iki kardeş birçok konuda anlaşamıyor, biri daha takıntılı, diğeri son derece rahat. Bu yüzden sürekli tartışma çıkıyor.
Ya yönetmenin dış sesi, ya da makinalı tüfek hızındaki diyaloglarla son derece geveze olan filmde bol bol sinemaya ve sanata gönderme de var. Filmde bir dakikalık sessizlik olsaydı, kamera biraz çiçek, böcek, ağaç, toprak, gökyüzü gösterseydi, izleyiciler de bir nefes alsaydı, çok iyi olacaktı.
Filmin en büyük sorunu ise çok eskimiş olması. Pandemi tam dört yıl önce, Şubat 2020’de, biz Berlin’den ayrıldıktan birkaç hafta sonra ortaya çıkmıştı. İnsan kötü anılarını çabuk unutuyor. Tümüyle karantina dönemini anlatan bu filmi neden yapmışlar, anlaşılır gibi değil. Muammer Brav filmi sevdiğini söyledi. Ancak Muammer Frankofondur, belki Fransızca dinlemek ona iyi gelmiş olabilir. Ben pandemi döneminde çok daha ilginç kısa videolar izlediğimizi anımsıyorum. Hiç olmamış!