Sinemacıların insani hikayelerini o bize anlattı!
Bugün sinemamızın Küçük Hanımefendisi Belgin Doruk ölüm yıldönümü ve Doruk yıllar sonra tam da istediği gibi hatırlanıyor. O mitolojik güzelliğiyle. Oysa o güzelliği hem şansı hem de kabusu oldu Belgin Doruk'un.
Fenerbahçe Parkı’nın girişinde 2013’ten beri Türk sinemasının klasiklerinden ‘Küçük Hanımefendi’nin oyuncuları Belgin Doruk, Ayhan Işık ve Sadri Alışık’ın bronz heykelleri var. Heykeltıraş Ümit Öztürk eserinde onları film çekim sahnesinde ölümsüzleştirmek istemiş. ‘Küçük Hanımefendi’ zamanın hışmına rağmen öylece filmdeki haliyle gelip geçenlere bakıyor.
Ama bugün, tam da Belgin Doruk’un ölümünün 29. yıldönümünde bu heykelin önünden geçenlerden kaçı sinemamızın ‘Küçük Hanımefendisi’ni hatırladı, bilemiyorum. Oysa Ayhan Işık ile birlikte Yeşilçam’ın ilk starlarındandı Belgin Doruk. Unutulmuşluğunda onun da son dönemini gözden ırak geçirme tercihinin etkisi olabilir belki. Çünkü çok erken bıraktı sinemayı. 1952’de başladığı sinema macerasını 1975 sonlandırdığında 39 yaşındaydı.
Kökleri Osmanlı dönemine uzanan bir aileden geliyordu. Annesi şair Refet Hanım’dı ve Yaşar Nabi’nin Varlık dergisinde şiirleri yayımlanmıştı. Babasının işi nedeniyle Ankara’dan İstanbul’a taşınınca Bakırköy’ü mesken tuttu aile. O da bu semtte büyüdü. 1952 yılında tam da 16 yaşındayken ailesinden gizli katıldığı Yıldız dergisinin yarışmasında Ayhan Işık ile birinci seçilince ikisinin de sinema macerası başladı. Göz kamaştırıcı bir güzelliği vardı. Onunla ilk söyleşiyi yapanlardan Zafer Sülek bu güzelliği “Masallardaki mitolojik güzeller gibi gülerken yanaklarında güller, karanfiller misali gamzeler açıyor. Evet, rengarenk çiçeklerle donatılmış bir bahçeye dönüşüyor Belgin’in yüzü” diyerek anlatacaktı.
Sinemamızda Yeşilçam sistemi yeni yeni kurulurken sistemin ilk starlardan biriydi ama bu yıldız dünyasının nasıl bir kabusa dönüşebileceğini ilk öğrenenlerden de biri oldu Belgin Doruk. ‘Çakırcalı Mehmet Efe’nin Definesi’ filmiyle sinemaya adım atan oyuncu, daha sonra ‘Ölüm Korkusu’ ve ‘Çölde Bir İstanbul Kızı’ filmlerinde rol aldı.
1953’te Faruk Kenç’le çektiği üçüncü film olan ‘Köroğlu Türkan Sultan’da yönetmenle yakınlaşmaya başladı. Kenç’in kökeni Osmanlıya dayanıyordu. Enver Paşa’nın yeğeniydi. Lakin aralarında 27 yaş vardı. Annesinin itirazlarına rağmen Kenç ile evlendi Doruk. Tipik genç kız ile olgun ve sektördeki güçlü erkek ilişkisi olarak tarif edilir bu evlilik, ama öyle değildir. Doruk “Ben gerçekten aşıktım, gözüm ondan başkasını görmüyordu” diyecektir.
18 yaşında anne oldu Belgin Doruk. Ama bu işine engel değildi. Zeki Müren ile ‘Son Beste’, ‘Kırık Plak’, Göksel Arsoy ile ‘Samanyolu’ filmlerinden sonra artık bir stardı o. Lakin Kenç’in başrolünde Doruk’un oynadığı iddialı filmi ‘Ölmeyen Aşk’ filmi seyirci ilgisine mazhar olmayınca Kenç 16 yıllık film şirketini kapatmak zorunda kaldı. Belgin Doruk’un starlığı bile kurtaramadı onu. Eşiyle aralarındaki yaş farkı bu krizi daha da derinleştirdi. Doruk da bu krizli dönemde gönlünü yapımcı Özdemir Birsel’e kaptırdı. Kenç altı yıllık evliliği bitirme kararı alsa da boşanma kolay olmadı. Doruk sonra Birsel ile evlendi.
Ama tam da Kenç ile sorun yaşadığı dönemde Ayhan Işık’la birlikte oynadığı ve kendi sinema personasını yarattığı ‘Küçük Hanımefendi’ filmiyle zirveye çıktı Doruk. Sülek’in tarif ettiği güzellik, sinema perdesinde ziyadesiyle gözükmüştü çünkü. Artık büyük bir stardı sinemamızda. ‘Küçük Hanımefendi’deki güzelliğini koruması hayatiydi onun için. Ki yapımcıların da büyük baskısı vardır üzerinde. Kilo almamak için amfetamin içerikli zayıflama haplarına yöneldi. Fakat kullandığı ilaçlar zamanla hormonal dengesini ve psikolojisini bozacaktı. 1970’lere kadar her şey yolunda gitti. Filmler çekti, sinema tarihine geçecek ve kendi sinema personasını güçlendirecek filmlerdi bunlar.
Ama sonrası biraz sancılı olacaktı. Bir noktada hayatın iplerini elinden kaçırdı. Bunalımdan çıkmak için aldığı ilaçlara bağımlı hale geldi. Ve bir gün sinir krizi geçirdi. Gözünü Fransız Lapaix Hastanesi’nde açtı. Starın çöküşü dönemi yaşanıyordu. Belgin Doruk, Bircan Usallı Silan’ın ‘Acı Dolu Yıllar’ kitabında “Acı dolu bir andı! Titriyordum, ağlıyordum, hıçkırıyordum. Beni beyaz, geniş, kolalı şapkalı hemşireler alıp uzun taş koridorlardan geçirdi. Soğuk bir odaya koydular. Kimsenin beni buraya kilitlemeye hakkı yoktu. Ancak hemşire arkasına dönüp bakmadı bile. Bir süre sonra sesim oradaki öteki seslere, çığlıklara karıştı. Hiç unutmuyorum, bir keresinde kolumda uzun demir serum çubuğu ile ayağımı sürüye sürüye tuvalete gittim. Tuvaletten dönerken serumum kolumdan çıkmış ve kanım yerlere saçılmıştı. Hemşireden dikkatli olmadığım ve yerleri kirlettiğim için inanılmaz bir fırça yedim. Bunu sineye çekemeyip ağlama krizine tutuldum. O ilk gece nasıl geçti, inanamıyorum. Korkunçtu. Ertesi gün beni özel şok odasına aldılar. Narkoz verip şok uyguladılar. İşlem bittikten sonra kayabalığı gibi yalpaladığımı hatırlıyorum. Şok tedavi denen riskli olayı bana üç dört kez uyguladılar. Kilitli kapılar ardındaki esaretimin sona ereceği anı dört gözle bekliyordum” diye anlatacaktı hastanede yaşadıklarını.
Sonrasında 120 kiloya kadar çıktı. Dönemin medyası da acımasızdı. “Tombul Hanımefendi” başlıkları attılar onun için. Herkes onu mitolojik güzelliği ile hatırlasın istediği için 39 yaşında sinemayı bıraktı. Sonra da adeta inzivaya çekildi. Son yıllarında kişisel ve ekonomik sorunları nedeniyle kendini yalnızlaştıran Doruk’un evlilik ilişkisi de sıkıntılıydı. 34 yıllık eşi Özdemir Birsel gönlünü asistanı Gönül Çağlar’a kaptırmıştı. Ama Doruk bunu hiç öğrenemedi. 26 Mart 1995 tarihinde Türkiye, Belgin Doruk’un ölüm haberiyle yıllar sonra ilk defa haber aldı ondan. Ama acı bir haber. 59 yaşında kalp yetmezliği nedeniyle vefat etmişti. Eşi Özdemir Birsel’in Çağlar ile ilişkisi de Doruk’un vefatından sonra ortaya çıktı.
Güzelliği ile girdiği sinema dünyasında Yeşilçam’ı inşa edenlerden biri oldu Belgin Doruk. Ama hem kendi kaygıları hem de Yeşilçam’daki yapımcıların baskısıyla, seyircinin ve kameranın çok sevdiği güzelliğini koruma tutkusu onu çöküşe sürükledi. Doruk da hep ‘Küçük Hanımefendi’ olarak kalmak için yalnızlığı tercih etti. Ve Yeşilçam filmleri gibi bir hayatın gerçek karakteri olur. Lakin başardığı bir şey var. O hala Küçük Hanımefendi olarak, o mitolojik güzelliği ile hatırlanıyor.