Uzayda bir kovboy, takside bir yıldız var!
2014'te başlayan 'Adalet' serisi bu hafta vizyona giren 'Adalet 3: Son' filmiyle sona eriyor. Yönetmen Antoine Fuqua bu üç filmlik seride bireyden kurumlara ve ülkelere yayılan küresel bir ahlaki çürümenin resmini ortaya koyuyor.
Demokratik dünyada yargı eliyle adalet sağlanamadığı zaman, eli silahlı adamların sokaklarda kişisel adalet sağlama görevini kendilerine iş edinmeleri sinemada sıklıkla işlenen bir tema. İşlenir işlenmesine ama bu tür filmler, var olan adaletsizliği kitlelere daha da kanıksattığı teziyle haklı eleştirilerle karşı karşıya kalır.
Çok sevilen ‘Kirli Harry’, sonrasında ‘Taxi Driver’ bizden bir örnek vermek gerekirse ‘Yıkılmayan Adam’ gibi iz bırakan filmlerin açmazı da biraz budur. Lakin bu açmaza ve bu tür eleştirilere rağmen kişisel adalet sağlama refleksi sinemada her daim karşımıza çıkar.
80’li yıllarda TV’de gösterilen ‘The Equalizer’ dizisinden uyarlanan ‘Adalet’ filmi 2014’te gösterime girince bu film için de benzer bir eleştiri getirildi. Fakat yönetmen Antoine Fuqua açısından stilize bir aksiyonla dönemin harala gürele aksiyon anlayışına da tersten bir meydan okumaydı film. Bu meydan okumayı seyirci de sevdi. 2018’de ikincisi ve geçen cuma itibariyle de üçüncüsü beyazperdeye taşındı.
Filmimizin odağında eşini kaybettikten sonra Boston’da sıradan bir hayat yaşamayı tercih eden, eski CIA mensubu Robert McCall (Denzel Washington) var. Titiz, takıntılı düzeyde düzenli, uyku sorunu yaşayan lakin profesyonel bir katil. Daha doğrusu vatan millet aşkına emirlere uymuş kağıtta kimin adı yazılıysa öldürmüş. Lakin o günler eskide kalmış. Serinkanlı da olsa büyük bir vicdan azabı içinde. Kullanıldığını anlamış durumda. Yeni hayatında nedamet getirip adalet dağıtıyor. Bunun için de herkesin bir ikinci şansı hak ettiğini düşünüyor.
İlk filmde gittiği kafede sohbet ettiği ve fuhuş batağına düşen bir genç kız için adalet dağıtmaya karar vermişti. ABD’deki Rus mafyasını tek başına yerle yeksan etmişti. Tabii bunu yaparken polis teşkilatındaki çürümeyi de gözler önüne sermişti. Ki Boston Polis Teşkilatı’nı başka filmlerden de biliyoruz. Suç örgütleriyle işbirliği konusunda namlı bir teşkilat.
İkinci filmde çürümenin aslında CIA’ye kadar uzandığını anlattı. CIA’de üst düzey görevli olan ve çok sevdiği dostu öldürülmüştü, öldüren de eski mesai arkadaşlarıydı. Gözünü kırpmadan onlardan intikam aldı. Lakin tam da bu noktada yönetmen Antoine Fuqua, kahramanımızı aslında modern bir western’in içine bırakmıştı. Anladık ki yönetmen ABD’deki adaletsizliğin günümüzdeki adaletsizliğin Vahşi Batı seviyelerinde seyrettiğini ima ediyordu. Ki hukuk herkes için gerekli ilkesinin tüm dünyada yara aldığı bu zamanlarda bu imanın çok da temelsiz olduğunu kim söyleyebilirdi ki?
Fuqua-Washington ortaklığının üçüncü halkası ‘Adalet 3: Son’ ise çürümenin küreselleştiğini anlatıyor. İtalya’yı mesken tutuyor bu sefer hikaye. Kendi halinde yaşayan insanların hayatlarını zehir eden Napoli merkezli İtalya mafyası Camorra kahramanımıza bulaşıyor. Camorra terörü finanse eden bir uyuşturucu ticaretinin merkezinde. Bir yandan Ortadoğu’dan gelen uyuşturucu ticaretinin sevkiyatını yaparak İtalyanları zehirliyor. Öte yandan kazanılan parayla da teröristler İtalya’da terör eylemleri yapıyor.
Tabii kahramanımızın bu işi çözmesi çok zor olmuyor. Ve bu işi CIA’ye bildiriyor. Ve herhangi birine değil, ikinci filmde öldürülen Susan Plummer (Melissa Leo) masa başı görevi yapan kızı Emma Collins’e. Ki Collins’i oynayan ise ‘Gazap Ateşi’nde Denzel Washington’ın koruduğu Dakota Fanning.
Tabii bu anlatılan hikayenin özü… Yoksa filmde Robert McCall yine adalet dağıtıcısı. Boston’da emekli ikramiyesine el konulan bir emeklinin parasının peşine düşüyor aslında. Hani Ahmed Arif “Bunlar, engerekler ve çıyanlardır. Bunlar, aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır” diyor ya, McCall da işte bize zamanımızın engerek ve çıyanlarının nasıl iş çevirdiği ve ekmeğimize göz koyduğunu anlatıyor. Küresel bir çıyanlık yani…
Üç filmlik seri finalize edilirken Antoine Fuqua’nın bireyden kurumlara ve ülkelere oradan da dünya geneline küresel bir ahlaki çürümenin resmini çektiği söylenebilir. Bir katili bile çileden çıkartacak bir çürüme netice itibariyle yaşadığımız dünya. Fuqua, ilk filmdeki gibi daha stilize ve sakin bir aksiyona meylediyor yeniden. Kötücüllük karşısına da sıradan insanın iyiliğini koyuyor. Bir arada ve dayanışarak kötülüğe rahmet okutulacağına dair bir bakışı var yönetmenimizin.
Üç filmin önemli ortak özelliği McCall’ın yaptığı iyiliğin muhatapları tarafından bilinmemesi. Mucizevi bir dokunuş yani onlar için. Bu mucizevi hallerde bir inanç propagandası elbet var ama bunu çok ince görerek yapıyor filmler… Tanrı’ya güvenin gibi yola çıkıyor filmin gizli mesajı ama biz biliyoruz ki McCall marifetleri bunlar.
Yani ‘Adalet’ serisini sonlandırırken bize genel durum hakkında bir reçete sunamıyor. Yani işimiz mucizelere kalmış durumda.