Haftanın kitabı: Edebiyatın evrensel tarihi
Füruzan hayatı boyunca edebiyatımızda isyanın temsilcilerinden biri oldu. Başlangıcından bu yana tarihi bir olaya, 'Füruzan Olayı'na tanıklık etmekten mutluluk duyuyorum. Onu son kitabı 'Akim Sevgilim' ile uğurluyorum.
Füruzan’la edebiyatımızın büyük yazarlarından birini daha kaybettik. 1972 yılında yayımlanan ‘Parasız Yatılı’ adlı ilk öykü kitabıyla büyük çıkış yakalamış, ardından gelen -hikaye, roman, şiir, anı, gezi, oyun türünden- eserleriyle edebiyatımızda kalıcı bir yer edinmişti. 70’li yılların en önemli isimlerinden biri hiç kuşkusuz Füruzan’dı.
Füruzan ya da asıl adıyla Feruze Yerdelen 29 Ekim 1939’da, Balkan göçmeni bir ailenin kızı olarak İstanbul’da dünyaya geldi. Maddi zorluklar yüzünden ilkokulu beş farklı okulda okumak zorunda kaldı, ancak babasının vefatı dolayısıyla orta eğitimini tamamlayamadı. Ama okumaya ilgi duymaya başlamıştı bir kere.
İlk gençlik yıllarında şiirler ve kısa öyküler yazdı, konservatuar, tiyatro ve radyoculuk dersleri aldı. 1950’li yıllarda tiyatrocu olmak istiyordu, ama ilk öyküsü ‘Olumsuz Hikaye’ (1956) Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nde yayımlanınca tümüyle edebiyata yöneldi. Öyküleri Türk Dili, Yenilik ve Pazar Postası gibi dergilere kabul edildi. Füruzan’a göre ilk dönem ürünleri ‘bakış açısı olmayan edebiyat denemeleri’ydi.
1960’lı yılların ortalarından itibaren öykülerine -Dost, Yeni Dergi ve Papirüs gibi- dönemin saygın dergilerinde yer verilmesi ile birlikte Füruzan edebiyat dünyasında görünürlük kazandı. “Özellikle de 1968’de Papirüs dergisinde yayımlanan ‘Taşralı’ adlı hikâyesinden sonra dikkatle izlenen bir kalem oldu” diyen dönemin önemli eleştirmeni Mehmet H. Doğan’ın ‘Füruzan Olayı’ başlıklı yazısı parlak bir kariyerin başlangıç anını yakalaması ve bugünlere uzanan bir tespit olması bakımından anlamlıdır.
‘Olay’ın başlangıcının 1968 isyanına denk gelişini de bir o kadar anlamlı buluyorum. Zira gerek siyasi düşünceleri, gerek öykülerinin niteliği ve ödün vermez kişiliğiyle Füruzan hayatı boyunca isyanın edebiyatımızdaki temsilcilerinden biri olacaktı.
Olay şöyle gelişti: Ve nihayet ilk kitabını hazırladı: ‘Parasız Yatılı’ (1971). 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı’na -hem de bu ödülü alan ilk kadın yazar olarak- kazandığında övgü dolu sözlerle selamlandı Füruzan. Ece Ayhan’a göre hikayeye saygınlık kazandırmıştı: “Nicedir Türk edebiyatında haslık, sahicilik beklenir bir özellikti.” Ülkü Tamer ise uzakgörülü bir tespitle ‘Parasız Yatılı’yı ‘çağdaş bir klasik’ olarak nitelendirecekti.
Öykücülük kariyerini ‘Kuşatma’ (1971) ve ‘Benim Sinemalarım’ (1973) ile sürdürdü. Doğrudan siyasi söze, gençlik eylemlerine yer vermemişti ama yoksulluk vardı, kapitalizmin yol açtığı ahlaki çöküntü vardı ve hepsinden önemlisi vicdan vardı, vicdanlara seslenen bir yazar vardı bu hikayelerde. Ahlak ve vicdan Füruzan’ın sosyalizmi yorumlama tarzıydı.
1974’te yayımlanan ve 1975’te Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü de kazanan ilk romanı ’47’liler’ o dönemde büyük yankı uyandırmıştı. Bugün bile pek çok kişi Füruzan adını 1974 tarihli ’47liler’ romanıyla hatırlar. 12 Mart sonrasında yayınlandığında ne çok sevilmiş ne çok tartışılmıştı ’47’liler. ’47’liler’ ya da Türkiye solunun tarihine 68’liler diye geçenler, “kabaca 1945 ila 1950 doğumlu, şehirli orta sınıf çocukları”…
47’li abi ve ablalarına bakarak yollara düşen devrimci gençler romanı kolayca benimsemişti. O zamanlar solculuğun olmazsa olmazı kitapları vardı ve ’47’liler’ onların arasına kolayca katılmıştı. ’47’liler’ yakın tarihin dramatik bir dönemini, 12 Mart darbesinin mağduru olan gençleri, kadın sorununu, Cumhuriyet’in büyük kentlerde ve taşrada izlediği seyri ele alışıyla önemliydi o zamanlar, bugün de değerinden hiçbir şey kaybetmedi.
Ama kolay okunan bir roman değildir ’47’liler’. Zorluğu dilinden ya da romanın teknik özelliklerinden kaynaklanmaz. Çok ağır bir duygusal yoğunluk, ağdalı olmayan derinlikli bir hüzün, yitik bir kuşağın acılarını barındırır Füruzan’ın anlatısı.
1975’te Batı Almanya hükümeti tarafından Türk işçilerinin Almanya’daki yaşam koşullarını konu edinen yazılar hazırlaması davetiyle Berlin’e giden Füruzan anı, röportaj, çocuk kitabı, antoloji de hazırladı. 80’li yıllarda ‘Gecenin Öteki Yüzü’ (1982) ve ‘Gül Mevsimi’ (1985) adlı öykü kitaplarını ve ‘Berlin’in Nar Çiçeği’ (1988) romanını tamamladı. Şiirlerini ‘Lodoslar Kenti’ (1991) kitabında topladı.
1988-1990 arası ‘Benim Sinemalarım’ öyküsünü film senaryosuna dönüştüren ve filmin yönetmenliğini de üstlenen Füruzan 1990’da Cannes, Tahran ve Tokyo film festivallerinde ödüller kazandı. Kitapları pek çok dile çevrildi, pek çok ödüle değer görüldü ve oyunları sahnelendi.
Füruzan çok kısaca özetlenen bu göz kamaştırıcı kariyerini 2023 yılının sonlarında yayımladığı ‘Akim Sevgilim’ adlı hikaye kitabıyla hem taçlandırdı, hem de noktaladı.
Kitaba adını veren ilk öykü ‘Akim Sevgilim’ anlatıcının zihninden zaman içinde ileri geri sıçramalarla aktarılıyor. Anlatıcı Gönül, Mihriban ve Keriman teyzelerinin Erenköy’deki köşklerinde büyümüş, şimdilerde yaşlı bir kadın. Kendi yaşlılık günlerini değil Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan bir aşk hikayesini, küçük teyzesi Keriman ile göçmen delikanlı bahçıvan Akim arasındaki aşkı, o aşka ve aslında hayatın renkli bir tek karesine tahammülü olmayan büyük teyzesi Mihriban’ı, tutkulu aşkla birlikte köşkteki hayatın da sönüşünü ve bütün bunlara tanıklık eden -Gönül’ün- duygu ve düşüncelerini anlatıyor.
Az sayıda karakter var ama yaşlılara, çocuklara, göçmenlere, yoksullara ses vermeyi yine ihmal etmemiş. Bir yandan da geçen zamanla birlikte kentsel-toplumsal dönüşümü, bunun bireydeki yansımalarını görebiliyoruz. Füruzan’ın kendine has tarzı daha ilk hikayede hemen belli ediyor kendini. Mesela muhtemelen tiyatro ve sinemaya ilgisinden kaynaklanan görselliğinden söz edebilirim. Güçlü tasvirlerden, anlatımı derinleştiren ayrıntı zenginliğinden ve elbette çok canlı, unutulmayacak karakterler yaratmasından. Fethi Naci ustanın vurguladığı gibi “öykülerinde bir gözlem zenginliği ve bir ayrıntı ustalığı, yaşanmışlıktan gelen inandırıcılık, bir insan sıcaklığı” var Füruzan’ın.
İnce hastalıktan muzdarip hisli bir genç kız, yoksul ama yakışıklı ve iyi kalpli genç adam, onların saadetini bozmaya kararlı kötü kalpli üçüncü kişi aşk romanlarının -ve Yeşilçam’ın- vazgeçilmez klişelerinin başında gelir. İşte bu klişeden yola çıkarak o klişenin barındırdığı ahlaki değerleri altüst ederek kurgulamış hikayesini Füruzan.
Yeşilçam klişelerini cinsiyet klişelerini keşfetmek için kullanmış. Bu bir aşk hikayesi ama aynı zamanda tutkulu bir cinselliğin de hikayesi. Keriman ile Akim’in aşkı Lady Chatterley’in aşkı gibi cinsellikle tahkim edilmiş. Füruzan günümüz edebiyatının ısrarla görmezden geldiği cinselliği, özellikle kadın cinselliğini inadına öne çıkarıyor.
Kitaptaki ikinci öykü ‘Sesi Olmayan Türkü’de az önce sözünü ettiğim klişe yine ön planda. Bu kez farklı bir mekanda, turizmin yeni yeni geliştiği dönemlerde, yeni yeni gelişen bir tatil kasabasındayız. Kız tarafı zengin. Herkesten önce keşfettikleri bu şirin kasabada yıllar içinde dönüm dönüm arazi satın alan, kasabanın en güzel yerine büyük bir ev yaptıran, kasabada efsane gibi anılan Varnalılar. Oğlanın ise yakışıklılığından başka hiçbir şeyi yok. Suyun ötesinden gelmiş, dinini değiştirse de kasabalılar için hep yabancı kalmış annesiyle yaşayan, baba mesleği balıkçılıkla geçinen genç bir adam. İşte bu iki genç arasındaki akıbeti meçhul aşkın hikayesidir okuduğumuz.
Her iki hikayede aşıklara büyük bir sevgi ile yaklaşmış Füruzan ki bu yaklaşım onun hem karakteristiği zaman zaman ise zaafıdır. Ancak bu zaaf karakterlerini yüceltmesine, maddi varoluşlarının sınırlarını aşmasına, daha doğrusu gerçekliklerini yitirmelerine yol açmıyor. ‘Sesi Olmayan Türkü’nün diğer kişilerini de en karakteristik halleriyle, sınıfsal ve kültürel aidiyetlerini sergileyecek bir biçimde canlandırmış.
İlk hikayedeki değişim teması konaktan kasabaya açılan ‘Sesi Olmayan Türkü’de daha belirgin. Folklorik renkler barındıran aşk hikayesi giderek toplumsal gelişmelerin sancılarına ve kültürel çatışmalara açılıyor.
Yitik aşklar barındıran ilk iki hikaye hüzünlüydü. Ama hüzün, hüzünden ziyade acı açık ara ‘Varoşlarda’ öyküsünden yayılıyor kitaba. Belki masum ve güçsüz bir çocuk barındırmasından, belki biraz da deprem nedeniyle yitip giden çocuklara dair duyarlılığımızın biraz daha artmasından. Nedeni her ne olursa olsun ‘Varoşlarda’ vicdanları tırmalayan, insanı insanlığından utandıran, öfkelendiren bir anlatı.
“Kentlerin kenti düşmüştü” cümlesi ile başlayan hikaye bu düşmüş kentin uçsuz bucaksız çöplüklerinde yaşamak zorunda kalan bir baba ve oğlunun dramını anlatıyor. Aşk yok ama sevgi ve yoksulluğun o büyük çaresizliği iliklerinize işleyecek. Sade, net, hedefini tutturan, öfkesini okuruna ulaştıran bir ustalıkla yazılmış.
Barındırdığı üç çarpıcı hikaye ile ‘Akim Sevgilim’ 2023 yılının en önemli edebiyat olayı ilan edilmeyi şimdiden hak ediyor. Füruzan’ın kalemi çok daha usta ama gençliğini, öfkesini, inançlarını hiç yitirmemiş. Başlangıcından bu yana tarihi bir olaya, ‘Füruzan Olayı’na tanıklık etmekten mutluluk duyuyorum.