Kapıdaki tehlike alarmın sesini yükseltiyor: İstanbul’da 300 bin yorgun bina var
Ara Güler büyük işler yaptı, yaşarken efsaneleşti. Ancak biz Ara Güler’i o efsanenin içine hapsettik. “Ara Güler çok büyük fotoğrafçıdır” dedik ama neden büyük olduğunu anlatamadık. Neyse ki müzesi yaşarken açılabildi. Şimdi o müze, efsanesine hapsedilen ustayı özgürleştirmeye çalışıyor...
Ara Güler, 1980’lere geldiğinde o muazzam portfolyosunu oluşturmuş, en etkileyici işlerini üretmiş bir efsaneydi. 80 kuşağı ve sonrası için Ara Güler zaten Ara Güler’di yani. Biz ve bizden sonraki kuşaklar da vakti zamanı gelince o efsane ile tanışmış, hürmet etmişti.
Bir insan ürettikleriyle, ortaya koyduklarıyla yaşarken efsaneleşince onunla gerçek anlamda tanışmak zor oluyor. Bu nedenle, kabul edelim birçoğumuz Ara Güler efsanesinin içinde kalıp onunla gerçek anlamda tanışma fırsatı bulamadık. Gerçi hoş bu fırsatı yaratacak ortam da pek olamadı…
Neydi onu büyük yapan, efsaneleştiren? Sanattan edebiyata, sinemaya birçok yaratıcının portrelerini çekmesi mi, röportajları mı, yoksa bir dönemin İstanbul’unu kaydetmesi mi? Ama bunları zamandaşı pek çok fotoğrafçı yapmıştı. Peki onu diğerlerinden ayıran neydi?
Bu ve bunun gibi sorulara tatmin edici şekilde maalesef cevap verilemedi. Hoş, Ara Güler efsanesini kazıyıp onun farklılığını ortaya çıkarmayı amaçlayan çalışmalar oldu ama bu çalışmalar, yaratılan Ara Güler efsanesinin gölgesinde kaldı genelde. Hâl böyle olunca gerçek anlamda Ara Güler’in değerini ve büyüklüğünü anlamak zorlaştı. Biz de, biraz da el birliğiyle, onu da kendimizi de o Ara Güler efsanesinin içine hapsettik…
Yaşarken efsaneleşmek biraz da bu nedenle tehlikelidir işte. Hatırlıyorum “Ara Güler çok büyük fotoğrafçıdır” diye herkesin hem fikir olduğu dönemde, mesela usta arşivinin ne olacağı konusunda kaygılar yaşıyordu. Kimse o muazzam arşivle pek ilgilenmiyordu. Konuyu gündeme getirmek için söyleşi vermek durumunda kalmıştı. İşte onun bu çabası bile o efsanenin içine hapsolmamızın bir sonucuydu biraz da… Çünkü Ara Güler’e öğretilmiş bilgilerle değer veriyorduk. O öğretilmiş bilgilerle önemini, büyüklüğünü sıralayıp “Efendim büyük fotoğrafçı” deyip yola devam ediyorduk.
Ara sıra onu gündeme gelmesini sağlayan sergiler ya da kitaplar ise onun efsanesini ‘kazımak’ için fırsatlardı ama o fırsatları değerlendirdiğimiz söylenemez… Biraz bu duygu ve düşüncelerle söyleşi yapmak için vakti zamanında kapısını çaldığım zaman “Bana anı anlattırmak için gelme” deyip kapıyı kapatmıştı… Bu cevap bile onunla kurduğumuz ilişkinin bir yansımasıydı… Derdimi anlatmak için onun Charlie Chaplin’in kapısında beklediği gibi beklemek durumunda kalmıştım. Dayanamamış evinin kapısını açmıştı… İşte o sohbette ilk ağızdan Ara Güler’i Ara Güler yapan şeyleri dinlemiştim.
Malum, Ara Güler’in 50 ve 60’larda çektiği İstanbul fotoğraflarına kayıtsız kalmak güç. O dönem çekilen her İstanbul fotoğrafı, onun çektikleri kadar etkileyici gelmeyebilir bize. Kimi namlı fotoğrafçıların İstanbul kadrajları, fotoğrafa atfedilen ‘anı dondurmak’ tanımına uygun düşer. Ancak Ara Güler’in fotoğraflarında anı dondurmak tek amaç değildir. O, ‘an’dan ziyade zaman ve tarihle ilgilenir. Mesela zaman zaman dillendirdiği “Fotoğraf tarihi zapt etmektir” cümlesi de bununla ilişkilidir.
Hatırlayın, Ara Güler’in kimi eski İstanbul fotoğraflarını, o kadrajlarda üç farklı zaman bir karede buluşur. İstanbul’un silüetini kullandığı fotoğraflarında arka fona yerleştirdiği camilerle Osmanlı’nın İstanbul’unu konumlandırır; ki o camiler Osmanlı’nın ihtişamlı günlerinin zamanımıza kalan anıtsal yapılarıdır. Kadrajın ortasında 19. yüzyılın başı ya da cumhuriyetin ilk yıllarının İstanbul’u vardır. En önde ise fotoğrafın çekildiği zamanın İstanbul’u. Yani aynı kadrajda üç farklı zamanın İstanbul’unu gösterir bize Ara Güler… İşte o eski İstanbul fotoğraflarının naçizane en önemli özelliği budur.
Ara Güler bu anlayışı ile ‘fotoğrafın anı dondurmak’ olduğu anlayışının dışına çıkar. Fotoğrafın durağanlığı içine zaman algısını sokarak bir anlamda bizi tek bir karede zaman yolculuğuna çıkarır. Kimi belgesel fotoğrafçılar bu anlayışla fotoğraflar çekmiştir, bu sadece Ara Güler’e has bir tavır değildir. Ama onun gibi üç zaman dilimini bir kadraja sığdırana az rastlanır. Çünkü özellikle üçüncü zaman dilimini bir kadraja koymak oldukça zordur. Bu yetenekli ilgili de değildir; bu bakış açısıyla daha doğrusu ‘görmek’le ilgilidir.
Fotoğrafın içine zaman boyutunu dahil eden fotoğrafçıların eserlerinde genelde iki zaman dilimi görürüz… Bunun iki türlü sebebi vardır. İlki her şehrin, mekanın fotoğrafçılara üçüncü bir zamanı kadraja koyma imkanına sahip olmaması. Genelde iki zaman dilimi, o an ve bir önceki zamana uygundur birçok mekan ve şehir…
İkincisi neden ise işte Ara Güler’in bakış açısıyla ilgilidir. Birçok fotoğrafçı İstanbul’u çekmiştir. Eski ve yeni İstanbul’un iç içe geçmişliğini gösterirler… Ya arka fona Osmanlı’nın tarihi yerleştirilir ya da 19. yüzyıl İstanbul’u… Diğer zaman dilimi ise fotoğrafın çekildiği anın İstanbul’udur. Ara Güler’in fotoğraflarına üçüncü bir zaman dilimini koyması ise onun biraz da İstanbullu olmasıyla ilgilidir. İstanbul’un tarihine, yaşantısına, değişimine vakıf olmakla ilgilidir… İstanbul’u geçmişiyle özümsemek kolay değildir. Ara Güler bunu başarıp fotoğraflarında farklılık yaratmıştır.
Ya o ünlü portreleri, onlarda nasıl bir Ara Güler imzası var? Malum, fotoğraf tarihinde portre fotoğraflarıyla tarihe kalan pek çok fotoğrafçı var. Ara Güler de onlardan biri. Ama onu farklı kılan ise kullandığı merceklerle ilgili. Güler ya 35 mm ya da 21 mm geniş açı objektiflerle çalışır. Geniş açı ile çalışmak kolay değildir çünkü kadrajın tamamına hakim olmayı gerektirir. Ançcak iyi bir fotoğrafçı 35 mm ile rahat çalışır. Lakin 21 mm ile çalışmak çok daha zordur.
Portre çekerken kadrajın içindeki bütün unsurların portresi çekilen insana dair fikir vermesi ve bu unsurların kendi içinde bir bütünlüğe ulaşması beklenir. İşte Ara Güler, o efsane portre fotoğraflarında bunu yapabilen bir fotoğrafçıdır. Elbet her portresinde bunu yaptığını söylemek zor. Ama öne çıkan portrelerinde bunu görürüz. Mesela ustanın çektiği Salvador Dali portrelerini düşünün. Dali’ye dair pek çok unsur vardır kadrajda. Sırf o fotoğrafı önünüze koyup Dali hakkında bir okuma yapabilirsiniz…
Portre demişken bir konuyu da açıklığa kavuşturmak gerek. Yerli ve yabancı pek çok önemli yazar, edebiyatçı, ressamın portresini çekmiştir Ara Güler… Ama aslen portresini çekmek istediği üç kişi vardır. Picasso, Albert Einstein ve Charlie Chaplin. Picasso’yu çekmiştir, Albert Einstein’a kendi ifadesiyle ‘yetişememiştir’. Ama Charlie Chaplin’i çekme fırsatı yakalasa da fotoğraf makinesinin acımasızlığının ona zarar vereceğini bildiği için ısrarcı olmamıştır. Hikaye şöyle: Chaplin’in evine kadar giren ve onu çekmek isteyen Güler onun Şarlo olarak insanların kafasındaki imajı bitirebilecek yaşlı, felçli bir Chaplin’i çekme konusunda emin değildir. Ama onu çekmek de ister. Chaplin o haliyle fotoğraf çektirmek istemeyince Güler de ısrar etmez. Ki bu konularda genelde ısrarcı olduğu bilinir…
Peki Ara Güler’e sorarsanız o insanlığa nasıl bir miras bırakmıştır? Üç röportajını çok önemser. 1960’taki “Nuh’un Gemisi”, 1962’deki “Aphrodisias” ve “Nemrut Dağı” röportajları… Üçü de dünya çapında ses getiren işler olsa da bugün Ara Güler ile ilgili genel değerlendirme yapılırken böylesi üç büyük işi pek de hatırlanmaz. Özellikle portre ve İstanbul fotoğraflarının gölgesinde kalır onun röportajları… Oysa Ara Güler’in kendini “fotoğrafçı değil foto-muhabiriyim” demesinin arkasında bu tür gazeteci kişiliği ve gazetecilik başarıları vardır.
Bize, onun kendini foto-muhabiri olarak tanımlamasının arkasında mütevazı kişiliği olduğu öğretilmiştir. Kibirli değildir, sempatiktir ama yaptığı önemli işlerin kıymet verilmesinden yana olduğu düşünülürse bu öğretinin çok da anlamlı olduğunu söylemek zor. Gazeteci kişiliğine vurgu yapılmasını her daim ister. Mesela Magnum Fotoğraf Ajansı ile ilişkisini belirleyen de biraz onun gazeteci kişiliğidir. İstese belki Magnum’a girebilirdi. Ama istemedi. Çünkü gazeteci olarak yoluna devam etmek istedi. Fotoğrafçı olmak yerine foto-muhabiri kalmayı tercih etti.
Velhasıl Ara Güler gibi ‘büyük yaşayan’ insanlar çok azdır. O büyük yaşadı, büyük işler yaptı, yaşarken de efsaneleşti. Ama biz Ara Güler’i o efsanenin içinde hapsettik. Mesela 2004’te Almanya’da açılan yaklaşık 250 fotoğraftan oluşan retrospektif sergisinin bir benzerini maalesef fırsatımız varken açamadık, onun fotoğraf anlayışını yeterince ve derinlemesine tartışamadık.
Neyse ki son zamanlarda müzesi açıldı, arşivine sahip çıkıldı. O arşivdeki fotoğraflar tek tek elden geçiliyor. Böylece yeni fotoğrafları ortaya çıkıyor. Bildik konseptlerin dışında sergiler açılıyor. Mesela bu ayın ilk günlerinden Ara Güler Müzesi’nde açılan, ustanın 1957-2003 yılları arasında çektiği ‘Renkli Anadolu’ sergisi bunlardan biri.
Dün ustanın beşinci ölüm yıldönümüydü. Umarım müze daha fazla ve farklı konseptlerde sergi açar da Ara Güler de hak ettiği şekilde gelecek kuşaklara kalır.
20 Aralık 2024 - Ormanda yeni bir lider doğuyor, şımarık oğlan dersini alıyor!
13 Aralık 2024 - Yılın en iyilerinden ‘Hemme…’: Öfke ruhu kemirir!
6 Aralık 2024 - Babaların kızları için yaptığı yolculuk hiç biter mi!
5 Aralık 2024 - Keşanlı Ali 60 yaşında mikrofonlarımız Haldun Taner’de