1 Mayıs vesilesiyle soralım sinemamız emekçileri unuttu mu?
Sevgililer günü vesilesiyle aşkın sinemamıza yansıyan halini keşfe çıktık. Siyah beyazlı yıllardan dijital zamanlara her şey değişir de aşkı yaşama halimiz değişmez mi? Buyurun 60'lardan günümüze aşkın Türk sinemasındaki seyri!
Herkesin hakkında bir şey söylediği ama galiba tarifinin pek de yapılamadığı bir şey aşk! Ama tam da o tarif etme çabası ortaya bir sürü güzellik çıkarıyor. Söz konusu sinema olunca çekilen binlerce aşk filminin hepsi de işte aşkı tarif etme çabasının bir sonucu gibi geliyor bana.
Lakin işin bir de zaman boyutu var. Aşkı anlatma çabamız her dönem farklı bir ton buluyor kendine. Yani zamanın ruhu geliyor anlatılan aşka sirayet ediyor. Sinemamızda siyah beyaz yılları düşünün kırılgan, biraz platonik hüzünlü ve bir o kadar da mesafeli aşlar anlatılan. Ya dijital zamanların aşkları? Daha ben merkezli ama buna rağmen güven arayışını önceleyen, yüksek yaşanan aşklar.
Sevgililer Günü vesilesiyle sinemamızdaki aşk filmleri arasında zaman yolculuğuna çıkınca daha net belirginleşiyor her şey. Aşk duygu olarak eminim aynı sarsıcı kuvvette ama onu yaşama hali zamana göre değişiyor. Peki nasıl değişmiş derseniz ta 60’lar başlayarak girelim gelelim bugünlere
Aşkın, siyah beyaz hallerinin beyazperdeye yansıdığı yıllar. İmkansız ve hüzünlü aşklar anlatılır. Dönemin ruhuna uygun olarak da sınıfsal çelişkiler kıyısından köşesinden de bulaşır bu aşklara. Atıf Yılmaz’ın yönettiği, Sadri Alışık ve Ayla Algan’ın oynadığı ‘Ah Güzel İstanbul’da bir İstanbul beyfendisi olan Haşmet ile işçi sınıfından gelen ve üst sınıfa geçmek isteyen Ayşe’nin hikayesini izleriz.
Lütfi Akad’ın yönettiği Türk sinemasının klasiklerinden kabul edilen ‘Vesikalı Yarim’ ise pavyonda çalışan Sabiha ile manav Halil’in imkansız aşkına odaklanır. Erdoğan Tokatlı’nın Son Kuşlar filmi Yeşilçam melodramını gerçekçi bir anlatımla harmanlayarak liseli Ayşe ile Anadolu’da görevli mühendis Oğuz’un hüzünlü aşkını beyazperdeye yansıtır. Metin Erksan’ın ‘Sevmek Zamanı’nda Boyacı Halil, çalıştığı evde gördüğü Meral’in fotoğrafına aşık olur. Bu aşktan haberdar olan Meral Halil’e gönlünü kaptırırsa da Halil için surettir aslolan.
Filmler yavaş yavaş renklenmeye başlar. Sevmenin emek istediği dönemdir artık. Çünkü toplumda emek mücadelesi öne çıkmıştır. Döneme damgasını, Atıf Yılmaz imzalı ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filmi vurur. Kamyon şoförü İlyas ile köylü kızı Asya ilk görüşte birbirlerine aşık olur ve hemen evlenirler. Fakat İlyas’ın aşkına sahip çıkmaması Asya’yı bırakması, sevdiceğinin başka bir yuva aramasına neden olur. Bulur da! ‘Sevgi emek ister’ repliğini belleğimize kazıyan film, Türk sinemasının en iyi aşk filmlerinden biri olarak kabul edilir.
Bir diğer sevginin emek istediğini vurgulayan film ise ‘Sultan’dır. Dört çocuklu dul Sultan, muhtarın oğlu minibüs şoförü Kemal’e gönlünü vermiştir. Kemal de Sultan’a yanıktır ama çapkınlığından vazgeçmeyince Sultan resti çeker.
Kadının bilinçlendiği, toplumsal tabulara karşı geldiği, bireysel mücadelesini vermeye başladığı ve bedenini keşfettiği yıllardır. Bundan olsa gerek tutkulu aşklar izleriz beyazperdede. ‘Mine’de taşrada yaşayan, dikkat çekici bir güzelliği olan evli bir kadının, kasabaya yeni gelen İlhan’la yaşadığı aşkı seyrederiz.
‘Kırık Bir Aşk Hikâyesi’nde de yine taşradaki aşk hikayesi resmedilir. Bu sefer dışarıdan kasabaya gelen, edebiyat öğretmeni Aysel’dir. Kasaba eşrafından Fuat istemediği bir evlilik yapmak üzereyken Aysel’i tanır. Fakat Aysel’e tutulmasına rağmen onu sevdiğini bir türlü ailesine kabullendiremez. Aysel ise daha cesur bir tutum sergiler.
‘Bir Yudum Sevgi’de mekan İstanbul’dur. Kocası hayırsız çıkınca bir fabrikada iş bulan Aygül, dört çocuğu ile kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenir ve kocasını terk eder. Toplumsal baskıları umursamadan da mutsuz evliliği olan, aynı fabrikada çalışan Cemal ile yaşamaya başlar.
Artık erkeklerin de en az kadınlar kadar aşklarına sahip çıktığı bir dönemdir. Tutku iyiden iyiye belirginleşir. Aşıklar, sevdikleri için her şeyi göze almaya, ilişkiler sertleşmeye başlar. Eşkıya’da Cumali, sevdiği kadın için hayatı pahasına mafyayı dolandırır. Keje sevdiği adamla birlikte olamadığı için konuşmama yemini eder. Berfo sevgisi uğruna, eski arkadaşını bir kez daha satar. ‘Masumiyet’te ise Bekir sevdiği kadın Uğur için hayatını heba etmiştir. Uğur da sevdiği adam Zagor’un peşinden Türkiye’yi turlar.
Aşkların da postmodern hale geldiği 2000’lerde herkes gerçek aşkın peşine düşer. Sahicilik, samimiyet ve duygusallık aranır. Ama diğer taraftan aşklar ilişkilerin gölgesinde kalır ve bu ilişkiler de kadın erkek arasındaki iktidar mücadelesinde heba olur. ‘Türev’de yeni neslin ilişkilere bakışı resmedilirken, kadın ve erkek arasındaki tehlikeli oyunların zararlı sonuçlarından dem vurulur. ‘Acı Aşk’ta kadın erkek arasındaki iktidar mücadelesi melodram kalıpları içerisinde sunulur.
2000’lerin fenomen filmi ‘Issız Adam ise gerçek aşkı bulunca insanların yaşadığı tedirginliği anlatır. ‘Başka Dilde Aşk’, sevgi emek ister tezinden hareketle sevginin özel bir dili olduğuna vurgu yaparken, aşkın karşısındakine kendini teslim etmek olduğunu 2000’li yıllarda bize sadece ‘Kader’ hatırlatır.
2000’lerde gerçek aşkı arayıp bulamama hali sanki yılgınlığa sebep olur. Artık işimiz tesadüflere kalmıştır. 2010’ların kalburüstü aşk filmlerinin adının ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ (iki film çekildi) olması da bunun göstergesidir. Eskiden aşklar nasıl yaşanıyormuş, şimdilerde nasıl yaşanıyor bu filmlerde de görülür. Bir güvensiz hattır aşk. Bugün başını koyduğunuz omuz bir bakmışınız yarın yok olur. ‘Bir Varmış Bir Yokmuş!’ bir masal başlangıcı değil bir ortadan kaybolma halinin adıdır.
Henüz bu dönem kendi tonunu sinemada ortaya koydu mu emin değilim. Dönemi yansıtan aşk hikayeleri çok da ortaya çıkmadı. Ama Beyza Alkoç’un aynı adlı kitabından uyarlanan ‘3391 Kilometre’ filmi bir fikir veriyor. Dijital dünyanın içinden geçen bir aşk bizleri bekliyor anlaşılan. Ve bu aşkları da WhatsApp mesajları, görüntülü konuşmalar, emojilerle şekillenecek gibi görünüyor…