Ve karşımızda ‘Yüzyıllık Yalnızlık’!
Bizleri bu hafta zamanlar üstü aşkın dizisi ‘Outlander’ın yeni sezonu bekliyor. Yerli dizi ‘İlk ve Son’ ise yıpratan aşk hikâyesiyle karşımızda. Neşe dozumuzu ‘Kurt Adamlar’dan alıyor, eğlenirken toplum eleştirisi yapmak için ‘Rivals’a bakıyoruz.
Netflix’in en uzun soluklu ve popüler işlerinden ‘Outlander’ yeni sezonuyla platformda yerini aldı. Zamanda yolculukla başlayan aşk konulu, tarihsel arka planı olan, dram türünde bir iş olmasıyla birbirinden farklı izleyicileri bir araya getiren dizinin bu kadar tutmasına şaşmamak gerek. Diana Gabaldon’un çok satan aynı adlı roman serisine dayanan dizinin hikâyesi, 2. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle cepheden dönen hemşire Claire’in (Caitriona Balfe) çıktığı bir gezide başına gelen tuhaf bir olayla başlıyor.
Claire İskoçya’daki taş bir yapının civarındayken zamanda yolculuk yapıp aniden 1945 yılından iki yüz yıl geriye gider. 1743 İskoçya’sının İngiliz karşıtı isyancılarının eline düşen Claire tıbbi ve coğrafi bilgisiyle onlara yardım edince herkesi casus olmadığına ikna eder. Claire çeteden Jamie Fraser’la (Sam Heughan) evlenmek zorunda kaldığındaysa asıl hikâye başlar. Elbette bir aşk dramasından beklenen gerçekleşir ve bu zorunluluk, dizinin meşhur destansı aşkına dönüşür. Claire’in aklı bir yandan da modern dünyadadır; çünkü onu orada bekleyen bir kocası vardır. İki zaman, iki adam, kısacası iki hayat arasında bölünmüş Claire, eşi Frank (Tobias Menzies) öldükten sonra hayatına 18. yüzyılda Jamie’yle devam edecektir.
Baştan uyaralım, zamanda yolculuk bir bilim kurgu dizisinde olduğu gibi işlenmiyor. Zaman meselesi Claire’in Jamie’yle tanışması için bir araç. Bu da bizi dizinin belkemiğine götürüyor: Eşitlik, adalet ve özgürlük bakımından görece daha iyi durumdaki bir zamandan geriye dönen Claire aracılığıyla, geçmiş zamana ilerici bakış getiren bir karakterin mücadelesini izliyoruz aslında. 18. yüzyılın politik koşullarıyla ve cinsiyetçiliğiyle başa çıkmaya çalışan bir kadın var karşımızda.
Diğer uyarımız; ‘Game of Thrones’ta doymamışız gibi ‘Outlander’da da birçoklarını tetikleyecek şiddet sahneleri bol. Henüz izlemediyseniz, cinsel de dâhil olmak üzere her türlü şiddete karşı tetikleyici uyarımızı aklınızda bulundurarak başlayın diziye. Dizinin uyarlandığı romanın yazarı Diana Gabaldon dönemin şiddetini gerçekçi olarak yansıtmak için bunları yazdığını söylemişti; ancak dizinin sıkı hayranları bile bu sahneleri gereksiz ve rahatsız edici olarak nitelendiriliyor.
İlk sezona İskoçya’da başlayan karakterleri altıncı sezonda 1770’lerde, Amerika’nın Kuzey Carolina’sında bırakmıştık. Zaman Amerikan Devrimi’ne doğru ilerliyor, devrim öncesinin gerilimleri çiftimizin hayatlarına da yansıyordu. Claire, yaşadığı travmalar ve sağlık sorunlarıyla mücadele ederken Jamie bir lider olarak topluluktaki konumunu korumaya çalışıyordu. İlişkileri ise bu topluluktaki Malva (Jessica Reynolds) adlı bir kadın nedeniyle sınanmıştı. Claire sezonun sonunda ölü bulunan Malva’nın cinayetinden sorumlu tutulmuştu. (Dizi bazı sezonlarda buna benzer entrikalarla pembe dizi tadı verse de politik-tarihî arka planı ve karakterlerin derinliği ağır basıyor.) Yedinci sezonda Jamie, Claire’i bu suçlamadan aklamak için uğraşıyor. Bir yandan da Amerikan Devrimi patlak veriyor ve hem politik hem ailevi mücadele yeniden başlıyor. ‘Outlander’ dizisinin yeni sezonu artık tüm bölümleriyle Netflix’te.
BluTV’nin sevilen dizilerinden ‘İlk ve Son’ ilk kez 2021 yılında yayınlanmış, sevenlerini devam sezonu için bekleme moduna almıştı. Yeni sezonun orijinal hikâyenin devamı olmayacağını biliyorduk, zira ilk sezondaki karakterlerin akıbeti daha ilk bölümden belliydi. Arkadaşlarınıza “Dur, sonunu söyleme!” demenize mahal bırakmayan dizi kendi sonunu kendi veriyor; adı bu nedenle ‘İlk ve Son’.
İlk sezonun başrollerinde Özge Özpirinçci ve Salih Bademci’yi gördüğümüz hikâye Deniz ve Barış’ın 10 yıla yayılan ilişkisini konu alıyordu. İlk bölüm çiftin ilk ve son yıllarını, ikinci bölüm ikinci ve sondan ikinci yıllarını anlatıyor, örüntü bu şekilde devam ediyordu. Tüm bu süreci karışık zaman çizelgesinde izlemek ise seyir zevkini hiç bozmuyordu. Dizi ‘ne olacağından’ ziyade ‘nasıl olduğuna’ vurgu yapıyordu çünkü.
‘İlk ve Son’ ikinci sezonuna da benzer formülle, bu kez başka karakterlerle devam ediyor. Başrollerinde Hazal Subaşı ve Ulaş Tuna Astepe’yi gördüğümüz dizinin yeni sezonundaki çifti Nilüfer ve Cihan. Onları da yine tanışma, ebeveynlik ve ayrılık süreçlerinde izleyeceğiz. İlk çiftimiz gibi onlar da ilişkilerindeki iniş çıkışlarla, birbirlerini algılayış biçimlerinin değişmesiyle, hem kendilerinin hem partnerlerinin başka yönleriyle tanışmakla sınanacaklar.
Dizi diyaloglarıyla dikkat çektiği gibi her bölüm adeta bir film tadında kurgulanmış. Oyunculuklar da cabası. İlk sezonun başrolleri Özge Özpirinççi ve Salih Bademci oyunculuk çıtasını yükseltmişken ikinci sezonda yeni karakterlerle devam etmek riskli bir karardı, ancak Hazal Subaşı ve Ulaş Tuna Astepe hem rollerinin hem dizinin hakkını veriyor. Yönetmen koltuğunda Cem Karcı ve senaryoda Hakan Bonomo’yu gördüğümüz dizi her anlamda iddialı.
‘İlk ve Son’ yalnızca bir aşk hikayesi anlatmakla kalmıyor; ailelerimizden getirdiğimiz yükler, ilişkide bağımlılık, özgürlük arayışı gibi psikolojik konuları da ele alıyor. Yani o klişe ifadeyle hayatın içinden bir dizi ‘İlk ve Son’. “Benim derdim bana yeter” diyenleri de anlıyoruz, ama izlerseniz kendinize ve ilişkilerin zehirli yönlerine dair içgörü/farkındalık kazanmanız garanti. Bu anlamda ‘İlk ve Son’, yanlış iletişimin getirdiği yıkımları da gözler önüne seren bir dizi.
Son olarak verdiği ilk izlenimin aksine dizinin tutku adı altında toksikliği öven bir tonu da yok. Hikâyenin asıl amacı sorunlu ilişkilerden kesitler sunmak. Hatta iki tarafı da zehirleyen ve sevgi olduğunu sandığımız şeyden uzaklaşabilme cesaretini kutluyor bile diyebiliriz. Yeni sezonda Nilüfer’in de dediği gibi: “Sen severek öldürüyorsun. (…) Beni böyle sevmene izin vermeyeceğim.” ‘İlk ve Son’ her iki hikâyesiyle de BluTV’de.
Hırsız-polis, vampir-köylü gibi kimin tehlikeli kimin masum olduğunu bulmaya çalıştığımız oyunları hatırladınız mı, hani grupça oynadığımız? Daha gençseniz meşhur video oyunu ‘Among Us’ın, sadece kura çekmelik kâğıtların yeterli olduğu versiyonu olarak düşünebilirsiniz. İşte Netflix’in yeni filmi ‘Kurt Adamlar’ bu oyunların ekrana uyarlanmış hali, daha spesifik olmak gerekirse ‘The Werewolves of Millers Hollow’dan uyarlama bir Fransız filmi.
Bulmaya çalıştıklarımız bu kez hırsız, vampir veya ‘impostor’ değil de kurt adamlar. Filmin merkezinde bir Fransız ailesi bulunuyor, olaylarsa bu sıradan ailenin gizemli bir kart oyununu keşfetmesiyle sıra dışı hale geliyor. Tıpkı ‘Outlander’ın Claire’ine olduğu gibi bu aile de aniden zamanda geri gidiyor; bu kez taş toprakla değil, bu kart oyunuyla. Ailemizin düştüğü ürkütücü Ortaçağ köyünde her gece kurt adamlar cirit atıyor ve köy halkını tehdit ediyor. Aile, köylüler arasında kimin kurt adam olduğunu bulmak için birlikte hareket etmeye çalışıyor ve her gün kime güvenebileceklerini yeniden kararlaştırıyor.
Yönetmen koltuğunda François Uzan’ın oturduğu filmde Ortaçağ atmosferi başarıyla yansıtılmış, ancak komedi unsurları da bol olduğundan depresif bir havası yok. Filmde Franck Dubosc ve Suzanne Clément gibi tanınmış Fransız oyuncuların yanı sıra efsane Jean Reno da yer alıyor. ‘Kurt Adamlar’ bu yazımızdan anlaşılacağı üzere hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap ettiği için hafta sonu ailecek izlenebilecekler listenize alabilirsiniz.
Bir de size ortamlarda satmalık bilgi: Oyuncuların gizli roller üstlendiği ve eleme yöntemiyle aralarındaki ‘düşmanı’ bulmaya çalıştığı bu tür oyunlar, 1986’da Sovyetler Birliği’nde bir psikoloji öğrencisi olan Dmitry Davidoff’un ‘Mafia’ adlı oyunuyla popülerlik kazanmış. Buna göre oyuncular mafya üyeleri ve köylüler olarak, zaman da gece ve gündüz olarak ikiye ayrılıyor. Geceleri mafya oyuncular birtakım işler çevirirken gündüzleri köylü oyuncular onları deşifre etmeye çalışıyor. Bu hafta sonu Netflix’in ‘Kurt Adamlar’ filmiyle oyunun kurgulaştırılmış halini izledikten sonra bir grupla bu oyunları oynamaya var mısınız?
Sırada Disney+’ın yeni İngiliz drama dizisi ‘Rivals’ var. Jilly Cooper’ın aynı adlı romanından uyarlanmış dizi, eski sporcu yeni milletvekili Rupert Campbell-Black ile televizyon yöneticisi Lord Tony Baddingham arasındaki uzun süreli çekişmeye odaklanıyor. Biz de bu vesileyle 1980’lerin İngiltere’sinin gösterişli dünyasını ve skandallarla dolu medyasını izliyoruz. Elitlerinin entrikaları, romantik karmaşalar ve güce tapma odaklı hikâye de cabası.
Dizinin oyuncu kadrosu özel ilgiyi hak ediyor. Lord Tony Baddingham hepimizin ‘Harry Potter’, ‘Dr. Who’, ‘Jessica Jones’, ‘Good Omens’ gibi yapımlardan bildiği David Tennant’a emanet. Kadınların gözdesi gamsız Rupert Campbell-Black karakterini, ‘His Dark Materials’ın Metatron’u Alex Hassell canlandırırken idealist gazeteci Daclan O’Hara’yı ise ‘Being Human’dan ve ‘The Hobbit’ten Aidan Turner canlandırıyor.
Declan O’Hara, televizyon yöneticisi Lord Tony Baddingham için oldukça önemli bir konumdadır. Lord Tony’nin kanalının lisansını korumak ve popülerlik kazanmak için Declan gibi isimleri kendine çekmesi elzemdir. Declan her ne kadar ruhunu özel kanallara satmak istemese de devlet kanalının sansürcü kanalından bıkmıştır ve teklifi kabul eder. Ancak bu kez de birlikte çalışacağı Cameron Cook’la (Nafessa Williams) yıldızı barışmaz çünkü Cameron, Declan’ın aksine reytingleri coşturmak için drama yaratmaktan geri durmayan, pek de idealist sayılmayacak biridir. Ancak Declan’ı kanala alan yönetici Lord Tony de tıpkı Declan gibi istediği rahatlığı elde edememiştir, çünkü daha büyük bir isme, kavgalı olduğu Rupert Campbell-Black’e minnet etmek zorunda kalabilir.
1980’lerde medya ve gazetecilik, politikacıların rekabeti, politikacılarla basının arasındaki ilişki derken dizi çok ciddi tınlıyor, oysa tüm bunlar olabilecek en eğlenceli şekilde aktarılıyor. Dönemin İngiltere’sinin lüks yaşam tarzı, partiler ve cüretkâr karakterler derken oldukça dinamik ve hafif bir dizi izliyoruz aslında. Bu anlamda dizi dram görünümlü komedi sayılabilir. (‘Mad Men’in neşeli hali dersek ileri mi gitmiş oluruz?) Bölümlere, hatta ilk bölümün hemen açılış sahnesine dadanan ani müstehcen sahneler ilk bakışta ‘seks satar’ şeklinde ucuz bir taktik gibi görünse de dönemin haz odaklı sığlığına eleştiri, asıl bu sahneler aracılığıyla yapılıyor.
Bu büyük anlatıların ve eleştirilerin arasında karakterlere de hemen sempati besliyorsunuz. Misal, Silivri’nin hava durumunu düşünmeden ekranlarda konuşabilmesi Declan için büyük avantaj olacaktır, ama acaba bu şaşaalı hayat onu da bozacak mıdır? Kanal dışında, ekranın arkasındayken bu medya isimlerinin ilişki ağları nasıl örülecektir? Declan’ın karısı ve büyük kızı ilk bölümden akıllarımızda yer ettiğine göre ilerleyen bölümde kilit rol oynayacaklar mıdır? Bunlar ilk bölümü izler izlemez merak ettiren sorular. O halde Disney+’a ve ‘Rivals’a doğru yol alalım.