Raf Gezgini Nobelli yazar Jon Fosse’nin kitaplığına bakıyor
1952’deki Erzurum depremi sonrasında Hasankale’de yaşananları Türkiye'ye duyurdu, kaçakçıların arasına girip onları anlattı, Van'daki Esrük dağındaki mağaralarda yaşayan insanların hikayelerini aktardı...
Röportajlarıyla yaşadığı toprakları anlatan usta edebiyatçı Yaşar Kemal, Yaşar Kemal Vakfı, Darüüşafaka Cemiyeti ve Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından düzenlenen “Gazeteci Yaşar Kemal” ölümünün dokuzuncu yılında gazeteci kimliğiyle anıldı.
“Niçin büyük röportajcıların hepsi büyük romancılardır? Kessel, Hemingway, Ehrenburg, Simonov, Şolohov, daha ne kadar röportajcı saysam, Malaparte dışında bunların hepsi dünyamızın büyük romancılarıdır aynı zamanda.”
Türk edebiyatının en gür sesi Yaşar Kemal’e ait bu sözler. Ona göre röportaj “yaşamın en geniş gölgesi, olayların gerçeğine inebilmek” demek.
Öykü, roman, anı, deneme, oyun, fıkra, makale ve senaryolar kaleme alan Yaşar Kemal için röportaj bambaşka bir alemdi. Röportajlarına romanları kadar çalıştığını söylüyor, “İnce Memed neyse röportajlarım odur” diyordu:
“Röportaj olayları büyütmek, şişirmek değil. Röportaj olayların gerçeğine inebilmek. Gerçeğe inebilmek de ancak o olayı, o dünyayı yaşamak, yaşadıktan sonra yaratmakla mümkün. Röportaj da hikaye gibi roman gibi, herhangi bir sanat yapıtı gibi yaratmadır.”
Herkes soru-cevaptan ibaret bir yazı formatını ‘röportaj’ sanıyor ama öyle değil. Röportaj başlı başına bir yazı ve hatta edebiyat alanı; gazetecilikle edebiyatın kesiştiği bir çizgi.
Yaşar Kemal ve röportaj türündeki ustalığı bir efsane olarak edebiyat ve gazetecilik tarihinde büyük bir ekol. İletişim fakültelerinde derslerde okutuluyor, herhangi bir gazetecilik ortamında özellikle mesleğe yeni başlamış genç gazetecilere “Yaşar Kemal okudun değil mi, özellikle röportajlarını oku” salıkları veriliyor. Söz konusu röportaj olduğunda birkaç kelime sonra hemen onun adı anılıyor.
Anlayacağınız yazıp çizenler, röportaj yapmaya hevesliler olarak epey şanslıyız. Ancak örnek alınacak böylesine büyük bir ekol varken basında durum hiç de iç açıcı değil. Öyle ki bugün, soru-cevap şeklindeki pek çok metin -yani aslında söyleşi- röportaj başlığıyla sunuluyor. Hatta gazetecilerin röportaj talepleri “Soruları yazılı olarak gönderirsiniz değil mi?” ya da “Son halini ne zaman görebilirim?” şeklinde şaşırtıcı(!) cevaplar bile alıyor. Tabii iğne ve çuvaldız meselesini de hatırlayalım, gazeteciler röportaja ne kadar inandı ve ısrar etti sorularını da uzay boşluğuna değil gazetecilere soralım biz. İfade özgürlüğü, sansür, tutuklu gazeteciler, medyadaki tekelleşme tarafından birçok cephede bozguna uğratılan gazetecilik, röportaj konusunda da Yaşar Kemal nostaljisiyle sınırlandı bugünlerde.
Peki Türkiye’de neden gelişemedi röportajcılık? Yaşar Kemal, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘’Röportaj Yazarlığında 60 yıl / Yaşar Kemal’ kitabında bu soruya şöyle yanıt veriyordu:
“Bizim politikamız uzun yıllar gerçeğe varmak değil, gerçeği örtmek oldu. Ben Doğu’daki mağaralarda yaşayan insanları yazdığım zaman kıyametler koptu. Az daha gazeteden kovduruyordu beni o çağın hükümeti. Türkiye uzun yıllardır demokrasi uydurması, perdesi altında bal gibi faşizmi yaşıyor. Demokrasi demokrasi diye kendimizi aldatıyoruz. Çoğunlukla gazetelerimiz bu örtülü faşizmin birer çığırtkanı. Gelen ağam, giden paşam gazeteleri bunlar. Bunlar yurdun, insanın gerçeğine varmak için kişilikli kimseleri bulacaklar, yetiştirecekler de insan ve yurt gerçeğine varacaklar, öyle mi? Faşizmin yoğunlaşması Türkiye’de röportajın ölümüyle sonuçlanmıştır. Bu bir orantı sorunudur. Türkiye’de bugünkü faşizm çözülürse basınımızda da değişiklikler olacaktır. Şu günlerde tirajları tepe aşağı giden gazetelerimiz bir çıkar yol arayacaklardır. Onları kurtaracak, onları halkın, okuyucunun gözünde sevimli kılacak, gerçek insan yaşamını, olayların, haberlerin ardındaki gerçeği verecek olan tek yol röportajdır.”
Oysa Yaşar Kemal haberi bir kabuk, gerçeğin gölgesi; röportajı ise gerçeğin derinliğine varmak olarak görüyordu. Röportaj türündeki bu ısrarı ve emeğine rağmen bunu yalnızca 12 yıl yapabildiğini söylemekten de çekinmiyordu. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘’Röportaj Yazarlığında 60 yıl / Yaşar Kemal’ kitabının ilk beş sayfasında, Yaşar Kemal’in Ağustos 1975’te Milliyet Sanat dergisinin röportaj soruşturmasına verdiği yanıtlardan öğrendik bu bilgiyi:
“Yaşamım boyunca röportaj benim ana işlerimden birisi oldu. Koşullar bana yardım etseydi röportaj yazarlığımı bugüne kadar sürdürürdüm. Koşulların bana yardım etmemesi, benim işimi sürdürememem çok acı oldu. Gazeteciliğimiz olağan yaşamını sürdürseydi, şimdiye benim bir sürü röportaj kitabım olurdu. İşimi çok seviyordum ama on iki yıl sürdürebildim. O da zor bela. Çok ağır koşullar altında. Benim röportaj yaptığım sıralarda bizim gazeteciliğimizde röportajcılık pek öyle anlaşılmış değildi ama, durum bugünkünden çok iyiydi. Ortada daha Hürriyetler, Günaydınlar, gazete olmayan parti gazeteleri fink atmıyorlardı. Makas gazeteciliği pek öyle azıtmamıştı. Patronlar öyle pek gazeteyi gazete yapan ünlü adlara düşman değildiler ve öyle tepeden bakmıyorlardı onlara. Buna karşın benim röportaj yazarlığım inanılmaz ağır koşullarda geçti. On iki yılda, o çok ağır koşullar altında yaptığım röportajlar karşılığı ne kazandığımı söylersem şaşılır. Gerçekten, şu anda o rakamı ben size vermeye utanırım. Ama ben gene de, az kazanmama karşın, işimi sürdürmeye seve seve razıydım.”
Bu 12 yıllık süreçte yaptıklarıyla röportaj türünün en etkili ismi oldu Yaşar Kemal. Türkiye 1952 Erzurum depremini ondan öğrendi, Adanalı kaçakçı Hasan olarak kaçakçıların arasına girip hikayelerini anlattı, Van’da bir dağın eteklerindeki mağarada yaşayan insanları tanıttı, Anadolu’yu gezerek Anadolu insanın gerçeklerini dile getirdi.
Yaşar Kemal Vakfı, Darüşşafaka Cemiyeti ve Yapı Kredi Kültür Sanat tarafından düzenlenen “Gazeteci Yaşar Kemal” başlıklı söyleşide, yazarın gazeteci kimliği ve gazeteciliğe bir edebiyat dalı olarak bakışı ele alınıyor.
İletişimbilimci ve akademisyen Prof. Dr. Yasemin Giritli… pic.twitter.com/fFyamywHYt
— YapıKrediKültürSanat (@YapiKrediKultur) February 20, 2024
Tam da bu nedenle çeşitli anmaların yanı sıra “bal gibi de edebiyat” dediği röportajla anıldı ölümünün dokuzuncu yıldönümünde. Yaşar Kemal Vakfı, Darüşşafaka Cemiyeti ve Yapı Kredi Kültür Sanat tarafından düzenlenen ‘Gazeteci Yaşar Kemal’ başlıklı söyleşide yazarın gazeteci kimliği ve röportaja bakış açısı konuşuldu. Moderatörlüğünü yazar ve eleştirmen Feridun Andaç’ın üstlendiği söyleşide akademisyen Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu, gazeteci-yazar Vahap Munyar ve gazeteci- yazar Derya Sazak, Yaşar Kemal’i ve röportajcılığını ele aldılar.
Yapı Kredi Kültür Sanat’ın Beyoğlu’ndaki binasında düzenlenen söyleşiye ilgi büyüktü. Yaşar Kemal Vakfı Kurucusu ve Yaşar Kemal’in Eşi Ayşe Baban’ın kısa bir selamlamasıyla başladı söyleşi. Baban, Yaşar Kemal’in röportajlarını canı pahasına yaptığını hatırlattı, “Röportajlarıma romanlarım kadar çalıştım” sözlerini tekrarladı. Kaçakçılar röportaj serisinden bir kesit okuduktan sonra sözü konuşmacılara bıraktı.
Bir saati aşan söyleşide konuşmacıların hepsinin ortak bir cümlesi vardı: “Yaşar Kemal’ı okumak kolaydır. Dili sizi hemen yakalar. Ama onu anlatmak bir o kadar zordur.”
Gerçekten de öyle oldu. Söz konusu Yaşar Kemal olunca konuşacak şeylerin ucu bucağı olmaması normal. Bu nedenle söyleşi Yaşar Kemal’in röportajcılığından başladı, anılarla devam etti, tutsak gazetecilere ve siyasilere selamlar gönderildi, basın ve içi boşaltılan gazeteler, gazeteciler eleştirildi. Yine de sohbetlerin sonu hep Yaşar Kemal’in hangi türde olursa olsun daima umudu ve barışı savunduğu yapıtlarına, gerçeğin ta kendisini anlatan röportajlarına geldi. Hatta Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu, Yaşar Kemal’in röportajlarının iktidarların özellikle örtmek istediği konuları; insanlık dramlarını, yoksulluk ve yoksunluğu, insanın doğayla mücadelesini duygu ve düşünceleriyle aktardığını ve aslında “Kökten bir devrim geleneğini savunduğunu” söyledi.
Yaşar Kemal’in hiçbir röportajında not tutmadığı, ses kaydı dahi almadığı bilinir. Ona göre tutulan notlar gerçek önündeki bir tuzaktır. İnsan o kayıtlara ve notlara güvenip anı yaşamayı unutur, tuzağa düşer. Röportaj gerçeği yeniden yaratmaktır.
Türkçenin en gür sesi Yaşar Kemal dokuz yıl önce 92 yaşında hayatını kaybetti. Ne mutlu ki yazdıkları bugüne kaldığı gibi geleceğe de kalacak, içi “Keşke onun gibi yazabilsem!” hevesiyle dolanlar her fırsatta kitaplarına sarılacak. Kim bilir belki bir gün Yaşar Kemal röportajları da “Eskiden neler yazmış” nostaljisi olmaktan çıkar, gerçeklerin önündeki tüm tuzaklar yok olur.