Ayhan Işık'ın dün 44. ölüm yıldönümüydü. İçki içip güneş çarpması sonucu beyin kanaması geçirdiği şehir efsanesi bir kez daha tekrarlandı. Üstelik anma haberinde Anadolu Ajansı da bu efsaneyi tekrarladı. Oysa Sadri Alışık, Işık'ın yapılan yanlış bir iğne sonucu öldüğünü açıklamıştı.
Türk sinemasının büyük yıldızlarından Ayhan Işık’ın 44. ölüm yıldönümü dündü ve yine viski içti sonrasında güneş çarpması sonrası beyin kanamasından öldü haberleri bir kez daha ortaya döküldü. Oysa ki bu bir şehir efsanesi. Bu efsanenin ortaya çıkmasının sebebi dönemin gazete haberleri. Lakin bu haberlerin gerçeği perdelemesi günümüze kadar sürüyor. Çünkü işin aslı çok başka. Rahmetli sinema yazarı büyüğümüz Agah Özgüç ‘Türk Sineması’nın Marjinalleri ve Orjinalleri 2’ kitabında bu konuya açıklık getirmişti. Üstelik işin gerçeğini anlatan da Ayhan Işık’ın kadim dostu Sadri Alışık’tı.
Alışık kitapta “Ayhan yazlıkta (Kumburgaz), cumartesi gecesi arkadaşlarıyla yemek yedikten sonra eve gelmiş. Biraz kiraz yedikten sonra uyumuş. Sabaha karşı, büyük bir kusmayla uyanmış. Ayhan’ın bu durumu karşısında şaşırmışlar. Bebek’teki bir eczaneye telefon açmışlar. Eczacı da atlayıp Kumburgaz’a gitmiş. Mideyi teskin edici bir iğne yapmış Ayhan’a. Fakat sonradan söylendiğine bakılırsa, o iğne tansiyon yükseltirmiş. Tansiyon da yükselince Ayhan’da konuşma ve yürüme zorluğu başlamış. Sonra da kliniğe yatırılmış” diyerek anlatıyordu Işık’ın vefatını. Ve tabii ki o dönem basında çıkan güneş altında viski içti, beyin kanaması geçirdi iddialarını da yalanlıyordu: “Ayhan, öyle bilinçsizce güneşin altında yatıp komaya girecek adam değildi. Buna imkan ve ihtimal yoktur.”
Türk sinemasının ilk starlarından olan Ayhan Işık’ın genç yaşta (50 yaşındaydı) vefat etmesi hala zor kabul edilen bir durum. Ama daha zor olan onun ölüm şeklinin yanlış bilinmesi. Dün Anadolu Ajansı’nın haberinde de vardı bu yanlış “13 Haziran 1979’da İstanbul’da Bebek’teki evinin balkonunda istirahat ettiği sırada beyin kanaması geçirdi. Üç gün yoğun bakımda kalan sanatçı, 16 Haziran 1979’da henüz 50 yaşındayken hayatını kaybetti” yazılmıştı anma haberinde. Umarız bu yanlıştan zamanla vazgeçilir.
5 Mayıs 1929’da Selanik göçmeni bir ailenin altıncı çocuğu olarak İzmir’de doğan ve asıl adı Ayhan Işıyan olan aktör 1967’deki Ses dergisi için kaleme aldığı bir yazıda, yaşam hikayesini şu sözlerle aktarmıştı: “Altı yaşındayken babasız kaldım. İlkokulu Bomonti’deki 44. Okul’da bitirdim. Ortaokula başladığım günlerde Babıali’ye geldim. Çünkü okula gidebilmek için çalışmak zorundaydım. Gazete ve dergilerde hikaye ve kapak resimleri çizmeye başlamıştım. İlk kazandığım parayı sanki dünmüş gibi hatırlarım; 14 lira. Eve koşup anneme verdiğim bu müjdeyi hiç unutmam. Yaz tatilinde Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası’nda kırık şişe kontrolörlüğü yaptım. Haftada 25 lira alıyordum. Vapurla gidip gelirken boş durmuyor, mecmuaların ısmarladıkları ve illüstrasyon denilen renkli resimleri çiziyordum. Şirket-i Hayriye’nin 63 numaralı Sütlüce vapuru, sanki benim resim atölyem olmuştu.”
Lisede Mahir İz, Salah Birsel ve Rıfat Ilgaz’ın öğrencisi olan sanatçı, senarist Safa Önal, karikatürist Ferruh Doğan ve ressam, karikatürist Semih Balcıoğlu ile okul arkadaşıydı. Bir süre İstanbul Darphanesinde ressamlık yaptı. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde okurken de Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisiydi. Buradaki arkadaşları da Fikret Otyam, Altan Erbulak, Remzi Raşa, Adnan Varınca, Nedim Günsür, Orhan Peker ve Turan Erol’du.
Aslında bir sanatçı olarak karşımıza çıkabilirdi Ayhan Işık ama akademiye devam ederken, yazı işleri müdürlüğünü Sezai Solelli’nin yaptığı, dönemin tek sinema dergisi olan Yıldız mecmuasına ressam olarak işe girdi. Solelli’nin teşvikiyle derginin 1951’de açtığı Artist Yarışması’na katılan aktör, Belgin Doruk ile birinci oldu.
Arkadaşlarının Hollywood starı Clark Gable’a benzettiği Ayhan Işık, yarışmadaki derecesinin ardından, Işıyan soyadını Işık olarak değiştirdi. Işık yönetmenliğini ve senaristliğini Münir Hayri Egeli’nin üstlendiği, 1951 yapımı ‘Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan’ filmindeki yardımcı rolüyle ilk kez beyazperdede gözüktü.
Lütfi Akad’ın kamerayı ilk defa sokağa indirdiği 1952 yapımı, ‘Kanun Namına’ filminde başrol oynadı ve bu filmden sonra artık o kraldı. Bir dönem Hollywood’da şansını deneyen ama isteğini bulamayan Işık, oradaki oyuncu hakları konusundaki gözlemlerini Türkiye’ye taşımak istedi. Vedat Türkali’nin senaryosunu yazdığı ‘Otobüs Yolcuları’ filmi ile Yeşilçam’a döndü. 1970’lerde sahneye çıkma ve plak doldurma modasına uyan sanatçı, 1972’de Münir Nurettin Selçuk’tan ders alarak, klasik Türk müziği dalında sahne denemeleri yaptı ve 45’lik bir plak doldurdu.
Ayhan Işık, 1976’da yönetmen koltuğuna oturduğu ‘Örgüt’ filmini çekti. Aynı yıllarda İtalyan yapımcılarla çektiği ve başrolünü Klaus Kinski ile paylaştığı ‘La Mano Che Nutre La Morte’ ve ‘Le Amanti Del Mostro’ filmlerini yaptı. Bu filmler, İtalya’nın yanı sıra Avrupa’nın bazı ülkelerinde vizyona girdi ancak sansür nedeniyle Türkiye’de seyirciyle buluşmadı.
50 yaşında yaşamını yitirdi ama Yeşilçam’ın geleceğini de görmüştü Işık. Bir söyleşisinde “Eğer ki Yeşilçam’ın gelecekte genç insanları acımasızca yiyip yutan dev bir sömürü mekanizmasına dönüşmesini istemiyorsak, ne yapıp edip bir ‘Sinema Kanunu’ çıkartmalı, ciddi bir sendika kurmalı ve bütün personelin, daha mesleğe ilk adımını atar atmaz sigortalandırılması için gereken kanuni baskıyı işverenler üzerinde kurmalıyız. Ben kendi adıma film setlerinin bu ülkede hem oyuncu hem yönetmen hem de diğer teknik elemanlar için birer zulüm çekme yeri değil de profesyonel bir iş sahasına dönüşmesi için elimden her ne gelirse yapacağım. Sinemacılık asla modern bir kölelik sistemine dönüşmemelidir. Sinema bir sanat, sinemacı da bir sanatçıdır. Buna yakışır muamele görmelidir” diyecekti.