PPK için Gaye Erkan ve babasının ABD’den dönmesi bekleniyor
Rolling Stone'a göre o tüm zamanların en iyi gitaristlerinden biri. 1981 yılında Lars Ulrich'le birlikte kurduğu Metallica bugün dünyanın en büyük müzik topluluklarından biri. Bir yokluk ve başarı hikâyesi James Hetfield 61 yaşında. İyi ki doğmuş.
James Alan Hetfield, Alman ve İrlanda genleri taşıyan bir ailede doğdu. Aslında buna pek de aile denemezdi. Zira babası tır şoförüydü ve genellikle evde yoktu. Zaten çok geçmeden eşi ve oğlu James’i terk edecekti. Bu olay 3 Ağustos 1963 doğumlu genç James’te onarılmaz hasarlar bırakacaktı. Koyu dindar annesiyle birlikte yaşarken dokuz yaşında piyano çalmaya başladı. Eğlence hayatıyla tanınan Kaliforniya’ya göre son derece katı ve disiplinli ergenlik yıllarıydı.
Annesi modern tıbbın tüm yeniliklerini reddeden hatta teknolojiyi de mümkün mertebe sınırlı kullanan biriydi. Tedavi olmayı reddettiği için James henüz 16 yaşındayken hayata veda etti. Bu James için ikinci ve çok daha derin bir travma olacaktı. Bugün 61 yaşını kutlayan bu öfkeli ama bir o kadarù çocuksu delikanlı dönüp baktığında bunun gibi daha nice travma aştı.
Bugün artık efsane mertebesine erişmiş pek çok grup gibi Metallica’nın hikâyesi de lise sıralarında başlamıştı. 18 yaşındaki James Hetfield ve arkadaşı Lars Ulrich birlikte dinleyip büyük sevgi besledikleri Aerosmith gibi müzik yapmak için yola çıktılar. Lise sıralarında kurulan bu grup 1983 yılına gelindiğinde ilk albümü ‘Kill ‘Em All’ı yayınladı. Sapsarı ve upuzun saçlarıyla sert görünümlü James Hetfield daha ilk albümüyle akılda kalıcı olmayı başardı. Albümdeki ‘Seek & Destroy’ şarkısının bir heavy metal klasiğine dönüşeceği daha o zamandan belliydi. 20 yaşındaki bu gencin şarkısı sadece ABD’de değil Avrupa’da da listelerde beklenmedik bir performans sergiledi.
James Hetfield ve Lars Ulrich’in kurduğu Metallica’daki diğer isimler Dave Mustaine ve Cliff Burton’dan oluşan gruptaki ilk çatlak daha albüm çıkmadan baş göstermişti. Belki gençlik ateşi belki kişisel özelliklerinin etkisiyle grup üyelerinin neredeyse tamamında öfke kontrolü sorunu vardı. Bu süreci yönetemeyen Dave Mustaine bedelini gruptan atılarak ödedi. James Hetfield ile tartışıp Metallica’dan ayrılan Mustaine bir süre sonra Megadeth’i kuracaktı. Bu kavga ve gürültü ne kadar eski dost olsalar da James Hetfield ve Lars Ulrich arasında da sık sık yaşanıyordu. Ego savaşına da dönüşen bu durumun günümüzde de devam ettiği hatta ikilinin özel hayatlarında pek birlikte vakit geçirmediği konuşulur.
Tüm bu tartışmalar gelen ticari başarıyla yerini yağmurdan sonra gelen toprak kokusunun güzelliğine bırakıyordu. Zira albüm satışları ve yoğun turne programı bu gençlere hayallerinde dahi göremeyecekleri bir servet ve şöhret kazandırmaya başlamıştı. Üstelik Dave Mustaine sonrası gruba dahil olan Kirk Hammett de James Hetfield ve Lars Ulrich arasında arabulucu ve grubun sakin gücü konumuna yerleşmişti. İlk albümün başarısından bir yıl sonra arkalarına aldıkları rüzgarla Metallica 1984’te ‘Ride the Lightning’ albümünü yayınladı. Albümdeki parçalar grubun gelip geçici olmadığını gösterir nitelikteydi. ABD kültüründe önemli olan ‘The Call of Ktulu’nun yanı sıra adını Ernest Hemingway’in romanı ‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’dan alan ‘For Whom the Bell Tolls’ grubun entelektüel göndermeleriydi. Aynı albümdeki ‘Creeping Death’ ve ‘Fade to Black’ de trash metal klasikleri olarak tarihe not düşülecekti.
Metallica artık Avrupa’da da turne yapacak kıvama gelmişti. Amerikan kültürüne genellikle burun kıvırılan bu coğrafyada kent kent dolaşıp konserler veren Metallica bir yandan da yeni albümü için çalışmalara başlamıştı. Tabii James Hetfield ve Lars Ulrich’in sürtüşmelerinden arta kalan zamanda. Bu fikri ayrılık ve ego kaynaklı sürtüşmeler ortaya ‘Master of Puppets’ gibi bir başyapıt çıkmasına mani olmadı. Hatta belki de asıl müsebbibi bu çatışmaydı. Şarkıların bestelenmesi sürecinde grubun her üyesinin katkı sunduğu albümde ‘Welcome Home’, ‘Orinon’ ve ‘The Thing That Should Not Be’ gibi parçaların yanı sıra ‘Master of Puppets’ şarkısı adeta patlama yaptı. Müzik dergilerinin tam puan verdiği şarkı Metallica efsanesini perçinledi.
Grubun solisti James Hetfield yoğun tempo esnasında o dönem pek çok meslektaşının başında olan bir sorunla da boğuşuyordu; alkolizm. İçinde bulunduğu dünyada bir nevi kaçınılmaz sona dönüşen sorunla uzun yıllar mücadele eden James Hetfield ve arkadaşlarını sarsıcı bir haber bekliyordu. Grubun basçısı Cliff Burton İsveç’teki bir gezide kaza geçirip hayatını kaybetmişti. 1988’de yaşanan bu dramatik olay grubu derinden etkiledi. Hemen ardından gelen ‘…And Justice for All’ albümü bir nevi grubun makul ve sempatik ismi Cliff Burton’a saygı duruşuydu. Grubun yeni basçısıysa Jason Newsted’di artık. Albümlerinde entelektüel göndermeler yapmayı ihmal etmeyen grubun dinleyicilere bu seferki hediyesi ‘One’ oldu.
‘What is democrasy?’ yani ‘Demokrasi nedir?’ sorusuyla başlayan şarkı 1971 tarihli savaş karşıtı başyapıt ‘Johnny Got His Gun’ filminden görüntülerden oluşan klibiyle dikkatleri üstüne çekti. Michael Solomon’un yönettiği klip MTV tarafından uyguladığı süre kısıtlamasına rağmen kırpılmadan yayınlandı. Akılda kalıcı melodisi, riffleri ve şarkı sözleriyle ‘One’ sonraki yıllarda insanlığın tanıklık edeceği Irak, Bosna ve Kosova savaşlarında medyanın derleme haberlerinde de sıklıkla kullanılacaktı. James Hetfield sert imajına karşın savaşın acımasızlığına dikkat çekiyordu. Üstelik Hetfield basına politik demeçler vermeden yapıyordu bunu. Rolling Stone dergisi tarafından tüm zamanların en iyi heavy metal şarkılarından biri seçilen ‘One’ 1990’da Grammy ödülü de kazanacaktı.
Metallica için artık “yön veren grup” diyebileceğimiz bir dönemde grup, kapağından ötürü ‘The Black Album’ olarak da bilinen ama topluluklarının adını taşıyan albümlerini yayınladı. Daha rafine seslerin kullanıldığı albüm adeta bir hit makinesiydi. ‘Enter Sandman’ ile yine Amerikan popüler kültürüne selam yollayan grup oryantal ezgileriyle ‘Whenever I May Roam’, ‘The Unforgiven’, ‘Sad but True’ ve tartışmalı ‘Nothing Else Matters’ müzik tarihinin klasikleri arasında yerlerini aldı. ‘Nothing Else Matters’ bu sert adamların son derece sakin başlayan ve neredeyse hep öyle devam eden şarkısı olarak kimi dinleyiciler tarafından tepkiyle karşılandı. Ancak zaman o dinleyicileri yanıltacaktı. Zira bugün James Hetfield ve Metallica denince akla gelen ilk şarkılardan biri ‘Nothing Else Matters’. Başka müzisyenler tarafından defalarca yorumlanması da cabası. YouTube ve Spotify’daki izlenme-dinlenme sayıları şarkının “gücüne” dair çok şey anlatıyor zaten.
1991 yılında SSCB tarihinin en zor günlerini yaşıyordu. 1940’lardaki Nazi saldırılarından da zorlu bir süreçti. Ülke varoluş savaşı veriyordu. Devletin topluma biçtiği gömlek artık dar geliyordu. Müzik bunun en sembolik ifade biçimiydi. Batı Almanya çıkışlı Scorpions’un 1989’da Wind of Change’ ile başlattığı sürecin en sansasyonel ayağı Metallica’nın Moskova konseri olacaktı.
Grup aslında AC/DC’nin de yer aldığı Monster of Metal festivalin konuğu olarak sahne alacaktı. Ancak ABD’li bir topluluk için bu aynı zamanda bir ilkti. 28 Eylül 1991’deki konser insanlık tarihinin en kalabalık etkinliklerinden biri oldu. SSCB dağılmadan üç ay önce Moskova’da bir milyonu aşkın müzikseveri coşturan James Hetfield yarattığı fırtınanın belki farkında da değildi. Seyircilerin taşkınlık yapmasını önlemekle görevli askerler dahi konserde kendilerinden geçmiş ‘The Black Album’un büyüsüne kapılmıştı. Elbette SSCB bu konser yüzünden dağılmadı, ancak içerideki o enerji birikmesini dünyaya gösterdi.
Alkol sorunlarını bir nebze geride bırakan James Hetflied bir siyasetçinin bile yapamadığını yapmış, kimi tahminlere göre yaklaşık iki milyon insanı bir araya getirmişti. İnsanlar onun karizmasıyla kendinden geçmişti. James Hetfield SSCB’nin son günlerinde tarihe böyle bir iz bırakırken iki yıl sonra yani 1993’te Türkiye’de de benzer bir şey yapacaktı. Ahmet San’ın organizasyonuyla İnönü Stadı’nda konser veren Metallica medyanın da ilgisini çekmişti. Konseri izlemeye gelen binlerce gence dönemin medyası uzaydan gelmişler gibi davranmakta bir sakınca görmüyordu. Oysaki Metallica, tüm dünyada nasıl bir etki uyandırıyorsa benzeri İstanbul’da da yaşanıyordu. Metallica sonraki yıllarda da Türkiye’ye geldi ancak 25 Haziran 1993’teki konser her daim ayrı bir yere sahip oldu. Burada gördüğü ilgi nedeniyle İstanbul, 30 yılı aşkın bir süredir James Hetfield’in kalbinde de ayrı bir yerde, her ne kadar bu turnesinde İstanbul olmasa da…
Metallica 1996’da ‘Load’, 1997’deyse ‘ReLoad’ albümlerini yayınlarken James Hetfield özel hayatında da tarihi bir olayı yaşıyordu. 25 yıl evli kalacağı Francesca Tomasi ile evlenen Hetfield bu süreci öfke kontrolünü sağlamada dönüm noktası olarak nitelendiriyor ve eski eşine hakkını teslim ediyor. Bu evlilikten üç çocuğu dünyaya gelen James Hetfield o asi gençlik yıllarını da geride bıraktı. Bu hem şarkılarına hem gündelik yaşantısına yansıdı. Otomobil ve motor koleksiyonuyla ilgilenen çocuklarıyla vakit geçiren müzisyen, Hollywood’un çizdiği o ideal baba rolüne uygun bir yaşam sürmeye başladı.
2003’te yayınlanan ‘St. Anger’ adeta onu tanımlayan bir albüm ismi olurken basçı Jason Newsted ile yaşanan sorunlardan sonra grubun yenilenme sürecinin de yansımasıydı. Newsted’in kavgalı ayrılığından sonra gruba dahil olan Rob Trujillo gençliğinde Metallica sevdalısıyken artık yaşantısını grubun parçası olarak sürdürecekti. Yer aldığı ilk albüm olan ‘St. Anger’ artık James Hetfield’in kısa saçlarının da kanıksandığı bir dönemdi. 2008’de yayınlanan ‘Death Magnetic’ ve 2016 çıkışlı ‘Hardwired… to Self-Destruction’ albümleri hedefledikleri başarının biraz altında kalsa da geçen yıl yayınlanan ve pek çok sembolik anlamla bezeli ’72 Seasons’ eski Metallica’nın bir dönüşü olarak nitelendirildi.
61 yaşını kapalı gişe turne konserleriyle kutlayan James Hetfield, James Corden’ın programında Rihanna’nın şarkısını söylemedeki isteksizliği ve konserleri öncesi gerçekleştirdiği ritüeliyle sosyal medyanın da doğal bir yıldızı konumunda. Otoritelerin tüm zamanların en etkili gitarist ve vokallerinden biri olarak gösterdiği müzisyene harika bir yaş ve güzel bir İstanbul konseri diliyoruz.