Anıtkabir’in hikayesi: Türk mimarlar yarışa zar zor girdi, Atatürk ve İnönü’nün ‘komşuları’ 1988’de çıkarıldı
Cemal Reşit Rey aramızdan ayrılalı 38 yıl oldu. 7 Ekim 1985'te hayatını kaybeden besteci, Cumhuriyetin sanat alanındaki atılımının en önemli simgelerindendi. 10. Yıl Marşı'nı da besteledi, Eurovision için de şarkı yazdı. Rey'i hakkında kitap yazan Uğur Küçükkaplan ile konuştuk.
Neredeyse her şeyiyle sıfırdan kurulan bir cumhuriyet. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi yepyeni bir toplum; ve bu toplumu zenginleştirecek bir sanat anlayışı. Cemal Reşit Rey bu idealin bir simgesi olarak cumhuriyet tarihinde çok özel bir yere sahip. Türkiye’nin iki yüzyıllık modernleşme tarihinin en önemli kırılma noktası olan cumhuriyetin sanat alanındaki yeniliklerinde Rey’in payı çok büyüktü. 1904’te, o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan Kudüs’te dünyaya gelen Rey, 7 Ekim 1985’te hayatını kaybetti.
Türk Beşleri’nin yaşça en büyüğü ve belki de en bilineni olan Cemal Reşit Rey’i besteci hakkında detaylı araştırmalar yapan müzikolog Uğur Küçükkaplan ile konuştuk. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan ‘Türk Beşleri‘ kitabında bestecinin yaşamına dair ayrıntılara yer veren Küçükkaplan, Rey’i diğerlerinden ayıran yönlerini şöyle tanımlıyor: “Cemal Reşid Rey, Cumhuriyet’in ilk kuşak bestecileri arasında yer almakla birlikte, öncelikle geldiği kültür, doğduğu ailenin maddi manevi olanakları, henüz çocuk yaşta Avrupa kültürüyle yerinde tanışmış olması ve müziğe yaklaşımı sebebiyle, çağdaşları ve üyesi olarak gösterildiği Türk Beşleri arasında farklı bir yerde durur. Türk Beşleri grubunun yaşça en büyük üyesi olan Rey, yurt dışında eğitim görmeye diğerlerinden önce, devlet bursu olmadan, tamamen ailesinin imkânlarıyla gitmiştir. Kariyerini yurt dışında da sürdürme şansı olduğu hâlde kendisine ihtiyaç duyulduğunu öğrendiği an memleketine dönmüş ve eğitimci olarak göreve başlamıştır. Üstelik bunun için henüz çok genç olduğunu düşünen hocalarının karşı çıkmasına rağmen böyle zor bir karar vermiştir”
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla yeniden canlanıp Türk müziği ve Batı müziği olarak iki şubeye ayrılan İstanbul’daki Dârû’l Elhân’da (Konservatuvar) piyano ve bestecilik dersleri vermeye başlayan Rey, müzik politikaları doğrultusunda ilk adımların atıldığı önemli bir okulun öncü kadrosunda yer aldı.
Osmanlı bürokrasisinde görev alan bir babanın oğlu olarak bu kültürden etkiler taşıyan ve bunu müzikal üretimindeki geleneksel ögelerle yansıtan Cemal Reşit Rey, bu yönnünü her daim korudu. Müzikolog Uğur Küçükkaplan bu durumu şöyle açıklıyor: Hayranlık duyduğu Osmanlı kültürünü temsil eden ve geleneksel müziğin de beşiği olan İstanbul ile olan ilişkisi en güçlü biçimde bu yıllarda başlamış ve vefatına kadar da devam etmiştir. 1930’lardan itibaren iki farklı kulvarda eser vermeyi tercih etmiş olması da son derece önemlidir; bir yandan Batı müziği geleneğine eklemlendiği klasik yapıtlar vermiş, bir taraftan da çağının değişen koşullarına uyum sağlamaya çalışarak popüler tarzda eserler yazmıştır. Bunu da hayatı boyunca sürdürmüştür. Vefatından iki sene önce, 1983 yılında Eurovision elemelerine bir parça göndermiş olması bile onun müziğe bakış açısını ve bestecilik anlayışını anlatmak için yeterlidir”
Peki Cemal Reşit Rey’in Atatürk ile ilişkisi nasıldı? İkilinin aynı ortamı paylaştıkları tek ân 1925 yılında yaşanmış. Mustafa Kemal Atatürk’ün Yalova seyahatine eşlik eden Cemal Reşit Rey, o gün piyano başına geçer. Sonrasında yaşananları Uğur Küçükkaplan anlatıyor: “Rey’in Atatürk ile tek karşılaşması 1925’te İzmit’ten Mudanya’ya giderken vapurda kendisine küçük bir dinleti vermeleri vesilesiyle olmuş. Cesar Franc çaldıklarını fakat ilgi göstermeyince sıkılmış olabileceğini düşünerek icrayı yarıda kestiklerini ifade eden Rey’in anılarında aktardığı bu olaydan hareketle Atatürk ile ilgili gözlemini yansıtan şu sözü son derece çarpıcıdır: ” Klasik Batı müziğine karşı ilgisinin fazla olmadığını o gün anladım.” Rey’in tespiti doğru olsun olmasın, bugün dahi yaşına, unvanına bakmaksızın, ideolojik bağnazlığı yüzünden gerçeği eğip bükmekte beis görmeyenlerin acziyle karşılaştırıldığında, nesnelliği ve cesaretiyle onu ayrı bir yere koymamızı fazlasıyla hak ediyor”
1933 yılında ‘Lüküs Hayat’ adlı operetini besteleyen Cemal Reşit Rey, aynı sene Cumhuriyetin en çok kanıksanan bestelerinden birine de imzasını atar. Evet, bahsettiğimiz beste ’10. Yıl Marşı’. Ancak Rey, marşı bestelediğinde ortaya intihal iddiaları atılmıştı. Aynı zamanda bir besteci olan Jean-Jacques Rousseau’nun bir aryasından intihal olduğu iddiaları zaman zaman gündeme gelse de Uğur Küçükkaplan bu iddialara nokta koyuyor: “Bu konuda açıkça yorum yapanlardan biri bildiğimiz kadarıyla Yalçın Tura. O da zaten Jean-Jacques Rousseau’nun ‘Le Devin du Village‘ adlı operasındaki bir aryadan alıntı olduğu iddiasının mümkün olamayacağını, çünkü Rousseau’nun amatör bir besteci olması nedeniyle bu eserin uzun yıllardır sahnelenmediğini ifade etmiştir. İlhan Usmanbaş da ‘Onuncu Yıl Marşı’nın herkesin ağzında dolaşmasına dikkat çekip başka hiçbir Türk bestecisinin böyle bir melodi yazamadığını belirtmiştir. Buradan kendisinin de intihal iddiasına katılmadığı sonucunu çıkarabiliriz”