İlk Kitap- Sabrin İsmetli: Yazar değil, okur gözüyle yazdım bu romanı
Doğuş Benli ODTÜ mezunu bir mühendis. Düzenli bir işi, Ada ve Güneş adında iki kızı var. Belki birçoğunun hayalini kurduğu düzenli bir hayat bu. Ama o "bir şeyler arayışında." Bu arayışının en özel meyvesi de ilk öykü kitabı 'Mutluluğumuza.'
Annesi ve babası öğretmen olan bir genç. Dersleri iyi, netleri yüksek. Bolu’da başlayan hikayesi Ankara’ya ODTÜ’ye düşüyor. Mühendis olacak, birçoğunun hayali olan düzenli bir işi olacak. Ama yok, olmuyor. Daha doğrusu tüm bunlar oluyor da bir şeyler olmuyor, sanki eksik kalıyor. Hep bir arayışta. Bu nedenledir ki farklı bölümler okumaya, kendine yeni uğraşlar bulmaya çalışıyor durmadan. Sonunda buluyor da. Tüm yolların sonu tek bir şeye çıkıyor: Yazmaya.
Bu hikaye ‘Mutluluğumuza’ adlı ilk öykü kitabıyla okurların huzuran çıkan Doğuş Benli’nin. 1982 doğumlu Benli, Bolulu. Öğretmen bir anne babanın çocuğu. Öğretmen çocuğu olanlara bu his tanıdık gelecektir: Bir şekilde derslerinize çalışır, kitap okursunuz. Kendiliğinden olan bir şeydir bu sanki yazısız bir kural gibidir. Doğuş Benli kitaplarla ve okumakla kurduğu ilk ilişkiyi şöyle anlatıyor:
“‘Annem babam doğuş hep okurdu, arkadaşlarından çok farklıydı” diye anlattıkları bir hikayeleri yok aslında. Okumak için kendimi izole etmedim hiç. Ama annem babam öğretmen, rus klasikleri, ansiklopediler vardı kitaplarla çevriliydim.”
ODTÜ mezunu bir mühendis Benli. Şu anda da çalışmaya devam ediyor. Ama biyografisine baktığınızda dikkatinizi çeken bir şey var. Bitmek bilmeyen bir eğitim yolculuğu, üstelik birbiriyle çok da alası olmayan bölümler. Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra Anadolu Üniversitesi Felsefe bölümü lisans, Hacettepe Üniversitesi İşletme yüksek lisans eğitimi alıyor.
Bunu söyleyip nedenini sorduğumda “Bitmek bilmeyen bir arayış içindeyim gibi. Bir şeyi arıyorum ama ne…” diye dürüstçe cevaplıyor. Mühendis olma gibi bir hayali de yokmuş. Klasik netleri iyi olan öğrencilerin sayısal bölümlere yönlendirilmesi hikayesi. Üniversite için Bolu’dan Ankara’ya kırıyor rotasını. Bilenler bilir, bilmeyenler de mutlaka duymuştur. ODTÜ’de mühendislik okumak bir hayli zordur. Benli de “Gerçekten çok ağır bir eğitim dönemiydi” diye ısrarla vurgulayarak anıyor o günleri. ODTÜ günlerinde yine de kendine okumak için fırsat yaratmış ama o dönemki okuma kültürünün sınırlı olduğunu söylüyor:
“Yoğunluğa rağmen kendime okumak için fırsat yarattım ama geriye baktığımda o dönem kitaplardan beklentimin sadece bana bilgi vermesi gerektiği olduğunu fark ediyorum. Kurguya uzaktım ama sonra kendimi de serbest bıraktım.”
Dikkat ettiyseniz buraya kadar yazmaya dair bir girişim yok Benli için. Zira iş hayatına atılıp kendini sorguladığı bir dönemde yazmaya başlamış: “Üniversite bitti, işe başladım. Sorgulamalar başlıyor ya… Ben ne yapacağım, istediğim şeyi mi yapıyorum soruları zihnimde dönüp dolaşmaya başladı.”
Kader ağlarını örüyor, tesadüfen bir iş arkadaşının amatörce animasyon bir film üzerine çalıştığını öğreniyor. Film için diyaloglar yazıyor. Sonra Ankara’da bir senaryo kursuna gidiyor, kurgu eğitimi de alıyor. Yazmaya olan açlığını o ana kadar hiç fark etmemiş. Ta ki kursta kendisine verilen ilk ödev için bir haftada beş ayrı senaryo yazana kadar. “Yazmaya çok açmışım. Şimdi mümkün değil yazamam.”
Senaryolarını iki kısa filme de dönüştürmüş Benli. Ama film çekmenin zorlukları malum. “İmkanların yetersizliği, bir şeyleri amatörce yolda öğrenirken yapmanın sorumluluğu derken senaryonun beni kısıtladığını hissettim. Nasıl yapılacağına dair bir fikrim yoktu ama o dönem öyküye döndüm.”
Yine bir iş arkadaşı vesilesiyle bu kez Ethem Baran öykü atölyesine gitmeye başlıyor. Sene 2013… Birkaç yıl boyunca okuyup okudukları üzerine tartışıyorlar. O dönemde yazmaya da başlıyor Benli. Fakat yazdıklarını beğenmiyor. Ne yapsam nasıl etsem derken açıköğretimde felsefe okumaya karar veriyor. Daha iyi yazabileceğine katkı sağlayacağını düşündüğü için!
“Felsefe okumamanın sebebi aslında daha iyi nasıl yazabilirim, içini bir az daha doldurabilir miyim istediğimden. Ayhan Geçgin’in ‘Son Adım’ını okurken yazarın felsefe eğitimi aldığını görüp çok etkilendim. İş temposu yoğundu ama en azından terimleri anlayayım, temel düzeyde öğreneyim diye okudum. Bilmiyorum katkısı oldu mu olmadı ama en azından öykülerde bir katman yarattıysam ya da yaratacaksam illa ki faydalı olmuştur diye düşünüyorum.”
Ve 2019’da yine bir arayış ve kim bilir belki bu kez artık açığa çıkması için Notos Atölye’ye başlıyor. Orada okuyup tartıştıkları kitaplar ona bir şeyi hatırlatıyor: “İlla çok ilginç konuları, çok ağdalı cümlelerle yazmak zorunda değilim. Sade bir dille, illa çok ilginç olmayan bir konuda da derdimi anlatabilirim.”
Bu bakış açısıyla öyküler yazıyor. O zamanlar da bir kitap olsun derdi yokmuş. Kitabın ortaya çıkış sürecini şöyle anlatıyor: “Diyaloglar üzerinden ilerledim. Çünkü duyguları konuşarak ifade etmeye çalışıyordum, bu iç sesle yapabileceğim bir şey değildi. Diyalog kimler arasında olur diye düşündüm. Kadın erkek çatışması da güçlü bir alan. Böylece ilişkiler üzerine yazılmış öyküler birikti. Bir buçuk yılda tüm öyküler bitti.”
Bir yandan tam zamanlı bir iş temposu bir yanda küçük kızları… Dengeyi bulmak, zaman yaratmak nasıldı merak ediyorum. Hiç durakmasamadan “Zordu, hala zor. Hatta daha da zor” diyor ve devam ediyor Benli:
“Eşimle sorumluluğu paylaştık. Bir tüm günü öykü taslağına ayırıp ayda bir öykü bitirmek gibi bir hedef koydum kendime. İşe de yaradı. Ama ne olursa olsun ilk heves gibi olmuyor. Bir de ilk kitaptan sonrasının daha da zor olduğunu anladım. Farklı bir şey yapmak, bir öncekinin üzerine koymak istedim çünkü. Aslında zaman yönetiminden ziyade bu anlattıklarım nedeniyle yazmak bütün olarak daha zor hale geldi.”
İyi bir eğitim almış, düzenli bir işi olan Benli’ye neden yazıyorsunuz, yazmasanız olmaz mıydı diye soruyorum. Günün sonunda kendini iyi hissetmeye varıyor yolu:
“Her şey can sıkıntısı. Yazma sürecini ve o süreçteki kendimi seviyorum. Daha enerjik hissediyorum. Belki de eşim ve etrafımdakiler için daha tahammül edilebilir biri oluyorum. Ayrıca ortaya çıkan şeylere şaşırmayı da çok seviyorum. Çünkü yazarken ne yazacağımı bildiğim şeyleri yazmıyorum. Bütünselliği kaybetmeden yazmaya başlarken ne olacağına karar veriyorum. Ve günün sonunda mutlu hissediyorum. Masa başına ne oturtuyor diye soruyorsanız o da rahatsız eden, içimi kemiren bir duygu oluyor genelde.”
Benli ikinci öykü dosyasını bitirmiş. Şu an birkaç yayınevinden dönüş bekliyor. Yazma sürecinde sizi zorlayan o bir üstüne çıkmayı başardınız mı diye sorunca “dil olarak farklılaştığını, bu kez farklı temalarda olduğunu düşünüyorum. En yalın şekilde yazmaya çalıştım, büyük laflar olmamasına dikkat ettim” diyor.
Benli’nin ikinci öykü kitabı ne zaman yayımlanacak belli değil. Ancak bu kez Ankara’nın meşhur Dost Kitabevi’nde kendi kitabını görmek istiyor. Bakalım…
–Kitabınızı kimin okumasını isterdiniz?
-Barış Bıçakçı, Behçet Çelik ve Ayhan Geçgin’in yazdığı ‘Kurbağalara İnanıyorum: Edebiyat Üzerine Yazışmalar’ kitabını çok seviyorum. Sanki bir masada oturup sohbet ediyorlarmış gibi hissediyorum. Onlarla o masada oturmak isterdim. Ve kitabımı okuyup konuşmalarını….
–Kim kitap hakkında bir eleştiri yazsın?
-Behçet Çelik.
-Keşke ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
-Herkesin ayıla bayıla okuduğu ama sizin çok da sevmediğiniz bir kitap?
-Kamil Erden’in ‘Yok Yolcusu’ ve Birgül Oğuz’un ‘İstasyonu’ diyebilirim. Çok sevenleri ilgiyle okuyanları da var ben de kendimi zorladım ama sevemedim.
-Kitaptaki sonrasını ve hikayesini merak ettiğiniz bir karakter var mı?
-Ondan hikayesindeki karakterin sonrasını merak ediyorum. Buluta baktı özgür hissedi, kadınların desteğimi gördü. Sonrasını merak ediyorum.
-Kitaptan bir kahraman ya da öyküyü devam ettirmek ister misiniz?
-Anlatmak istediğim şeyi anlatmış oldum gibi hissediyorum. İlgimi kaybetmiş oluyorum. Vedalaşamış oluyorum.
-Şu an ne okuyorsunuz?
Dean Burnett’in ‘Aptal Beyin’ kitabını. Bir de Rıdvan Hatun’un ‘Billur Örüntüler’ine başlayıp birkaç öyküsünü okudum.
-Keşke ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
-Claire Keegan ‘Mavi Tarlalardan Yürü’ ve Claire Vaye’in ‘Nevada’sını ben yazmak isterdim.
–Kitap ilk elinize geldiğinde ne hissettiniz?
-İlk ne hissettiğimi bilemedim. Baştan sonra bir seferde okudum. Hatta gözümden de bir yaş düştü. Ve artık vedalaştım.
–Kitabı okuduk, kapağı kapattık. Okura hangi his ya da fikir kalsın?
-Okur biraz rahatsız olsun istiyorum. Her şey tozpembe değili anlatsın.
–İlk Kitap serisi haftaya başka bir yazarı konuk alacak. Siz de bir sonraki yazara yazmaya ilişkin bir soru bırakır mısınız? Size ‘Valeria Bunu Anlayamaz’ın yazarı Dilek Yılmaz’dan şu soru gelmişti: Yazılmamalı denilen bir şey var mı? Çok iyi bir hikaye duymuş, tanıdığı birinin mesela. Yazılmasının birini mutsuz edeceğini bile bile yazar mı, yazabilir mi?
-Yazılmamalı dediğim hiçbir şey yok, yazılabilir. Maharet kendi üslubula farklı bir şekilde yazmak sanırım. Birebir bir hikayeyi doğrudan değil de üslupla yazmak. Öyle ki bu hikayedeki kişi bile hikayeyi okuduğunda olayın farklı bir yönü olduğunu da görebilmeli.
Diğer yazara soru: Öyküyü yazarken önce karakterleri mi belirliyorsunuz yoksa hikaye kendi karakterleriyle mi geliyor?
Son soru size özel bonus: ODTÜ yılları ve sınav dönemi mi daha zor yoksa masa başına oturur yazmak mı?
-ODTÜ daha zor. Şu anki ben olarak kendimi o tempoda hayal edemiyorum.